Nur Yağmur Deveci [1]
Doç. Dr. Cemil Kutlutürk 1985 yılında Ankara’da doğmuştur. Ankara İlahiyat Fakültesi’nden mezun olmuş ve ilk yüksek lisansını aynı üniversitede dinler tarihi alanında yapmıştır. Alanıyla ilgili araştırmalarda bulunmak üzere Hindistan Dış İşleri Bakanlığı’nın desteğiyle 2011-2013 yılları arasında Hindistan’da bulunmuştur. Benares Hindu Üniversitesi Hint Dinleri ve Felsefesi bölümünde ikinci yüksek lisansını tamamlamıştır. 2014 yılında doktorasını bitirmiş ve Ankara Üniversitesi İlahiyat fakültesinde Dinler Tarihi Anabilim dalında yardımcı doçent olarak çalışmalarına devam etmiştir. 2015-2016 yıllarında Tübitak projesi kapsamında ABD Colombia Üniversitesi Güney Doğu Asya Çalışmaları Bölümü’nde 15-17. Yüzyılda Hindu Müslüman İlişkileri: Bhakti ve Dini İlahi Hareketleri” başlıklı konuda araştırmalarda bulunmuş ve alanıyla ilgili dersler vermiştir. Yazar, Hindu Kutsal Metinleri Upanişadlar ve Hinduizm’de Avatar İnancı isimlerinde 2 kitap yazmıştır. Ulusal ve uluslararası hakemli dergiler de birçok makale ve kitap bölümü kaleme almıştır. Uluslararası ve ulusal birçok sempozyumda bildiriler sunmuş, çeşitli projelerde görev almış, seminer ve konferanslar vermiş, gazete ve dergi yazıları yazmıştır. İngilizce, Arapça Hintçe ve Urduca bilen yazar çalışmalarına Ankara Üniversitesi’nde devam ettirmektedir.
Hint Düşüncesinde İslam Algısı kitabı, Hindistan da Müslümanlık ve Türk algısı hakkında derinlemesine bir araştırmanın ürünüdür. Konu akademik titizlikle işlenmiş ve okuyucunun konuyu daha iyi kavrayabilmesi için tarihsel ve düşünsel sürece göre kaleme alınmıştır. Kitap, Hindistan ve Hinduizm alanında kaynak eser niteliğindedir.
Hint yarımadasına İslam gelmeden önce Araplar Hindistan ile ticari ilişkiler kurmuştur. Ticari düzeyde gelişen ilişkiler İslam’ın ilk yıllarında da devam etmiştir. Arap tüccarların bir kısmı faaliyetlerini bitirdikten sonra geri dönmüş bir kısmı da kıyı şehirlerine yerleşmiştir. Muaviye döneminde (661-680) Hint kıtasına yapılan ilk seferler sistemli ve kalıcı olamamıştır. Orta Asya’dan pek çok Türk kabilesi gelmiş ve Sind bölgesine yerleşmiştir. Emevi döneminde İslam ve yönetiminin gücünden etkilenen kimi Hindular Müslüman olup devletin siyasi ve askeri kademelerinde çeşitli görevler almışlardır [2]. Hindistan’da Müslümanların kalıcı olarak yerleşmeye başlaması ve İslam varlığının tesis edilmesi, Gazneli Mahmud’un (1030) öncülüğünü yaptığı Müslüman Türk akınlarıyla gerçekleşmiştir [3]. Gazneli Mahmud fethettiği bölgelerde mescitler ve medreseler inşa ettirmiştir. İslam’ı öğretmeleri için farklı yerlerden alimler ile mutasavvıflar getirmiş ve buralara yerleştirmiştir. Hindistan’da İslam’ın yayılmasına siyasi ve askeri başarılar kadar getirilen bu kişilerin bölge halkıyla yakın temas kurması da katkı sağlamıştır.
Delhi Türk Sultanlığı Döneminde Sultan İlturmuş (1210–1236), devlete faydalı olabilecek kişilere din ve ırk ayrımı yapmadan görevler vermiş; tüm ilim adamlarına, sanatçılara ve şairlere önem göstermiş ve onların desteğiyle şehirler imar etmiştir. İcra edilen bu faaliyetler bütün kesimlerden takdir toplamış, yöneticilerin örnek idareciliği ve alimlerle mutasavvıfların çalışmaları bölgede Hintlilerin İslam dinine ısınmasını sağlamıştır.
