Fatma Çepiç [1]
Byung-Chul Han Almanya’daki Universitat der Künste Berlin’de felsefe ve kültürel çalışmalar profesörüdür. Kore/Seul doğumlu yazar, felsefe doktorasını Fraeiburg’da Heidegger üzerine yapmıştır. Felsefenin araçlarını şimdiyi düşünmek ve bugünün eleştirisini yapmak için kullanan yazar, neoliberal dönemde şiddet, saydamlık, yorgunluk, pop kültür, teknolojik araçlar, gen bankaları, ironi, taklit ürünler vb. kavramları, olayları, nesneleri tartışmaya açan birçok kitap kaleme almıştır. Yorgunluk Toplumu ‘nda Han, günümüz toplumunun depresyon, dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu ve tükenmişlik sendromu gibi psikolojik hastalıklarla şekillenen patolojik (hastalıklı) bir dünya olduğunu fakat bunun nedeninin, insanın bedensel ya da fiziksel durumundan değil, kapitalist yaşamın sebep olduğu pozitifliğin aşırılığı olduğundan bahseder [2].
Han, kapitalizmin aşırı pozitif bir dünya haline geldiğinden bütün ihtiyaçları karşılayacak nesnelerin ve insanların sanki her an her yerde hemen gelebilecek kadar mevcut bir durumda olduğundan bahsetmektedir. Bu durum sonucunda insanların negatif deneyimlerle yüzleşememeleri sonucu çıkartılabilir.
Han, şiddetin insana dışarıdan gelen bir kuvvet olmadığını, insanın kendi kendisine dönük olarak gerçekleştirdiği bir baskı olarak deneyimlendiği için psikolojik bir hale gelen şiddetin yine psikolojik sorunlara yol açtığını, dolayısıyla tükenmişlik sendromu ya da depresyon gibi günümüzün yaygın hastalıklarına aslında kapitalist yaşamın neolibreral iktidar rejiminin neden olduğu anlatmaktadır [3].
Han sinirsel şiddet ile günümüzdeki hastalıkların fiziksel olmadığını psikolojik olduğunu tek bir nedenin buna sebep olmadığını anlatmaktadır. Örneğin; tükenmişlik sendromu, depresyon gibi hastalıkların yalnızca negatiflikten değil pozitiflikten de kaynaklanmakta olduğu gibi.
“Disiplin Toplumunun Ötesinde” başlığında ise yazar, günümüz toplumunda Foucault’nun bahsettiği hapishanelerin, hastanelerin, fabrika ve tımarhanelerin yerini günümüzün şartlarının olanak sağladığı bankaların, alışveriş merkezlerinin vb. mekânların yer aldığından, bu durumların artık ayrımları ortadan kaldırdığından bahseder. Yani duvarlar yıkılmıştır. Anormal ve normal ortadan kalktığı gibi disiplin toplumu da silinmiştir ve ortaya performans toplumunun çıktığından bahseder. Örneğin; performans öznesinin özelliklerine bakarsak -ebildiğini yani yapabildiğinde ve –ebilemediği yapamadığında birdenbire parlar, bu durumda kendini suçlama ve kendine zarar vermesine neden olur. Aynı zamanda kendi kendisiyle savaş halindedir [4].
Performans öznesi olarak adlandırılan insan artık Animal Laborans (Çalışan Hayvan) olarak adlandırılmıştır. Kendi isteğiyle dış etken olmaksızın kendini sömürdüğünden böyle adlandırılmıştır. Örnek verecek olursak hem avcı hem de avdır diyebiliriz. İnsan baskı altına girmek istemiyor ama aslında itaatkâr bir şekilde baskı altına girmektedir. Yani özgürlük ve zorunluluğun birbiriyle iç içe olmasına izin verir ve iş ve performansın aşırılık durumu kendini sömürmeye neden olur. Masa başında oturup çalışan insanlara baktığımızda bunu görüyoruz. Han, memurların özellikle bunu yaşadığını ifade etmektedir. Aslında çalışan hayvan benzetmesine hem katılıyorum hem de katılmıyorum. Evet, doğru. Sürekli çalışıp özgürlüğünü, farkında olmadan kendi elinle veriyorsun. Hayır, katılmıyorum çünkü insan yaşadığı sürede çalışmalıdır. Ama severek çalıştığı işi onun özgürlüğünü almaz, özgürleştirir diye düşünüyorum.
