Esmanur TÜRKEL [1]
“İzlenimler, Umutlar’da, çağdaş dünyanın politik, sosyal ve ekonomik yapısını değerlendirdikten sonra, her alanda bilirkişilerin görüşlerinden de yararlanarak sorunların nereden gelip 2000’li yıllarda nerelere yönelebileceğini araştırmak istiyordum.” (İzlenimler, Umutlar,1999, 59)
Kimya doktoru, iş adamı, anı yazarı (D. 5 Ocak 1913, İzmir – Ö. 6 Ekim 1993, Pensilvanya / ABD). Tam adı Nejat Ferit Eczacıbaşı’dır. Kimya Doktoru, iş adamı, sanayici Süleyman Ferit Eczacıbaşı’nın oğludur. İzmir Robert Kulübü’nün kurucu üyelerinden ve sivil toplum lideridir. Eczacıbaşı Topluluğu’nun kurucusudur. Robert Kolej’i (1932) ve Almanya’da Heidelberg Üniversitesi Kimya Bölümünü bitirdi (1934). Amerika’da Chicago Üniversitesi’nde yüksek kimya öğrenimi gördü (1934-1935). Almanya’ya dönerek Berlin Üniversitesi’nde kimya doktorasını tamamladı (1935-1938), Kaiser Wilhelm Enstitüsü’nde biyokimya araştırmaları yaptı (1938-1939).
Eğitimlerinden ötürü bilimsel ve sistematik bir evrensel bakış açısı geliştirmiş olan Eczacıbaşı’nın vazgeçilmez ilkesi toplumumuz insanlarının daha iyi bir yaşama nasıl kavuşabileceği düşüncesiydi. İlk olarak vitamin hapları ve vitaminli bebek maması üreten küçük bir laboratuvar açtı ve daha sonra 1941 yılında İstanbul Kartal’da Eczacıbaşı Seramik Fabrikası ve Eczacıbaşı İlaç Sanayi ve Ticaret A.Ş’yi kurdu. İlerleyen yıllarda İpek Kağıt Sanayi Fabrikası’nı kurarak bu fabrikayı holdinge dönüştürmeyi başardı.1950-90 yıllarında ise holdingine ilaç, yapı gereçleri, temizlik kağıtları, sağlık bakım ürünleri, sermaye piyasası, dış satımlar ve bilgi iletime kadar varan atılımlarını sunmakla meşgul oldu.
Dr. Nejat F. Eczacıbaşı’nın anılarını topladığı Kuşaktan Kuşağa (1982) ve aramızdan ayrılışından kısa süre önce tamamladığı İzlenimler, Umutlar (1994) kitapları, Dr. Nejat F. Eczacıbaşı Vakfı Yayınları tarafından yayımlanmış yapıtlar arasında yer alıyor.
İlk bölümde Osmanlı İmparatorluğu’nun ekonomisinden, ticarette devletçilik anlayışından, Lonca Teşkilatından bahsetmektedir. Avrupalılar tarafından Amerika kıtasının bulunmasıyla ticaret yolları bambaşka yollara çevrilmesinden ve bozulan askeri düzen, tırmanan enflasyonla, cereyan eden isyanlarla Osmanlı’nın çağ dışına nasıl sürüklendiğini anlatmaktadır. Sanayi devrimini yaratan akılcı düşünceyle Osmanlı’daki haritalar için “Resim olduğu için küfürdür.” diye dershane duvarlarından indirilmesinden ve bu aradaki uçurumdan gericiliğin ve bağnaz düşüncenin ne ölçülerde yıkımda bulunduğunu düşünmektedir.
