Rümeysa Beyaz [1]
Doğudan Batıya, Annemarie Schimmel’in Timaş Yayın Gurubu bünyesinde faaliyet gösteren Sufi Kitap tarafından yayımlanan ve ilk basımı Kasım 2017 yılında yapılan, karton kapaklı, 464 sayfa ve 15 resim içeren eseridir.
“Nasıl olur da küçücük bir kız, hem de akademik alt yapısı olmayan bir ailede büyüyen bir kız, ille de şarkiyatçı olacağım diye tutturur? Nasıl olur da insan 19 yaşında doktorasını bitirir ve 23 yaşında doçent olur? Nasıl olur da genç ayrimüslim bir kadına Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde kürsü profesörlüğü tevdi edilir?..’’[2]
Annemarie Schimmel işte tam olarak bu suallere son bir kez cevap vermek için ‘’Doğudan Batıya‘’ kitabını yazmıştır [3]. Schimmel bu kitapta hayatını yedi farklı döneme ayırarak anlatmaktadır. Bu dönemler; Çocukluğum ve Gençliğim, Harp Sonrası Yıllar, Türkiye, Bir Ara Dönem: Avrupa Yılları, Okyanusun Öte Tarafı, Şark Seyyahı, Avrupa’ya Dönüş’ten oluşmaktadır. İlk dönemlerinde çocukluk ve gençlik yıllarından, daha sonraki dönemlerde ise çeşitli vesilelerle gittiği ülkelerden, şehirlerden ve buralarda yaşadığı olaylardan bahsetmektedir. Schimmel’in hayatının çok değerli hadiselerle dolu olduğu, bu kitap aracılığıyla anlaşılmaktadır. Bu tahlilde Schimmel’in hayatında yer eden önemli hadiselere ve yaptığı önemli tespitlere yer verilmektedir.
Annemarie Schimmel 1922 senesinde Erfurt’ta vazife şuuruna sahip tipik bir Prusya ailesinde dünyaya gelmiştir. Schimmel yaklaşık yedi yaşlarında hastalığı sebebi ile okula gidememiş ve evde kalmıştır. Evde kaldığı bu süreci kitaplarına sığınarak geçirmiştir. Okuduğu kitaplar arasından Padmonaba ve Hasan adlı bir kitaptan çok etkilendiğinden bahsetmiştir. Bütün dünyadan derlenmiş masalların anlatıldığı bu kitabın bir bölümünde Hint Arif’inin Şam’da bulunan Müslüman bir gence hikmet-i kebirin sırlarına nasıl vakıf olunacağı anlatılmıştır. Bu masalda geçen ‘’İnsanlar Uykudadır Ö lünce Uyanırlar’’ sözünün onda nasıl bir etki bıraktığını Schimmel kitabında ‘’beni yıldırım gibi çarptı’’ ifadeleri ile anlatmıştır. Yaklaşık yedi yaşlarında denk geldiği ve etkilendiği o söz, aslında Schimmel’in hayat yolculuğunun nereye evrileceğinin bir göstergesi olmuştur. Schimmel on yıl sonra bu kelamın Hz Muhammed (sav)’e izafe edildiğini öğrendiğinde yolunun bu yol olduğunu anlamıştır. Küçük yaşlarda okuduğu bu masal, istikbalde Hint-İslâm kültürünü ilgi alanı olarak tercih etmesine neden olmuştur. Yazarın anlattığı bu hatırası ile aslında hayatta tesadüflerin olmadığını ve hayat yolunda karşılaştığımız en ufak şeyin bile bir anlamı olduğunu görebiliriz.
Schimmel, gençlik yıllarını anlatırken on beş yaşlarında dans dersleri ve Dr. Ellenberg’den Arapça dersleri aldığından bahsetmiştir. Dr. Ellenberg’ın ‘’Şark’’ı bilen ve seven birisi olduğunu ve Arapça derslerinin yanında İslâm kültürüne ve tarihine de giriş yaptığını dile getirir. Schimmel 16 yaşlarında içinden gelen bir coşkuyla baş edebilmek için bir şeyler yazmaya yöneldiğini söyler. Bu coşku sayesinde Nur Diyarı adlı ilk kitabını yazmıştır. Bu kitabına; yer altı hazineleri ve bitki örtüsünü gösteren haritaları, Kayravan ile Hindistan arasındaki camilerin resimlerini, Hindistan Babür hükümdarlarının portreleri gibi eline geçen her şeyin suretini koyduğunu belirtir. Schimmel, küçük yaşlarda yazdığı bu kitap ile bizlere örnek olmuştur. Küçük yaşlarda kişinin içinden gelen o doğal isteklere karşı koymadan korkusuzca adım atabilmesi, yazarın geleceğine yön vermiştir. Schimmel’in bu çabası aslında içten gelen o coşkunun yazma ile nasıl da güzel şekillendiğinin bir kanıtı olmuştur.