Babürlüler döneminde siyasi ve askeri başarıların yanında edebiyat ve şiir alanlarında da başarı kaydedilmiştir. Baburi adı verilen bir yazı stili geliştirilmiş ve Çağatay Türkçesi kullanarak önemli eserler verilmiştir. Döneme damgasını vuran ve o zamanki sosyokültürel yapıyı öğrenmemizi sağlayan eserler kitapta kaynak olarak gösterilmiştir. Örnek olarak Babürname ve Ekbername verilebilir. İki eserde de toplum arasında birlikte yaşama kültürü oluşturulmaya çalışıldığı görülmektedir. Babür devlet başkanlarından Ekber Şah (1556-1605), bütün tebaası arasında eşitliği ve barışı sağlamak maksadıyla Hindu dini ve sosyal hayatını derinden etkileyen birtakım uygulamalarda bulunmuştur. Buluğ öncesi evlilikleri önlemesi, kardeş çocukları arasında evliliğe izin vermemesi, kız için de eşit miras hakkını istemesi, köleliği ve köle ticaretini de yasaklaması bunlardan bazılarıdır [4].
Müslümanlar Hint alt kıtasına geldikleri ilk yıllardan itibaren bölgede raca adı verilen yerel yöneticilerle karşılaşmışlardır. Merkezi idareyi elinde bulunduran siyasi bir güç yerine çeşitli bölgesel bağımsızlığını ilan etmiş yerel unsurlarla karşılaşmışlardır [5]. Hindistan’ın kuzey hattının ele geçirilmesi Orta ve Güney Hindistan’a göre daha kolay ve hızlı olmuştur. Çeşitli devlet ve yapılanmalarla mücadeleye giren Türkler, Hint eserlerinde de yer almaktadır. Sevuna Devleti hakkında bilgi veren bir yazıtta Ramaçandra’nın 1278 yılında Türk saldırılarına karşı ülkesini çok başarılı bir şekilde savunduğu ve onları geri püskürttüğü ifade edilmiştir. Bu bağlamda o, “Yeryüzünü, Türk baskısından kurtaran büyük varaha” olarak methedilmiştir [6].
Hindu devletlerini idare eden siyasilerin çoğu Budizm’e ilgi duymuş ve Budizm’in önemli savunucuları olmuşlardır. Uygulanan politikalarla Budist öğretilerin halk arasında yaygınlaşması amaçlanmıştır. Kast sistemine vurgu yapılmış geleneklerin daha çok uygulanması için mücadele edilmiştir. Mahabharata ve Ramayana gibi Hint destanlarında yer alan mitolojik bazı olaylar Türklerle ilişkilendirilmiştir. Destanda geçen ilah Rama’nın dine karşı aykırı bazı davranışları sergilediği ve onun insanüstü niteliklerle donatıldığı için bu tür eylemleri gerçekleştirilmesi eleştiri konusu yapılmamıştır. Türk devlet başkanı Efdal Han anlaşma yapmak için silahsız bir şekilde çağrılmış ama Hint Devlet başkanı tarafından öldürülmüştür. Hindu zihniyeti bu olayı tevil etme yoluna girmiş ve söz konusu olan eylemin iyi-kötü veya ahlaki-gayri ahlaki olup olmamasını tartışma konusu dahi yapmamıştır. Ayrıca Hindu devlet başkanları ve din adamları Türklerin başarılarını, dini metinlerindeki karanlık dönemdeki duruma benzetmişlerdir. Budistler İlah Şiva’nın karanlık dönemden kurtarmak için yeryüzüne ineceğine [7] ve Müslümanlara hak ettikleri cezayı verip kendilerini bu durumdan kurtaracağına inanmışlardır. Hindu dini ve kültürü evrendeki sosyal düzeni yeniden tesis edecek ve bu dönemde dine bağlı olan kişiler mükafatlandırılacak şeklinde halk telkin ve teskin edilir. Müslüman Yöneticiler ırk ve din ayrımı yapmadan devlete yararı olabilecek kişilere görev verip bütünleştirici bir yaklaşım sergilerken Hindu devletlerinde aynı yaklaşım görülmemektedir.
