Merve Can [1]
Beşir Ayvazoğlu, 1953 yılında Sivas’ta doğar. İlk ve orta öğrenimini Sivas’ta, yükseköğrenimini Bursa’da tamamlayan Ayvazoğlu, 1976 yılında çeşitli liselerde Türkçe ve Edebiyat öğretmeni olarak görev yapar. Uzun yıllar öğretmenlik yaptıktan sonra gazetecilik ve köşe yazarlığı gibi farklı mesleklerde de görev alır [2].
Beşir Ayvazoğlu çok yönlü bir kişiliğe sahiptir. Şiir, roman, deneme, makale, eleştiri, inceleme, biyografi, köşe yazısı gibi birçok türde eser vermiştir. Aşk Estetiği, Gülname, Güller Kitabı, Dede Efendi yazarın en bilinen eserleri arasındadır. Türk Edebiyatında onun adının sıkça anılmasının pek çok sebebi vardır. Bunlardan en önemlisi, derin bir araştırmacı titizliği ve sanatçı duyarlılığını birleştirerek eserler ortaya koymasıdır. Bunun dışında aldığı ödüllerle de adından sıkça söz ettirmiştir.
1982 yılında yayımlanan Aşk Estetiği adlı kitabıyla Türkiye Yazarlar Birliği tarafından yılın yazarı ödülüne layık görülmüştür. 1986 yılında Türk Milli Kültürüne Hizmet Ödülü, 2008 yılında Uluslararası Türkçe Öğretim Derneği tarafından İsmail Gaspıralı Türk Dili ödülü olmak üzere pek çok ödül almıştır. Beşir Ayvazoğlu, eser verdiği bütün alanlarda kültür olgusunu temele koyan bir anlayışa sahiptir. Özellikle kültürümüze büyük katkısı olan insanların onun çalışmalarında ayrı bir yeri vardır. Ayvazoğlu bu düstur ile yapmış olduğu çalışmalarda tarihe mal olmuş şahıslar, bilim adamları ve sanatçılar yoluyla geçmiş estetiğini günümüze taşır.
Bir kültür tarihçisi olarak Beşir Ayvazoğlu, insan dışında mekânı anlatan eserlerinde de derin incelemelere yer verir. O, bir kentin tarihini, coğrafyasını, toplumsal hayatını, geçirdiği değişimleri, atmosferini, doğal güzelliklerini, unutulan değerlerini, yeme içme kültürünü, gecesini gündüzünü, yazını kışını, eğlence hayatını, daha bin bir türlü özelliğini aynı titizlikle okuyucunun gözleri önüne serer.
Çalışmaya konu olan Dersaadet’in Kalbi Beyazıt adlı eser Ayvazoğlu’nun titiz çalışmalarından birisidir. Söz konusu eser, 2009 yılında yayımlanır. Yazar, eserinde İstanbul’un önemli mekânlarını anlattığı birbirinden bağımsız yirmi başlığa yer vermiştir. Başlıkların isimlerini o başlık altında anlattığı hikâyeye uygun seçmiştir.
Beşir Ayvazoğlu, “Lodosun yalancı bahar yaşattığı günlerden birinde, Sirkeci’den başlayarak Beyazıt’ta sonlanan bir gezintiye çıkar.” Bu iki-üç saatlik gezi içerindeki izlenimlerini not ettikten sonra bu izlenimler doğrultusunda yirmi deneme yazar [3]. İstanbul’un çeşitli semtlerinde, sokaklarında, caddelerinde yaşadığı olayları okuyucuya aktarırken sanki orada geziyormuş hissini de tattırır. Zaman zaman okuru alıp tarihte İstanbul içinde gezdirir, zaman zaman da günümüz İstanbul’unun o eski halinden eser kalmadığını söyleyerek hayıflanır. Ayrıca yazar, anlattığı hikâyelerde geçen sokaklar, tarihi mekânlar, caddeler vb. yerlerin Türk edebiyatında pek çok esere daha konu olduğunu örneklerle açıklar: “Eskilerden, Ahmet Rasim’in Fuhş-ı Atik’inde Kalpakçılarbaşı Caddesi’nin tasvir edildiği genişçe bir bölüm var. Ve tabii Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Huzur, Kemal Tahir’in Yol Ayrımı ve Orhan Pamuk’un Kara Kitap isimli romanlarındaki tasvirler…” [4].