Schimmel, kitabında ailesine de yer vermiştir. Annesinin müteşebbis ve istikbale yönelik bir yönünün olduğundan söz eder. Yazar, babasının kitaplığından, burada yer alan Alman klasikleri ve Dünya edebiyatından birçok tercüme kitaptan, ayrıca şiir kitaplarının ve romanların varlığından da dem vurur. Görüldüğü üzere ailenin entelektüel birikiminden de beslenen Schimmel’in kişilik ve eğitim temelleri çocukluktan atılmıştır. Her ne kadar anne ve babası sıradan bir eğitim almış, akademik alt yapısı olmayan insanlar olarak bilinse de Schimmel içinde var olanı aldığı aile eğitimi ile ortaya çıkarmayı başarmıştır.
Schimmel, kitabında gezdiği şehirler, ülkeler ve tanıştığı kişiler hakkında ilgi çekici bilgilere de bolca yer vermiştir. Almanya’da Marburg, Türkiye’de Ankara ve ABD’de Harvard Üniversitelerinde hocalık yapmıştır. Bununla birlikte, Schimmel; İsveç, Hollanda, İsviçre, ABD, Türkiye, Kuveyt, Bahreyn, Suriye, Ürdün, Mısır, Sudan, Tunus, Fas, Yemen, Suudi Arabistan, İran, Afganistan, Orta Asya, Pakistan, Hindistan, Endonezya gibi çeşitli ülkeleri ziyaret etmiş ve burada gerek siyasetten gerek ilim dünyasından önemli şahsiyetler ile tanışma fırsatı elde etmiştir [4]. Kitabında bu şahsiyetler ile ilgili ilginç değerlendirmelerde bulunmuştur. Schimmel katıldığı bir kongrede Louis Massignon ile karşılaşmasını şu şekilde ifade etmiştir: ‘’Kongrenin benim için zirvesi Louis Massignon ile karşılaşmam oldu. Onun, Hallac hakkındaki eserini, daha öğrenci iken heyecanla ve bir o kadar da meşakkatle didik didik etmiştim. Bir daha hiçbir zaman hayatımda böyle nurani bir zat görmedim. Sanki Hallac’ın ilahi aşkı ile kendisinin Muhabbetullah’a ve Rahman’a olan cezbesi, kaçınılmazlığını idrak ettiği çile ve ezaya karşı rızası; onun o güzel cemalinden, yüzünün ince çizgilerinden ve gözlerinden aks etmekteydi. Massignon, sadece İslâm mistisizmine vakıf bir âlim değildi, her zaman tehlikeye maruz kalmak pahasına da olsa ezilenlerin (mesela Cezayirliler) davasına sahip çıkardı.”[5]. Yine bir kongrede tanıştığı Hollanda Kraliçesi Juliana hakkında da görüşlerini bildirmiştir [6]. 1973 senesinde Hollanda’da bir sufi topluluğu tarafından tertip edilen kongrede Rumi hayranı aristokrat kadınlar ile karşılaşmıştır. Bu kadınların Rumi’nin Farsça yazdığını dahi bilmemeleri, onda Batılı sufilere karşı şüphe ve istifham uyandırdığını anlatmıştır.
1951 senesinde Ascona’da tanıdığı diğer bir şahsiyet ise Rudolf Pannwitz’dir. Pannwitz hakkında ‘’felsefeyi bu denli şeffaf ve açık anlatan birini daha görmedim’’ şeklinde ifade etmiştir. Kitaplarına da hayran olduğu Pannwitz’in konuları ele alışındaki berraklıktan da bahsetmiştir. Schimmel’in hayatında önemli bir yere sahip olan Muhammed İkbal hakkında Pannwitz ile çokça mektuplaştığını ve Pannwitz’in de İkbal’in hayranları dairesine katıldığını belirtmiştir.