Hindular kendi inanç ve kültür dünyasına uymayan dinler ve mensuplarını tanımlamak için birtakım nitelemeler kullanmışlardır. Bu kavramlar genelde “öteki” yi tanımla şeklinde olmuştur. Yavana (yabani, öteki) kelimesi Hindistan’a dışarıdan gelen tüm milletler için kullanılmıştır. Mleççha (cahil, pis) olarak dini inanç ve yaşayış şekli olarak kendilerini ari ırk olarak nitelendiren Hindular haricindeki günahkâr toplumlar olarak kastedilmiştir. Mleççha olarak görülen bir kişi öylesine ötekileştirilmiştir ki ona temas eden kimsenin hem manen hem de bedenen kirleneceği şeklinde bir algı oluşturulmuştur [8]. Çeşitli sebeplerden dolayı Mleççhalarla temaslı kişi temizlenebilmek için bir din adamı (brahmin) eşliğinde bir nevi kefaret töreni icra edilmesi şart koşulmuştur. Aviddhan (şeriat dışında kalan, kulağı delik olmayan) ismiyle iç sesini duymayan güzel ve hayırlı şeyleri işitemeyen, birtakım hastalıklardan korunamayan anlamı kastedilir. Hamirra/Suratrana (emir, sultan), İslam dini kavramlarından alınan isimlerdendir. Müslüman liderlerden bahsedilirken bu isim kullanılır. Turuka (Türk), İslam dini mensuplarını tanımlamak için en çok kullanılan isimlerdendir. Türk kelimesinin yerel ağızdaki karşılığıdır. Müslümanlara yapılan tanımlamalarda kullanılan isimler ötekileştirme ve değersizleştirme politikalarının sonucudur.
İslam dini ve düşüncesinin bölge halkında uyandırdığı etkiden elit kesim rahatsız olmuştur. Hindu elitleri mevcut itibarını kaybetmemek ve güçlerini korumak uğruna İslami değerleri kendi bakış açılarıyla yorumlamışlardır. Önemsiz ve geçersiz bir inanış olarak gösterme çabaları göstermişlerdir. İslam dini ve inanç sistemi yüzeysel ve dar bir bakış açısıyla değerlendirilmiştir.
Eserde Hindular’ın İslam’ı bir din olarak görmedikleri, barbarların takip ettiği yol olarak nitelendirildiği şeklinde ifadeler geçmektedir. Ayrıca yerel halk peygamber kavramını tam anlayamamış ve gereği gibi değerlendirme yapamamışlardır. İslam ibadet anlayışı Hindulara anlamsız gelmiş kurban ibadetini cahillik olarak algılamışlardır. Müslümanların cahil, medeniyetsiz kimseler olarak algılanmasının temel nedeni, hem Vedalar aracılığıyla ifşa edilmiş hakikat bilgisinden yoksun olmaları hem de Hint toplum kültür yapısının temelini oluşturan varnaşrama (kast sistemi) dışında kalmalarıdır [9]. Hint klasik kaynaklarında ve sonraki dönemde yazılan eserlerde Müslümanlar kötücül karakterli varlıklara benzetilerek onların kendilerinden daha aşağı bir düzeyde olduğu mesajı verilmiştir. Yazar, kitapta çeşitli eserlerden kesitler vererek görüşlerini desteklemiştir [10].
Orta çağ Hint düşüncesinde Türklerle ilgili olumlu ifadeler de yer almaktadır. Türklerin askeri ve yöneticilik konularında iyi oldukları birçok eserde geçmektedir. Türklerin kalabalık toplulukları iyi yönetebildikleri, iyi ok kullanıp ata bindikleri ifade edilmektedir. Gücü ve yetkiyi kendi menfaatine kullanmayan yazar, Türk liderler hakkında Hindu mabetlerini yıkıp yerine mescitleri inşa ettiğine dair olumsuz yazılar da mevcut olduğunu fakat bu iddiaların diğer kaynak eserleri incelendiğinde asılsız olduğu açıkça ortaya koymuştur [11].
Bhakti Sanskrit dilinde ayrılmak, hizmet etmek, paylaşmak, hizmet etmek, teslim olmak, tapınmak ve bağlanmak anlamlarına gelmektedir. Dini bir terim olarak sevgi ve samimiyetle Tanrı’ya adamış ve aşkla ona bağlanmış kimse manasındadır.12 Orta çağ Hint tarihinde Bhakti hareketi Hindistan’ın pek çok bölgesinde etkili olmuştur. Yazar, coğrafi bölgelere göre kısmi değişimlere uğramasının sebebini harekete yön veren mezhep önderlerinin görüşleri ve bulundukları muhitin dini, kültürel ve siyasi yapısı etkili olduğunu vurgulamıştır. Bhakti hareketinin geniş bir tabana yayılmasının altında yatan faktörlerden biri hareket önderlerinin halka karşı sade, anlaşılır ve bütünleştirici tutumu oluştur. Kast sistemi dışında kalanların ve alt kasttakilerin yaşadıkları haksızlıklar İslam’a ve Bhakti hareketine girmelerini kolaylaştırmıştır. Yazar Bhakti hareketinin Hindu geleneklerinden kurtuluş inancı konusunda farklı olduğunu belirtmiştir. Bu harekete göre kurtuluşa ulaşmak için soylu ve üst kastta olmaya gerek yoktur ve samimi bir aşkla Tanrı’ya yönelme ile kurtuluşa erişilebilir. Bhakti hareketinin Hinduizm’le diğer farkı da aşkın tek ilah görüşüdür.