Cumhuriyet Dönemi itibariyle sağlıksız, eğitimsiz Anadolu halkının, ilkel tarıma dayanan ekonominin, var olamayan sanayi ve dengesiz ticaretin yerini Atatürk’ün deyimiyle devlet-i iktisadiye olmasını istediği yeni bir Türkiye’den bahsetmektedir. Atatürk’ün bilhassa devletçilik hakkındaki görüşlerine yer vermektedir ve devletçilik dönemiyle sanayileşme alanında girişimlerin artmasından söz etmektedir. Çağdaşlaşma ve serbestleşme 1990’lü yıllarda süregelmektedir. Eczacıbaşı gelecekte ekonomik kalkınma için gerekli etmenleri sıralamaktadır. Bu etmenlerin özeti hem dışa hem de bilime açık sanayidir. Ayrıca Batı dünyasının nasıl ve neden yükseldiğini şöyle açıklamaktadır:
“Öncelikle Batı toplumları Ortaçağ boyunca insan düşüncesini donduran ve değişmeyen bir nitelik alan skolastik anlayışları kırıp parçalamışlardı. Rönesans ve Reform ortamından geçerek çok dinamik bir görünüm kazanan Avrupa ülkeleri Batı’nın bireyci insanına yepyeni bir dünya bakışı getirmişti. Değişmez bir dünya tasarımından insan eliyle yeni baştan kurulup yaratılan dinamik bir evren anlayışına geçişi simgeleyen yeni felsefe, Batı Avrupa topluluklarına bireysel hak ve özgürlükleri, giderek oluşacak liberal toplum için gereken değişik kurumsal ve örgütsel yapıları getirmekteydi. Sonunda modern “sivil toplum” düzenini yaratan bu dönüşüm süreci belirli aşamalarla gerçekleşti. Önce Batı’daki değişimlerin dünya görüşü düzeyindeki ürünü olarak “aydınlanma” felsefesi ortaya çıkmış, modern çağı yaratan sürecin ikinci halkasını ise Sanayi Devrimi sırasında özellikle kentli sınıflar ve burjuvazinin gelişmesi ile ekonomik birikim arasındaki ayrılmaz ilişkiler oluşturmuştu.”
Eczacıbaşı bu bölümde tüm dünyadaki kapitalizm, komünizm, liberalizmden bilhassa Sovyetler Birliği’nde ve Amerika Birleşik Devletleri’ndeki terakki eden olaylardan bahsetmektedir. Marx ve Engels’ten sonra genç devrimci Lenin’in yetişmesi, fikir dünyasından, Stalin’in hoşgörüsüz baskı yönetiminden ve netice itibariyle Sovyetler Birliği’nin kaçınılmaz yıkılışından bunla birlikte oluşan devletçiklerin ahvallerinden bahsetmektedir. Aynı şekilde Birleşik Amerika’nın devlet adamlarının hayat hikayelerinden ve devlet yönetmedeki stratejilerinden bilhassa ekonomi ve silahlanmadaki girişimlerden bahsetmektedir. Liberal sistem için ise şöyle demektedir:
“Modern liberal sistemde kapitalizmi ekonomik olarak başarıya götüren insanın doğal eğilimleridir: Daha iyi yaşamak, daha başarılı olmak, daha çok kazanmak özlemleri gibi… Ne var ki, bu yapıcı eğilimlerin belirli durumlarda toplumu ve ekonomiyi yıkıcı yönlere götürdüğü de bilinir.”
Bu bölümün sonunda ise şöyle demektedir: “Başarı kuşkusuz, üretim ve bölüşümde insan yeteneklerini en uygun yöntemlerle üst düzeye çıkarabilenlere ait olacaktır.”
Bu bölümde Eczacıbaşı demokrasinin tanımına, Atatürk’ün ilk çok partili siyasal sistemi denemelerine, CHP ve İnönü döneminden, 1950’deki barışçı iktidar değişiminden, Menderes, Demirel, Ecevit, Özal, Çiller dönemlerindeki olaylara ve kendi anılarına yer vermektedir. Sonrasında Dr. Refik Saydam’dan, Contergan (Talidomid) faciasından, Menderes ile hususi anılarından, Sanayi Bakanlığı önerisini kabul etmemesinden söz etmektedir. Demokraside muhalefetten anlayış biçimi şu şekildedir:
“İngiltere parlamentosundaki muhalefet partisi “majestelerinin sadık muhalefeti” diye tanımlanır. Bu yaklaşım biçimi muhalefetin iktidarın uydusu olduğu anlamına gelmez elbet… Söz konusu kavramla anlatılmak istenen gerçek, toplumun önünde muhalefetin de iktidar kadar sorumluluklarının bulunduğunu vurgulamaktır. Ortak sosyal sorumluluk anlayışı çerçevesinde muhalefet yıkıcı değil, yapıcı olacak, denetleme ve eleştirileriyle iktidara ve sonuçta da ülkeye katkıda bulunacaktır.”
Bölümün sonunda şu sözlerine yer vermektedir.
“Dilenen, Türk siyasal yaşamının yetiştirdiği ve yetiştireceği “devlet adamları”nın, uygar toplumların iktidar ve muhalefet alanlarındaki ilkelerini içtenlikle benimseyerek, siyaset ile ekonomik ortamı çok daha özenle değerlendirir duruma gelmeleridir.”