Ayrıca Schimmel, çeşitli ülkelerde katıldığı kongrelerin birçoğunun konu başlığının Mevlânâ olduğundan da bahseder. Ö ğrencilik yıllarından itibaren de Mevlânâ’nın şiirlerini okuduğunu ve hatta ilk maaşı ile Mevlânâ’nın Mesnevi’sini satın aldığını dile getirir. Mevlânâ’ya duyduğu bu muhabbet ile Türkiye’ye geldiğinde ilk fırsatta Konya’ya gitmek istediğinden fakat ona refakat edecek kimseyi bulamadığından söz eder. Bir gönül dostuna bu durumu anlattığında ‘’Ama evladım, bundan basit ne var. Hazret-i Mevlânâ bu insanları görmek istemiyor; o seni, sadece seni görmek istiyor!’’ [7] ifadeleri ile karşılaşmıştır. Bunun üzerine Schimmel, bütün parasını ve cesaretini toplayıp Konya’ya Hazret-i Mevlânâ’yı ziyarete gittiğini anlatmıştır. Schimmel’in Batı’nın o soğuk atmosferinden sonra Mevlânâ gibi büyüklerin kitaplarında karşılaştığı Şark’ın samimiyetine hayran olduğu anlaşılmaktadır.
Schimmel kitabında İstanbul’dan sayfalarca bahsetmiş olmasına rağmen bu şehri anlatmanın mümkün olmadığını da belirtmiştir. Yazar, eserinde Türk şair ve yazarlarla olan tanışmalarına da yer verir. Türk dergilerinde Alman kültürü hakkında makaleler yazdığından söz eder.
İstanbul Dergisi, Yeditepe ve Hayat Mecmuasında bir dizi denemeleri yayınlanmıştır. Makaleleri imzalarken Cemile Kıratlı mahlasını kullanır. Schimmel’ göre, ‘’İslâm âleminin o büyük şairleri, hissiyatlarını ve çağlarının meselelerini; büyük bir maharetle, zarifane bir tarz ve üslup ile bu nevi formlarda şifrelediler. Maziden nakledilen bu formları öyle bir kudretle doldurdular ki; modern hatta terakkiperver intibaı çağrıştıran fikirleri bugün dahi şiirlerde bulmak mümkündür. Yeter ki bu şifrelerin anahtarlarına sahip olunsun. İşte bu anahtarlar, Türkiye’deki genç nesiller için kaybolmuştur.’’ [8] Ayrıca Latin alfabesinin ikamesi ile birlikte milyonlarca genç insanın kültüründen ve mazisinden koparıldığına inanır. Gençlerin ecdadının mezar taşlarındaki yazıları, camilerdeki hat levhalarını ve eski çağların şairlerine ait yüzbinlerce beyti okuyamaz hale geldiğinden üzüntüyle söz eder. Yazar, alfabe reformu ile birlikte şair dostları Behçet Necatigil ve arkadaşlarının Yahya Kemal gibi klâsik şairleri çağdışı telakki ettiklerini dile getirir. Bu ifadeler ile Schimmel’in, 1950’li yıllardaki gençlerin durumunu tarafsız bir şekilde aktardığını görmekteyiz. Schimmel, kitapta genç Türklerin Martin Luther’e olan hayranlığına şaşırdığını da belirtmiştir. Bu hususta yazarın ‘’Onların bu ilgisine bugün İslâm’ın tam da onun gibi bir adama ihtiyaç olduğu anlaşılıyor’’ ifadeleri dikkat çekmektedir. Schimmel, gittiği ülkeler ve şehirlerde halk ile içi içe olmaya önem vermiş ve oranın kültürünü bizzat deneyimlemeye özen göstermiştir. Ö yle ki en basit ev davetlerine bile katılmıştır. Bu davetlere, Türkçe deyim ve adetler hakkında yeni malumatlar, nezaket ifade eden, sohbete elverişli merasim tabirlerini öğrenebilmek için katıldığını belirtmiştir. Schimmel’in bu ilgisi sayesinde 1950’li yıllarda kadınların yaşamı hakkında önemli tespitlere ulaşılmaktadır. Schimmel, kitapta o yıllardaki Türk kadınlarını üçe ayırmıştır: Bunlardan ilki; ‘’Geleneksel hayat tarzından uzaklaşmış, Avrupai olmaya çalışan kadınlardır. Gerçi görünürde eski aile tasavvuruna sıkı sıkı bağlıydılar; ama sadece dış kabuk muhafaza edilmişti. Mesela biraz yaşını almış bir kız, akrabalarının çocuklarına bakmak yerine bir büroda çalışmayı arzu edecek olsa hemen, ‘Kızın iki abisi var, ayıp olur dışarda çalışması,’ diye hüküm tesis ederlerdi. Din ile ilgili söyledikleri de bu minvaldeydi. Müslümanların içlerindeki o istikamet emniyet duygusu, zamanın değişmesi ile zayıflamıştı ve bu sebepten de bağnaz bir saldırganlığa inkılap edebiliyordu.‘’ [9] şeklinde anlatılmıştır.
