Elif Koç [1]
1922’de Almanya’da dünyaya gelen Annemarie Schimmel [2] Harvard ve Bonn’da Hint-İslam kültürü profesörü olarak görev yapmıştır. Doğu kültürüne duyduğu büyük ilgi onu Arapça, Urduca, Türkçe ve Farsça öğrenmeye ve bu dillerden tercümeler yapmaya sevk etmiştir. Mücadeleyle dolu zor zamanlara büyük eserler sığdıran Schimmel, otobiyografi olarak kaleme aldığı bu kitapta merak uyandıran serüvenini anlatmaktadır [3].
Annemarie Schimmel’in sınırlamaya imkân vermeyen ilgi ve birikimini anlamak için hayatında derin izler bırakan ebeveynini tanımak gerekmektedir. Dışardan bakıldığında sıradan bir Alman ailesi izlenimi vermesine rağmen Schimmel ailesi, kızları küçük Annemarie’yi açık görüşlü olmaya yönlendirmişlerdir. Karısını “tefekkürünün refikası, tezekkürlerinin ortağı” olarak gören baba Schimmel, ev işlerinde eşine yardım eden anlayışlı bir eştir. Alman disiplinini özümsemiş bir ailenin kızı olması Annemarie’nin başarılarında büyük pay sahibidir. Kısaca ifade etmek gerekirse Schimmel ailesi geleneksel, disiplinli bir Hıristiyan ailedir. Ailenin kızlarını teşvikleri sonucu, yazarın en sevdiği meşgale okumak olmuştur. 15 yaşında Arapça dersi almaya başlayan Annemarie’nin en iyi eleştirmeni, müsveddelerini gözden geçiren ve eksiklikleri dile getirmekten çekinmeyen annesidir [4].
Sıkı ve katı bir dini eğitim almış olan yazarın annesinin Lutheryan olması, ailede cezalandırıcı tanrı anlayışının hâkim olmasına neden olmuştur. Yeni Ahit’i anneannesinden kendisine kadar uzanan bir silsile boyunca ezbere bilen Scihmmel ailesinin bir ferdi olarak Annemarie, Kutsal Kitap’taki şu mısraları kendine hayat düsturu edinmiştir:
“Tanrıda sebat edenler, taze kuvvete nail olurlar
Öyle ki kanatlanırlar kartal misali
Koşarlar ve yorulmazlar da…”
Annemarie’nin şiire karşı duyduğu yoğun ilginin altında da ailenin şiire düşkünlüğü yatmaktadır. Yazar çocukluğundan itibaren şiir kitapları okumuştur. Sıradan bir Alman memuru olarak çalışan babasının zihin ve duygu dünyası ise hayrete düşürücüdür. Öyle ki Annemarie babasının, zincire vurulmuşken bile dans eden Hallac’ın fikirlerini kendisine izah ettiğinden bahsetmektedir [5].
Gençlik yılları ikinci dünya savaşına tesadüf eden yazar, babasını savaşta kaybetmiş ancak bu yılların zorluğunu aşmayı başarmıştır. Savaş sonrasında üniversiteye dönen Schimmel ve arkadaşları savaşın şokunu ve yıkımını bilgiyle ve okuyarak aşmışlardır. Fizikî zorluklar yanında ciddî psikolojik bunalımlara sebep olan savaşın bu olumsuz tesirlerini aşıp hayata tutunmada Annemarie’nin en büyük yardımcısı kitaplar ve öğrenme tutkusu olmuştur. Nitekim bir hapishaneden farksız yatakhanelerini, arkadaşlarıyla kitap okuyarak bir ilim yuvasına dönüştürmeyi başarmıştır.
Gerek kendisini yönlendiren hocaları gerek ailesi sayesinde Schimmel, daha ilk gençlik yıllarından itibaren akademik ilgilerini belirlemiş ve çalışmak istediği alana karar vermiştir. Bu durum üzerinde, yazarın tabiatı kadar nizamî ve kaliteli Alman eğitim sisteminin de etkisi olmalıdır. Yazarın ilk maaşıyla Mevlana’nın Mesnevi’sini alması yolunu en başından tayin ettiğinin göstergesidir. Annemarie’nin çevresindekiler de onun bu kararlı yürüyüşünün farkındadırlar. Arkadaşlarının Yakub Kadri’nin Yaban romanını yazara hediye etmeleri bu farkındalığa örnektir.
Schimmel’in Mevlana ilgisi yalnız hayranlık olarak kalmamış, onunla hemhal olmasına vesile olmuştur [6]. Mevlana’dan yaptığı sık alıntılar ve tercümeler bu bütünleşmenin tezahürleridir.
Schimmel’in otobiyografisi onun oryantalizm hakkındaki tespitleri bakımından önemlidir. Pek çok meşhur oryantalistle mesai paylaşmış olan yazar, bu isimlerin ortak yönleri kadar ayrılık ve çatışmalarına da değinmektedir. Annemarie’nin tanıdığı ve tanıttığı oryantalistlerin en dikkat çekici özelliği derin ve geniş yelpazeli dil bilgisidir. Fransız ve İngiliz oryantalist geleneklerinden farklı olarak Alman oryantalizmi dil ve gramer incelemeleri üzerine kurulmuştur.
Yazarın tanıştığı isimler arasında, din fenomenolojisinin kurucu ismi Gerardus ven der Leeuw, mistik eğilimiyle bilinen Friedrich Heiler, Hallâc’ı Batıya tanıtan Louis Massignon gibi köşe taşı oryantalistler özellikle dikkat çekmektedir.