Laleli’de üç odalı apartmanın mutfağında geceleri ürettiği D vitamininden, Levent’te kurdukları ilk modern Türk ilaç fabrikasından, Avrupa’nın seramik sağlık gereçlerini üreten en önemli tesislerinden, Moskova’da “Eczacıbaşı Drugstore” adıyla kurulan eczaneler zincirine kadar ve sonrasında Eczacıbaşı Topluluğu’nun modern iş yönetimi, halkla ilişkileri, kültür, bilim, sanat ve sporda ülkenin gelişmesine katkıda bulunmasından bahsetmektedir. Eczacıbaşı Topluluğu açısından 2000’li yıllar gelişiminin bir başka aşamasını simgelemektedir. Yüzyılın başlarında İzmir’e yaptığı değerli katkılar nedeniyle bir hastane eczacısına verilen onursal bir unvan olan Eczacıbaşı, yirminci yüzyıl sonlarında sağlıklı bir yaşam için üretimde bulunan, dünyaya açık, çağdaş bir sanayi topluluğuna dönüşmektedir. “Eczacıbaşı Topluluğu’nun temel yaklaşımı, çağdaş beklenti ve isteklerin en uygun biçimde karşılanması olmuştu hep…Eczacıbaşı’nın ilkeleri her zaman güven vermek, uluslararası standartlarda kaliteli ürünler sunmak, doğru pazarlama politikalarını yürütmek ve tüketiciyi en önde tutmaktı.”
Kendi çocukları için şöyle söylemektedir.
“Elli yıllık yoğun bir uğraşın ardından, beni izleyecek kuşağın içtenlikle inandığım değerlere bağlılıklarını görmek, büyük bir sevinç kaynağına dönmekteydi. Hele çocuklarımın, iş ve toplum düzeninde, Eczacıbaşı Topluluğu’nun kimliğini ve ekonomik başarısını çok daha yükseklere taşıyacaklarına inanmak, iş yaşamının sonunda insanın ulaşabileceği en büyük mutluluğu vermekteydi.”
Yazar bu bölümün sonunda yaşamındaki mühim olayların fotoğraflarına yer vermektedir.
Yeryüzünde olumlu politik ve ekonomik gelişmeler gerçekleşirken, tüm insanların sağlığını ve ekonomisini giderek tehlikeli boyutlarda tehdit eden bir başka olgu çıkmıştır ortaya: Çevre sorunu…
Sağlık sorunlarının çözümü ve beslenmenin bilimsel yöntemlerle gerçekleştirilmesi dünyamızda nüfus patlamasını umulmadık ölçülere ulaştırırken, yirminci yüzyılın özellikle ikinci yarısında sanayileşme dünyanın her çevresine yaygınlaşmış bulunuyordu. Bu ikilem ise, toplumları doğayla ilgili korkunç gerçeklerle karşı karşıya getiriyordu. Doğa sorunları deyince akla galiba önce nüfus patlaması geliyor. Bunu, çevre kirlenmesi ve doğanın bozulması izliyor.
Yirmi birinci yüzyılda buluşların hız ve yoğunluğunun artmasıyla birlikte her alanda terakkiler kaydedilmiştir. Yazar bu bölümde Antik Tıp’taki atılımlardan, modern ilacın ortaya çıkışına kadar seyreden olaylardan söz etmektedir. “Biyoloji Çağı” diye nitelendirdiği yirmi birinci yüzyılı özetle daha uzun yaşayan, daha sağlıklı insanların toplumu olacağını ve ekonomide de çığır açan gelişmelerin görüleceğini düşünmektedir.
Değişen iklim, ozon tabakası, asit yağmurları, kirli sanayiler, kirleten teknolojiler, biyoçeşitlilik, kimyasal maddeler, zehirli atıklardan bahsetmektedir. Daha güzel bir çevre için çözümün ileri sanayi ve teknoloji olduğunu savunmaktadır. Politikacıların bu alanda yapması gerekenlerden bahsetmektedir ve yarının kuşaklarına sağlıklı bir ortam bırakmanın gerekli olduğunu düşünmektedir.
Sonrasında insanoğlunun yazgısı, sevgisi, saygısı, merakı, vakti, çalışması, motivasyonu hakkında kendi düşüncelerine ve ünlü düşünürlerin sözlerine yer vermektedir. İnsan ilişkilerinde çalışanlar, yöneticiler, çocuklar ve genç kuşaklara nasihatler vermektedir.
Yazar Osmanlıların on altıncı yüzyıldan başlayarak dünyadaki çağdaş oluşumlardan uzak kalmış, aydınlanmaya tümüyle ters düşen tutumlara sürüklendiklerini düşünmektedir. Oysa yazara göre hurafe niteliğinde bile olsa tüm dogmalar, gelenekler, görenekler aklın eleğinden geçirilmeli, incelemelere ve eleştirmelere bağlanmalıydı. Aydınlanmayı yaratan şeyin özgürlük ortamı olduğunu düşünmektedir.