Schimmel, o dönemde kadınların içinde bulunduğu durumu gerçekçi bir şekilde ifade etmiştir. Bu kadınların, cırtlak renklerde ithal satenlerin, sıcak renkli el dokuması kumaşlara tercih edildiği, eski güzel kilimler yerine açık renkli kaba desenli halıların yerlere serildiği evlerde oturduğunu dile getirir. Schimmel, kadınlar hakkındaki yorumlarına şu çarpıcı sözlerle devam eder: ‘’Bu tür kadınlardan; aile dâhilindeki o muhafazakâr varoluştan Avrupai bir hava vermek isteyen; fakat Avrupa medeniyetinin de sadece o parıldayan ve genellikle de çarpık parıldayan dış kabuğunu almaya dair tehlikeli sinyaller gelmekteydi. Tam da ellili yıllarda orta tabakanın duçar oldukları bu güvensizliği gözlemlemek mümkündü. Hem geleneksel tarzda yetişemeyecek kadar hem de Kurtuluş Harbi’ndeki o muazzam meşakkati ve çileyi yaşayamayacak kadar gençtiler. Bana öyle geliyordu ki iki arada bir derede kalmış bir dünyanın varlıkları idiler.‘’ [10] Bu tespitler insanın aklına şu soruyu getirir; ‘’Peki şimdi nasıllar?’’ Modern yaşamın vaat ettiği özgürlük ve refahın cazibesine kapılan kadınlar var olan değerlerini ne kadar korumaktadırlar?
Schimmel’in bahsettiği Türk kadınlarından ikincisi ise köy kadınlarıdır. Köy kadınlarını çok sevdiğini ve bu kadınların okuma yazma bilmedikleri halde bitmez tükenmez atasözlerinden, şiirlerden ve hikmetli sözlerden hikâyelere sahip olduklarını belirtir. ‘’Onların hükmü genellikle o yarı aydın şehirli hanımlarınkinden çok daha isabetliydi. Kendilerinden önce Anadolu’nun meşakkatli hayatında, kaderin hiç bitmeyen o darbelerine yıllarca maruz kalmış hemcinsleri gibi onlar da yılmadan yaşamaya devam etmeye çalışıyorlardı.’’ ifadeleri köy kadınları için samimi düşüncelerinin bir göstergesidir. Öte yandan modern hayatın sunduğu bütün imkânlardan yararlanan sayısız kadının varlığından da bahsetmiştir. Örneğin, ellili yıllarda doçent ve profesör hanımların yüzdesinin, Almanya’dan birkaç kat fazla olduğu bilgisine de yer verir.
Schimmel son olarak, Meliha Ülker Anbarcıoğlu’nun annesini örnek vererek takvası ile yedi çocuğunu tek başına okutup üniversiteye göndermesinden övgüyle söz eder: ‘’İşte burada İslâmî gelenek ile modernite arasında kırılma yoktu; iki yarımküre dikişsiz iç içe geçmişti.’’[11] Aslında burada Schimmel, Müslüman Türk kadınlarının nasıl bir çizgide olması gerektiğini güzel bir şekilde ifade etmiştir. Schimmel’in bu samimi tespitleri kitabı daha da ilginç kılmıştır.