Han, “Derin Sıkıntı” başlığında aşırı pozitifliğin uyarıcılarının dürtüleri aşırılığa sürüklediğinden ve dikkati derinden etkilediğinden bahseder. Buna da “Multitasking” (çoklu görev) diyebiliriz. Örneğin; yırtıcı hayvanların avlanması aynı zamanda kendisinin av olmaması için dikkatli olması, eşini ve yavrusunu koruması [5]. Han, VitaActiva’nın Hannah Arendt’a göre yeni tanımını edimin önceliğine bağlar. Örneğin; Arendt’in hocası Heidegger edimi ölüm olarak tanımlar. Ama Arendt edime kahramanca gördüğü doğum der [6].
Han, “Bakmanın Pedagojisinde” Vita Contemplativa’yı (derin düşünme) özel bir bakma sayar. Örnek olarak Nietzsche’nin “Putların Alacakaranlığı” eseri verilebilir. Bu eserde insanın bir eğitimcisinin olması gerektiği üç görevden bahseder. İnsan bakmayı, düşünmeyi ve okuyup- yazmayı öğrenmelidir. Derin düşünce de zaten bakmak, düşünmek ve okuma, yazma değil midir?7 Bu sebeplerle her şey oluşmuştur ve eser de bu konu üzerinde şekillenmektedir. Han’a göre: Bartleby hikâyesi yıkıcılığın değil, takatsizliğin hikâyesidir diyebiliriz. Bartleby’nin reçetesi “yapmamak”tır. Yapmamayı tercih etmek. Hikâyede “Wall-Street Hikâyesi” sakinlerinden, animal laborans derecesine indirilmiş gayri insani bir iş dünyasından bahsedilmektedir. Duvar “Wall” hikâyede çok geçer. Özellikle ölü duvar.
Han, son olarak “Yorgunluk Toplumu”nda ise aktiflik toplumu, performans toplumu, doping toplumu tanımlamalarından sonra insanın içinde bulunduğu toplumun hem negatifliğinden hem de pozitifliğinden dolayı adını böyle koymuştur. Yalnızca bedenin değil insan varlığının tamamının da işler durumda olup etkinliği azamileşerek performans makinesine dönüşmekte olduğundan bahsetmiştir [8].
O zaman bu performans makinesine dönüşmekte olan insanın kapitalist düzende yaşıyor olduğunu ve yaşamaya devam edeceğini gösterir. Başka bir düşüncenin yer alması Han’a da olanaksız görünüyor yorgunluk toplumunda diye düşünüyorum.
İnsan günümüzde aynı anda birçok iş yapma, her şeye yetişme içerisinde olduğundan sinirsel hastalıkları yaşamaktadır. Aslında fiziksel olarak değil mânen, psikolojik olarak yaşamakta, bu durumu kendi meydana getirmektedir. Aslında kendi meydana getirir derken gün içinde yaşadıklarımız, yoğunluklarımız bizi yorgun hale getirmekte ve sinirsel hastalıkları yaşamaktayız.
Yorgunluk Toplumu’nda homo scar bir suç sebebiyle toplumun dışına itilmiş kişidir. Onu öldüren suç işlemez. Diyebiliriz ki performans toplumu ile bakarsak performans göstermeyecek durumda olan insan değerli olarak adlandırılmaz. Ama performans toplumunda yaşayanların bir farklılığı vardır. Onlar öldürülemez, yaşamları kutsaldır. Kapitalist düzen efendi-hizmetkâr durumunu baskıyla değil gönüllü olarak yaşatmakta böylece insan kendi kendini sömürmektedir. Toplum dışına itilmiş, performans göstermeyen insanlar, dışlamak yerine topluma kazandırılabilir diye düşünüyorum, tabi ağır ve kötü sonuçlara neden olmadılarsa.
Yorgunluk Toplumu’nu herkese tavsiye ediyorum. Kapitalizmle ortaya çıkan yeni yaşamda insanın yaşadıklarını tam anlamasına, insanın tam nerede, nasıl bir durumda olduğunu görmesine yardımcı olacaktır. Aslında insanın kendisiyle yüzleşmesini, yaşamında elde edeceklerini, ettiklerinin onu nasıl değiştirdiğini ve hangi durumlara soktuğunu daha iyi anlayacaktır. Kitabı, toplum bilimini incelemeyi seven, insanlarla iletişimde olan, meraklı ve gözlemlemeyi seven aynı zamanda psikoloji-sosyoloji-ilahiyat öğrencilerinin ve tüm öğretmenlerin okuması gerektiğini düşünüyorum.