Macide Sündüs Motur [1]
1928 yılında Kırgızistan’ın Şeker köyünde doğan Cengiz Aytmatov, Türk dünyasının önemli yazarlarından biridir. Aytmatov’un babası Törekul Aytmatov bir devlet adamıdır. 1937 yılında Kırgız Türkçesi’ni savunması sebebiyle dönemin Rus Lideri Stalin tarafından halk düşmanı ilan edilen Törekul Aytmatov, 1938 yılında öldürülmüştür [2]. Cengiz Aytmatov ve kardeşlerini annesi Nahima Aytmatov yetiştirmiştir. Yazarın gençlik yılları İkinci Dünya Savaşı zamanında geçmiştir. Köydeki yetişkin erkeklerin savaşa dâhil olmasıyla, köyün işlerini gençler üstlenmektedir. Bu sebeple erken yaşlardan itibaren köy sekreterliği, muhasebecilik ve Rusça öğretmenliği gibi işler yapmıştır [3]. Savaşın insanlar üzerindeki yıkıcı etkisine yakından şahitlik etmiştir. Aytmatov, Cambul’daki Veteriner Okulu’nu okuduktan sonra Bişkek’te [4] bulunan Frunze Tarım Enstitüsü’ne kayıt yaptırmıştır. Daha sonra Maksim Gorgi Edebiyat Enstitüsü’ne geçiş yapmıştır. Burada okurken Pravda [5] gazetesinde yazmaya başlamıştır. Aytmatov’un dünya çapında ün kazanmasını sağlayan Cemile romanı, Louis Aragon tarafından “Dünyanın en güzel aşk hikâyesi” olarak ifade edilmiş ve Fransızca’ ya çevrilmiştir [6]. Beyaz Gemi, Gün Olur Asra Bedel, Selvi Boylum Al Yazmalım yazarın eserlerinden bazılarıdır. Cengiz Aytmatov, 1963 yılında Lenin ödülünü almıştır. Müellif, 1968’de Sovyet Edebiyat Ödülünü kazanmıştır ve Kırgızistan milli yazarı seçilmiştir. Ayrıca, Aytmatov yazarlığının yanında diplomat olarak da görev yapmıştır. Milletvekilliği ve büyükelçilik görevlerinde de bulunmuştur [7]. Cengiz Aytmatov, 10 Haziran 2008 yılında tedavisi için getirildiği Almanya’da dünya hayatına gözlerini yummuştur.
Toprak Ana, İkinci Dünya Savaşı döneminde kocasını ve üç oğlunu savaşa gönderen bir kadının toprak ile dertleşmesinin yer aldığı bir romandır. Romanda yazarın zorlu geçen gençliğinin, başka bir ifadeyle İkinci Dünya Savaşı yıllarının büyük bir yansıması görülmektedir. Romanın kahramanı Tolgonay’ın doğduğundan beri toprağa ayrı bir ilgisi vardır. Tolgonay, kocası Savankul ile bir hasat zamanı tanışır. Kasım, Muslubek ve Caynak adında üç oğulları vardır. Köyde toprağın işlenmesi için baba Savankul, Tolgonay ve büyük oğulları birlikte çalışırlar. Savankul, köye ilk traktörü getiren kişidir. Yaşamlarını güzel bir şekilde sürdürürken savaş başlar. Köyde askere gidebilecek erkekler birer birer gitmeye başlar. İlk olarak Kasım sonra Savankul, daha sonra Muslubek askere gider. Savaşın yıkıcı etkileri devam ederken, köyün baş sorumlusu Tolgonay, Kasım’ın eşi Aliman ve köylüler bir yandan askerler için topraktan çıkan ürünleri cepheye gönderirler. Zaman geçtikçe kıtlık kapıya dayanır ve zor günler geçirirler. Savaş biter, ama evin erkekleri eve dönemezler. Yaşam devam etmektedir. Aradan yıllar geçer. Gelini Aliman bir çobanla tanışır. Birlikteliklerinden bir çocukları olur. Aliman zorlu bir doğum sürecinden sonra ölür. Tolgonay ninesi olarak Canbolat’ı koruyup kollar.
“Kök salma mekânı olan toprak, dünyadaki canlı yaşamının devamını sağlayan en önemli unsurlardan birisidir.” [8]. Başka bir ifadeyle, toprak, insanların ve diğer canlıların hayatında fevkalade önemlidir. Nice canlar yeşermektedir bu toprakta. Yaşamın sürdürülebilmesi için gerekli besinler toprak vasıtasıyla bizlere ulaşır. Üzerinde yürüyüp gezdiğimiz, yaşadığımız yerdir toprak. Ne yazık ki bununla beraber üzerindeki insanlar toprak için savaş çıkarırlar, kan dökerler. Oysa bu dünya, bu toprak biz insanlar için değil mi?