Ayrıca kitapta Schimmel, 50’li yıllarda Avrupalı ve Amerikalı meslektaşlar arasında çok şiddetli gerginlikler hâsıl olduğundan da söz eder. Avrupalıların, geleneksel tarihi ve felsefi çizgiyi müdafaa ederlerken; Amerikalıların, daha ziyade insana izafeten bir ilim arzu ettiklerini anlatır. Ayrıca Schimmel, Almanya’da öğrenciler ile iletişim kurabildiklerini, onların problemlerini tespit edip yardımcı olmaya çalıştıklarını, ancak Harvard atmosferinde kıskançlıktan dolayı bu konunun üzerinde pek durulmadığını dile getirir. Yazar, Harvard’da öğrenci yurtlarında profesörlerin manevi idareci olarak seçildiğini ve kendilerine oda tahsis edildiğinden bahseder. Yurtta her evin öğrencilerine birden fazla okutman verilerek öğrencilere ek destek sağlanmaktadır.
Doğudan Batıya birçok şehir gezen Schimmel, kültürlerine bizzat şahit olmuş ve hepsi hakkında fikirlerini beyan etmiştir. Mesela Fas’ın bir köyünde misafir olan Schimmel, karşılaştığı sıcak muamele ile ilgili gözlemlerini şöyle aktarır; ‘’Bir ara kendimi Pakistan’daki, Peştunlar bölgesinde yer alan Hayber Geçidi’nde zannettim: aynı misafirperverlik, aynı candan ve kalbi muhabbet… Ve bütün bunlar hakikaten hep, refah nedir bilmeyen bir halkın hasleti olarak tezahür etmekteydi.’’ [12] Schimmel, Türkiye, İran, Afganistan ve Hint Pakistan’ındaki hanım dostlarını, ‘’hepsinde manevi cemali haiz sakin letafet, ölçülü ve her daim kendine mukayyet hal ve cevher, seciyelerinin birer parçası’’[13] ifadeleri ile tanımlamıştır.
Anne Marie Schimmel, seksen bir yıllık hayat yolculuğuna birçok eser, ödül ve seyahat sığdırmıştır. Schimmel, kitabında kendisi ile ilgili önemli olaylara yer vermiştir. En önemlisi bu kitapta görülüyor ki Schimmel aslında sadece ülke ülke gezmemiş, gittiği yerlerle gönül bağı kurmuştur. Kitabında yer verdiği samimi tespitler bunun bir göstergesidir. Augustin’in ‘’insan bir şeyi sevdiği müddetçe anlayabilir’’ dediği [14] gibi Schimmel, İslâm’a ve İslâm kültürüne beslediği sevgi ve muhabbet ile bu bağı kurmuş ve fevkalade güzel bir üslupla da ifade etmiştir. Schimmel aslında yedi yaşlarında karşısına çıkan ‘’İnsanlar uyurlar, ölünce uyanırlar.’’ sözünün etkisi ile oryantalist yolcuğuna başlamıştır. [15] Günümüzde oryantalistler Doğu’yu tanıyıp dönüştürmek ve sömürmek için mücadele etmeleri yönüyle tenkit edilmektedirler. Oysa Annemarie Schimmel, böyle bir oryantalist değildir. Doğu’yu bizden biri gibi anlatmış ve sahiplenmiştir. Bir yerin dilini bilmek yeterli değildir, o dilin neşredildiği kültürü de bilmek gereklidir. İşte bu noktada Schimmel, her kültüre bizzat dokunmuş, o kültürü yerinde gezmiştir [16].
Schimmel’in kitabında anlattığı birçok olay, okurlara ilham olacak niteliktedir. Bu nedenle bu kitabı ufkunu genişletmek isteyen, farklı kültürler hakkında fikir sahibi olmak isteyen herkes okuyabilir. Ayrıca dinler tarihi alanında çalışan ve bu alanda kendini derinleştirmek isteyen kişiler için de çok değerli bir eserdir. Çünkü Schimmel’in, dünyanın çeşitli yerlerinde tanıştığı önemli şahsiyetlerin isimlerinin yanında kendi düşüncesine ve o kişilerin tasavvuruna da yer vermesi okurlariçin güzel ipuçları barındırmaktadır. Çeviri eserlerinde en önemli noktalardan biri çevirinin kalitesidir. Bu kitapta çevirmenin kullandığı üslup kitabı kavram karmaşasından uzaklaştırarak olayların daha kolay akılda kalmasını sağlamıştır.