Bu bölümde Osmanlı’da Tanzimat sonrasından, Atatürk devrimlerinin amaçlarına kadar kültür, sanattaki mühim olaylardan bahsetmektedir. Festival kelimesinin anlamından, çağdaş festivallerin doğumuna kadar festivallerin niteliklerinden söz etmektedir. Bilhassa İstanbul’un tarihsel kimliğinden söz etmektedir. İstanbul Festivali kapsamında Topkapı Sarayı’nda orkestra, Galata Mevlevihanesi’nde Mevlevi ayinleri, Aya İrini’nde konser, Rumelihisarı’nda tiyatro, Feshane’de sanat müzesi gibi birçok sanatsal etkinlikleri gerçekleştirdiklerinden söz etmektedir. Netice itibariyle İstanbul’u bir dünya kültür başkentine dönüştürdüğü için İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı 1992 yılında UNESCO büyük kültür ödülüyle onurlandırmaktadır.
Bu bağlamda yazar “Türk halkının uzun süreli amacı, Avrupa’yı var eden kültürü, uygarlığı, dünya görüşü ve felsefeyi de kendi yaşamı içinde tümüyle geçerli kılmaktır.” demektedir. Bölümün sonlarına doğru uluslararası alanda ün yapan yurtdışındaki Türklere ve çalışmalarına yer vermektedir.
Yazara göre yirmi birinci yüzyılın eşiğinde geleceğin dünyasına bakarken, öncelikle teknolojik gelişmenin ölçüleri insanları dehşete düşürmektedir. Toplumların yaşadıkları çevre sorunlarına ilgileri ise gittikçe büyümektedir. Toplum yaşamında, sosyo-ekonomik ortam elbette gelecekte de insanların en önde gelen kaygısı olacağını ve insan özerkliğine saygı gösteren ve ekonomik olanakları yücelten ortamlar daha büyük ölçüde benimseneceğini düşünmektedir.
Bu bölümde tüm kitapta bahsedilen olaylar özetlenir niteliktedir. Ve son olarak yazar yaşamın amacı ve mutluluk nedir sorusuna şöyle yanıt vermektedir:
“Topluma olumlu katkıda bulunmak, insanları sevebilmek ve sevilip sayılan bir kişilik yapısına kavuşabilmek!
Dünya, ancak böyle davranılabilirse, çok daha aydınlık ve kıvanç verici bir görünüme bürünebilir.”
Kitap 7 ana bölümden, 4’lü 5’li alt başlıklardan ve onlarda kendi içinde alt başlıklardan oluşmaktadır. Türü otobiyografidir. Genel anlamıyla dili oldukça sadedir. Hatta alıntılarda bazı kelimelerin öz Türkçe ’deki karşılıkları parantez içinde verilmiştir. Dilin sade olmasına karşın konular oldukça yoğundur. Yazarımız daha çok Türkiye’nin ekonomik, siyasal, kültürel ve sosyal hayatı üzerine yoğunlaşmıştır. Ülkemizin geri kalmışlık problemine modernist ve batılı perspektif üzerinden ajite edici cevaplar aramaktadır. Bu problemi ideolojik okumaya tabi tutmaktadır. Kendi branşı, uzmanlık alanı ve iştigal ettiği sağlık sektöründeki tecrübeleri, sonuçta ülkemizin gelecek vizyonu hususunda daha fazla ufuk açıcı önerileri beklenirdi. Zira modern ulus devletin hemen öncesinde başlayan sağlık sektörü ile ilgili yatırımlar, kaliteli insan kaynaklarımızın batıda eğitim almasına yönelik çabalar dikkate alındığında bu ülkeyi öne çıkaracak sektörün de sağlık alanı olması beklenirdi. Ancak dünya çapında hekimlerimiz ve bilim adamlarımız çıkmasına rağmen aşı ve ilaç sektöründe aynı oranda varlık gösterememizin derinlikli sebepleri tam tahlile tabi tutulmuş değildir.
Cumhuriyet Dönemi için kaynak olarak okunabilecek bir kitap olduğu kanaatindeyim. Nejat Ferit Eczacıbaşı, Eczacıbaşı Holding, dünyanın ve Türkiye’nin kısa bir tarihi hakkında bilgi edinmek isteyen kişiye bu kitabı tavsiye edebilirim.