İncelenen kitap yazarın “Lodos” adlı deneme yazısı ile başlar. Bu denemesinde yazar İstanbul’da bir vapur yolculuğundayken etrafındaki insanları inceler ve izlenimlerini okurlarıyla şu şekilde paylaşır: “Az önce garsondan aldıkları çayları zevkle yudumlayan yaşlı bir çiftin yanına oturmuştum. Karşımdaki esnaf kılıklı adam cep telefonuyla bağıra bağıra konuşarak ekonomik krizden yakınıyordu. Gözlerini sürekli üzerimde hissettiğim için beni tanıdığını düşündüğüm, fakat emin olmadığım için yanıma gelmeye cesaret edemeyen bir genç, sağ koluyla sarmaladığı sevgilisine mırıl mırıl bir şeyler anlatan sarışın bir delikanlı, gazetelerine gömülmüş birkaç orta yaşlı…” [5].
Yazar, kitabın bu ilk denemesinde İstanbul’da gezmeyi en çok sevdiği yerlerden bahseder. Herkesin mutlaka bu mekânlara uğraması gerektiğini şu sözlerle bize salık verir: “İstiklal Caddesi’ni, Divanyolu’nu, Haliç kıyılarını, Üsküdar – Beylerbeyi arasını yahut canınız neresini isterse orasını tadını çıkara çıkara gezebilirsiniz.”[6].
Dersaadetin Kalbi Beyazıt adlı eserde insanlar, eski eşyalar satan vitrinlere, denize, ağaçlara, kuşlara baka baka adımlar İstanbul sokaklarını. Nar gibi kızarmış bir simit ile tamamlarlar öğle yemeklerini ve tabi ayaküstü girilen bir kahvede içerler tavşankanı çaylarını. Esnaf ile sohbet ederler. İstanbul’un dar sokaklarında yürümek bazen zor olsa da bulundukları yerin tarihi havasını hissederler.
Beşir Ayvazoğlu, “Kapalıçarşı” başlığını verdiği ikinci denemesinde “İstanbul, insanı tarih okumaya zorlayan bir şehir.” der [7]. Kapalıçarşı’nın Osmanlı dönemindeki önemine, kaç padişaha ev sahipliği yaptığına ve geçirdiği büyük yangınlara değinir. Kapalıçarşı’da tarihi doku insanı alıp geçmişe götürür. Birbirinin içine girmiş dar ve loş sokaklar insanı büyüler. Yalnızca turistik açıdan değil manevi açıdan da Kapalıçarşı İstanbul’un önemli bir parçasıdır.
“Kapalıçarşı deyip geçme
Kapalıçarşı
Kapalı kutu.” [8]
Yazarın, mekânın bugünkü durumu ile ilgili bir de eleştirisi vardır.
Yolum Kapalıçarşı’ya düştüğünde, Evliya Çelebi’nin Miss Pardeo’nun veya Edmondo de Amicis’in tasvir ettiği loş ve rengarenk kıyafetler giymiş insanlardan oluşan bir kalabalığın kaynaştığı çarşıdan geçtiğimi hayal eder, Ahmet Rasim’in kaydettiği satıcı seslerini işitir gibi olurum. Yeri gelmişken kulağınıza bir sırrımı fısıldayabilir miyim? Kapalıçarşı’nın labirentlerinde modernite tarafından işgal edilmediği zamanlarda, mesela on yedinci veya on sekizinci yüzyıllarda kaybolmak isterdim [9].
Sahaf adlı deneme ile yazar bizi İstanbul’un sahaflarla dolu sokaklarında gezintiye çıkarır. Sahaflar içinde kitap karıştırmak, tanıdığı kitapçılarla sohbet etmek, kokusunu duyarak kitaplar arasında gezmek de İstanbul’un ayrı bir güzelliğidir: “Sahaflar isterler ki, eski kitaplar ve belgeler arasında çıkılan uzun ve heyecanlı keşif yolculuklarının zevkini mürekkep yalamış herkes ucundan kıyısından tatsın!”
İstanbul’un birbirinden güzel camilerini anlattığı kısımda yazar, önemli bir konuya değinir. Osmanlı Medeniyetinin kendisinden önceki medeniyetler zamanından kalma eserlere de sahip çıktığını, yakıp yıkmak yerine onları koruduğunu belirtir. Bu duruma Ayasofya’dan Kalenderhane Camiine kadar pek çok eseri örnek gösterir.
Beşir Ayvazoğlu, okuyuculara küçük bir İstanbul gezisi yaptırırken önemli yerlerin dışında İstanbul’un olmazsa olmazlarından da bahseder. Bunlardan birisi de sokak satıcılarıdır. Ağaçların diplerinde, kaldırım kenarlarında tespih, çakmak, eski para, pul gibi şeyler satarlar. Kimileri derviş kılıklıdır. Yanlarına oturup sohbet ettiğinizde bir çakmak satıcısından fazlası olduğunu anlarsınız bazılarının.
Yazar, okuru ile beraber çıktığı bu gezide adım adım İstanbul’u hisseder, hissettirir. Sonunda Beyazıt Meydanı’ na gelen Ayvazoğlu, burayı hep cıvıl cıvıl oluşuyla anlatır. Meydan her zaman hareketli, alışverişin bol olduğu bir yerdir. Kahveler ve kitapçılar meydanın her zaman birbirini tamamlayan vazgeçilmez iki unsurudur.