Alanlarına vukufiyetleri bakımından yazarın takdirini ve hayranlığını kazanan öncü oryantalistler, zaman zaman Schimmel’i hayal kırıklığına da uğratmaktadır. İslam’ı, klasik (antik) felsefenin Avrupa’ya taşıyıcısından ibaret gören Schaeder bu isimlerdendir. Sahip olduğu dil bilgisine rağmen Schaeder’in hiçbir zaman bir İslam ülkesinde bulunmayışı, vakıf olduğu lisanları konuşmamış olması pek çok oryantalistle ortak yönünü teşkil etmektedir.
Dolayısıyla oryantalistlerin çoğu Doğu’yu, Batı merkezli bir anlayışla değerlendirmişlerdir. Schimmel bu durumu şu sözlerle ifade eder: “Onların bakış açısında şark, merkezinde Nasranî ve klasik geleneğin durduğu muazzam dünyanın bir cüzüdür.” [7]
Schimmel’in oryantalistler hakkında verdiği bilgilerde dikkat çeken diğer bir husus da bu araştırmacılar arasındaki iletişim ve etkileşim ağının kuvvetliliğidir. Yazar bu ilişkilerden ömrü boyunca gerek özel hayatında gerek ilmi kariyerinde istifade etmiştir [8].
Yazarın döneminin akademi camiasına dair değerlendirme ve tespitleri de son derece kıymetlidir. Schimmel, Alman akademisinde 1950’lerde yaşanan çekişmelere ve kadın akademisyenlerin yaşadıkları dışlanmalara ve zorluklara dikkat çekmektedir.
Müslüman tanıdıkları tarafından kendi soy ismi Schimmel’e benzerliğinden dolayı Cemile ismi verilen yazarın çoklu kimliği, yalnız isminde değil hislerinde de görülmektedir. O, diğer meslektaşlarından farklı olarak Doğuyu tanırken Batılı kimliğinin verdiği önyargılardan mümkün olduğunca sıyrılmıştır. Almanya’da yaşarken dahi İslam dünyasında meydana gelen hareketlenmeleri ilgiyle takip etmiş ve kendi birikiminden yola çıkarak analiz etmiştir. Hindistan ve Pakistan’ın ayrılması Schimmel’in ilgiyle takip ettiği ve kendisini üzüntüye sevk eden olaylardan biridir [9].
Bereketli ömrüne pek çok seyahat sığdıran Schimmel gezip gördüğü bu ülkeleri, turistik beklentilerin ötesinde kültürleri tanıma ve akademik birikimine katkı sağlama amacıyla ziyaret etmiştir. Gezdiği yerlerin mimari ve sanatsal eserlerini de gözlemlemiş ve bunlar üzerinden kültür tahlilleri yapmıştır.
İlgisi ve çalışmaları tasavvuf geleneği üzerine yoğunlaşan Annemarie, kapitalizmin tasavvufi unsurları ele geçirmesinden ve pazarlamasından duyduğu ıstırabı dile getirmektedir. Mevlana ve İdris Şah gibi ulvî manevî şahsiyetlerin temel öğretilerinden ve hatta hangi dilde yazdıklarından bile habersiz kimselerin popülarite uğruna bu konulara ilgi duyuyormuş görünmesi Schimmel’i oldukça rahatsız etmektedir [10].
Kitap boyunca şüphesiz okuyucunun en çok dikkatini celbeden husus, Schimmel’in bitmek bilmeyen üretkenliği ve azmidir. Öyle ki her anı fırsata çevirme konusunda usta olan yazar hamamda dahi kitap yazmış, Yunus Emre şiirlerini Almanca’ya tercüme etmiştir [11]. Alman dostlarından çok Türk dostlarıyla beraber olmayı tercih eden Schimmel, bu tercihini birkaç Türkçe deyim yahut adetler hakkında yeni bir bilgi öğrenme isteğiyle açıklamaktadır. Onu tanıyan hemen herkesi hayrete sevk eden bu üretkenlik Annemarie’nin daha çocukluktan gelen merak duygusu ve azmiyle yakından ilgilidir. Disiplinli ve ne istediğini bilen bir ebeveyn tarafından yetiştirilen Schimmel’in yaptıkları ailesi tarafından küçük görülmemiş ve eleştirilerle desteklenmiştir. Bu durum onun her baktığını, duyduğunu ve gördüğünü ilmî birikime dönüştürmesini sağlamıştır. İlmî birikim ise, alanlarında köşe taşı olacak ve daima kendisine referans verilecek muhalled eserler ortaya çıkarmıştır.
Annemarie Schimmel hakkında yakınlarının şahitlikleriyle farklı biyografiler yazılabilir. Ancak bu kitabı farklı ve özgün kılan yazarın kendi kaleminden çıkmasıdır. Yazar, olayları merkeze alan bir bakış açısı yerine kendi fikrî ve hissî dünyasını yansıtan bir üslup tercih etmiştir. Bu durum, Schimmel’in iç dünyasına ve onu Schimmel/Cemile yapan hususlara vakıf olmayı sağlamıştır.
Schimmel’in yaşadığı küçük ama iz bırakan şahsî tecrübeler ve sık sık yaptığı şiir alıntıları kitaba derinlik katmıştır. Gezi notlarından oluşan kitabın son kısmı, entelektüel bir seyahatname tadındadır. Kitap, Batı’da yetişmiş bir akademisyenin, “Batılı” bakış açısından uzaklaşarak “Doğuyu” önyargıdan uzak ve “bir yaratıcının sevgisinin tezahürü olarak insan olma” penceresinden anlamasının mümkün olduğunu göstermesi bakımından son derece önemlidir.
İlim ve Merak Peşinde Bir Ömür PDF