“Ey bu dünyanın insanları! İstediğiniz nedir sizin? Toprak mı? İşte toprak karşınızda, benim. Ancak hepiniz içinim ben, bana göre sizler birbirinize denksiniz. Benim yüzümden kavgaya gerek yok. Sizin dostluğunuzu, emeğinizi istiyorum. Sürülmüş tarlanıza bir tohum atın, size yüz tane vereyim. Dikeceğiniz bir dalcıktan size koskoca çınar yetiştireyim. Bağ bahçe yetiştirin, meyve yağdırayım. Sürü edinin, ot bitireyim. Ev yapın, duvarı ben olayım. Üreyin, çoğalın, yerleşmeniz için kucağımı açayım. Erişilmez yüksekliklerim, ulaşılmaz derinliklerim vardır. Sonsuz sınırlarımla hepinize yeterim.” [9]
Benzer şekilde, Salim Durukoğlu ve Zeynep Yurttaş’ın (2016) ifadelerine göre, toprak bağrına atılan her tohumu, insan için lezzetli bir yiyeceğe dönüştüren gizemli bir varlık kaynağıdır. Aynı zamanda insanlara bir annenin rahmi gibi, sonsuz sığınma ve yaşama olanağı sunar [10]. Toprak, çocuklarını gözeten bir anne misali, bizi bağrına basmaktadır. Kollarını açıp, insanlara sahip çıkmaktadır. Fakat insan toprağın cömertliğine fazlasıyla karşılık vermemektedir. Toprak, insanın yaşamında ve ölümünde görevini layıkıyla yerine getirecek ve hep insanla beraber olacaktır.
Romanın geçtiği zaman İkinci Dünya Savaşı yıllarıdır. Savaşın üzücü sonuçları kitapta etkili bir şekilde ifade edilmektedir. İnsanları yerinden, yurdundan, canından eden, sevdiklerinden ayıran savaş, insanlığın en büyük felaketidir [11]. Aynı zamanda savaş en şiddetli ilişki biçimi sayılmaktadır. İbn Haldun’a göre savaş insanlık tarihi kadar eski bir geçmişe sahiptir ve doğal bir gelişmedir [12]. İlk insan Hz. Âdem’in oğulları [13] arasında var olan düşmanlık savaşın ilk örneği olarak nitelendirilmektedir. Günümüzde gerek insanlar arasında gerek devletlerarasında gelişen acımasız olaylar devam etmektedir. Devletler kendi sınırlarını genişletmek, dünyaya hâkimiyet kurabilmek adına toprağı hırpalamaktadır. Aynı zamanda işgalci devletler, mazlum coğrafyaların mal ve zenginliklerine el koymak, sömürmek için nice çocukları, kadınları ve erkekleri öldürmektedir. Toprak ki sayısız doğumlara, ölümlere ve savaşlara tanıklık etmektedir.
Toprak her ne kadar olumsuz olaylara şahitlik etse de insanlara cömertliğini hep göstermektedir. Toprağın üzerinde gerçekleşen her ne olursa olsun toprak, kendisini ekip biçene, üzerinde gezen dolaşan insanlara, otlayan sürülere, oynayan çocuklara hiçbir karşılık beklemeden kucak açmaktadır. Toprak Ana, savaş döneminde insan hayatındaki zorlukları, mücadeleleri toprağın diliyle anlatmaktadır [14]. Betimleyici anlatımıyla yaşananları okuyucunun gözleri önüne sermektedir. Kitap, insanlığın evrensel sorununu okuyucuya etkili ve sade bir dille anlatmaktadır. Tasvirlerin güçlü olması anlatımı zenginleştirirken, insanın gönlüne dokunan ifadelerle umut, hüzün ve kırgınlık gibi duyguları beraberinde getirmektedir. Yazarın hayatından izler taşıdığı için gerçek duygulara ulaşmak okuyucu için mümkündür. Bu anlamda toprağı dinlemek okuyucuya farklı bir bakış açısı sunmaktadır. Savaş zamanı yaşamış bir anneyi ve hep bizimle var olan toprağı kendi ağızlarından dinlemek isteyen herkesin Toprak Ana’yı okuması tavsiye edilmektedir.