Bhakti önderleri, dini düşüncelerini şekillendirirken yaşadıkları muhitte etkili olan farklı dini gelenekleri birikimlerinden yararlanmışlardır. İslam’daki tevhid inancından etkilemişler ve Hakikat tektir öğretisi geliştirmişlerdir. Bhakti düşünürlerinin içerisinde “Sen tek ve görünmez olan ilahi varlık Rahman ve Rahim’sin. Senin adların Keşava ve Kerim’dir. “Şeklinde bir kullanım tercih ederek bir Müslüman ve Hindu’nun aynı Yüce Varlığa taptığını ve aralarında fark olmadığı algısı oluşturmaya çalışan bir kesim vardır. Müslümanları özellikle mescitte namaz kılmanın önemine vurgu yapmaları ve davet edilmesi konusunda eleştirmiş ve Müslümanların Allah’ı tam manasıyla idrak edemediklerini iddia etmişlerdir. Allah inancını kendi inanç dünyalarına ait kavramlarla karşılaştırma yapmaları, kendi görüşlerini temellendirmek ve bu konudaki mesajlarını muhataplarına iletmek amacıyla bilinçli uygulanan bir metot olmuştur. Bhakti düşünürlerine göre insanların bağlanması gereken gerçek rehber, kutsal metinler değil, Tanrı’nın bizzat kendisidir. Tanrı’ya özgü nitelikleri başka varlıklar veya objelerde aramak bireyi yanlış yola sürükler [13]. Yazar Bhaktilerin çeşitli ayetlerle Müslümanların kendi davranışları eleştirilmiş ve Müslümanların kendi kutsal metinlerini idrak edemediği görüşünü aktarmıştır. Bhakti düşünürleri İslami öğretiler konusunda yeterli bilgileri olmamasına karşın kendi menfaatlerine uygun düşecek şekilde yorumlar yapmış ve Kur’an ve Peygamber’i hakkında yanlı fikirlerini halka aktarmışlardır.
Hindular ve Müslümanlık deyince akla en önemli ibadet farkı olarak kurban ibadeti gelmektedir. Bhaktilere göre kurban, öfke ve kötülüğün yansıması, anlam verilemeyen ve gereksiz bir ibadettir. Ramazan ayına ayrı bir önem verilmemesi gerektiğine senenin diğer vakitleri de göz ardı edilmemesi gerektiği görüşünü savunmuşlardır [14]. Düşünürler tarafından kaleme alınan eserlerde İslami ibadetler gereksiz gösterilmiş, onları bir takım ahlaki değerlere indirgeme çabası içine girilmiştir ve bu durum İslami ritüellerden rahatsız olunmasının bir ürünüdür [15].
Yazar, Hint düşüncesinde İslam ve Türk algısını dönem ve parçalara ayırarak kitapta yazmıştır. Kitap Hint medeniyeti, Hinduizm ve İslam konularında okuyucu bilgilendirici niteliktedir. Müslüman Türk devlet yöneticileri Hindu kültürüne özgü ritüellere önem vermiş ve ayrım yapmadan toplumdaki her kesimin faydasına olabilecek çalışmalarda bulunmuştur. Hindu öğretilerinde Hinduizm inanç ve öğretileri dışında kalanlar değersiz görülmüş ve önyargılı davranılmıştır. Hindistan’da Müslüman ve Türk kelimeleri birbirlerinin yerine kullanılmıştır. Hint Düşüncesinde İslam Algısı kitabı Hindistan ve İslam konularıyla derinlemesine bilgi öğrenmek isteyen kişilerin rahatlıkla konuyu kavrayabileceği şekilde yazılmıştır. Ayrıca kitapta okuyucular için haritalar, kullanılan araştırma metotlarının sunumu, kaynak metinler ve zengin bir dipnot seçkisi bulunmaktadır. Cemil Kutlutürk konuya objektif olarak yaklaşması, farklı görüşleri ötekileştirmeden açıklaması ile genç araştırmacılara örnek teşkil etmektedir.