Beşir Ayvazoğlu, “Bayezid” adını verdiği denemesinde Beyazıt meydanını ve II. Bayezid’i anlatır. Beyazıt Meydanı’na Roma devrinde Forum Theodosiacum veya Forum Tauros denirmiş. Boğa anlamına gelen Tauros isminin kimine göre bakırdan, kimine göre tunçtan imal edilmiş bir boğa heykelinden geldiği söylenir. Bir rivayete göre, bazı suçlular bu heykelin içine kapatılıp altlarında ateş yakılarak cezalandırılırmış. Yavaş yavaş kızarmaya başlayan adamların önce feryatları, daha sonra da kömürleşmeye başlayan vücutlarından çıkan dumanlar kızgın boğanın ağzından ve burnundan çevreye yayılarak halkı dehşet içinde bırakırmış [10].
Beyazıt denilince akla ilk gelen şahsiyet şüphesiz ki II. Bayezid’dir. II. Bayezid’in türbesi Beyazıt Meydanında bulunmaktadır. Bayezid’in türbesinin yanında da kızı Selçuk Hatun’un türbesi yer alır. Sağır kasnaklı bir kubbeyle örtülü sekizgen bir yapı olan Bayezid Türbesi, 1992 yılında, “500.” yıl dolayısıyla restore edilmiştir [11]. Beşir Ayvazoğlu türbeyi gezerken bir üzüntüsünü de dile getirir. Türbede yapılan restorasyonun baştan savma ve beceriksizce olduğunu söyleyerek burada yatan büyük zata saygısızlık yapıldığına değinir. Eleştirilerini dile getiren yazar, İstanbul’un pek çok yerinde bulunan tarihi eserlerin bu şekilde harap edildiğini örneklerle okuyucuya gösterir.
Bayezid Camisi civarında, Kanuni devrinden beri varlığını sürdüren kahveler vardır. Ancak buradaki kahveler günümüzdeki gibi boşa vakit öldürülen yalnızca çay-kahve içilen yerler değildir. Bu kahveler, zamanında kültür ve edebiyat dünyamıza çok hizmet etmiştir. Bunlardan en önemlisi Küllük Kahvesi’dir. O tarihlerde üniversite hocalarının, şair ve yazarların buluşup konuştuğu, tartıştıkları vazgeçilmez bir mekân olmuştur. Ayrıca Küllük Kahvesi de İstanbul’un pek çok yeri gibi Türk Edebiyatı eserlerine konu olmuştur: “Kemal Tahir’in Yol Ayrımı ’nda ‘Saray şoförü’ Çorumlu Dadal, gazeteci hemşerisi Selim’e kurulacak olan Serbest Fırka hakkında bilgi vermek için Küllük Kahvesi’ne gelir.” [12].
Ayvazoğlu kitabında İstanbul’un eksilen, unutulan yönlerine de yer verir. Sahafların ziyaret sayılarının azalması, mahalle kahvelerinin apanmaya yüz tutması, esnaf ile halkın sohbetlerinin eskisi kadar iyi olmaması, tarihi yerlerin yerine yapılan yeni binalar vb. bunlara örnektir.
Beşir Ayvazoğlu, çalışmalarıyla hem bir edebiyatçı hem de bir araştırmacı olarak kültür tarihimiz için önemli işler ortaya koymuş bir sanatçıdır. Ayvazoğlu’nun çalışmalarının okura ulaşma başarısı onun ele aldığı konuyu bir anlamda sahiplenmesi ya da benimsemesi ile de ilişkilidir. Sanatçı incelediğimiz bu eserinde, insanın yaşadığı yeri, tarihi, sosyal, kültürel vb. yönlerden anlaması için her karış toprağını gezip, hissetmesi gerektiğini vurgular.
Beşir Ayvazoğlu, İstanbul’un pek çok yerini 152 sayfada gezme imkânı sunar okurlara. Eser, Beyazıt Meydanı, sahafları, camileri, cami avlusunda bulunan güvercinleri, kütüphaneleri, caddeleri, kahvesi, Kız Kulesi ile İstanbul’u hiç görmeyen insanlara İstanbul’u tanıma fırsatı verir. Ayvazoğlu, bu mekânlarda gerçekleşmiş gerek tarihi gerek yakın zaman olaylarına da değinir. İstanbul’u İstanbul yapan pek çok tarihi yapı, büyüleyici mimari, tarih kokan dar sokaklar, Kız Kulesi’nin yanı sıra çarşılar, hanlar, camiler adım adım sürpriz yapar İstanbul’u adımlayanlara.
İstanbul Sokaklarında Küçük Bir Gezinti PDF