Sümeyye Doğan [1]
Ülkemizde pek rağbet görmeyen Kültür Tarihçiliğinin cansız bir saha olmasının sebebi, öneminin kavranamayışından mı yoksa bu alanda derin bir araştırma sabrı ve dil bilmeme yetkinliğinden mi bilinmez. Osmanlı Türkçesi sanılanın aksine öğrenmesi zor bir dil değilken… Kendisini kültür tarihçisi olarak adlandırmasa da son yıllarda yaptığı çalışmalardan dolayı böyle adlandırıldığını ayrıca belirten Dursun Gürlek’in bu alanda önemli çalışmaları var: Ayaklı Kütüphaneler.
1952 Tokat doğumlu Dursun Gürlek, yedi yıllık İmam Hatip okulunun ardından Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü okudu. Eskilerin İmam Hatip Lisesinin şimdinin İlahiyatına denk eğitiminden sonra Edebiyat Bölümünü bitirir. İstanbul’u tanıtma gezilerine rehberlik yapması ve Osmanlı Türkçesi dersleri vermesi ile de bilinen Gürlek, dilin sadeleştirilmesine karşı. Eski Türkçeyi kullanmada cirit attığını kitapta da görmek mümkün. Kitapları arasında belki de en çok beğenilen Ayaklı Kütüphaneler kitabı, bugünü düne bağlama gayreti ve gıptaya şayan çabalarıyla kültürümüze sahip çıkan isimlerden (16) bibliyoman ve ilim adamlarının okuma yazma sevdaları ve kültümüze katkıları anlatılıyor. Eski yıllarda kültürümüzü doğru aktarmak konusunda (bazı) yazarlar, yazdıkları ve çevirdikleri eserlerinde büyük dikkat ve önem gösterdiler. Bu gayretlerinin ve çok kısıtlı eski eserlerimizi korumadaki pür dikkat ve titizliklerinin karşısında ne kadar minnet duysak az. Ayrıca Gürlek’in büyük çalışması olan ve üç cilt halinde yayımlayacağını söylediği, “Osmanlı’dan Cumhuriyet’e miras kalan en önemli kültür âbidelerinden biri” olan İbnülemin Mahmud Kemal İnal çalışmasının ilk cildi, İbnülemin Mahmud Kemal İnal (Cumhuriyet Devrinde Bir Osmanlı Efendisi) Kasım 2017 yayımlanmış; ikinci cildi ise geçtiğimiz aylarda (Kasım 2020) çıkmıştır: İbnülemin Mahmud Kemal Inal: Darüi-Kemal ve Erbab-i Kemal 2.
İsimlerini pek duymadığımız veya tanımadığımız bu önemli kişilerle çoğumuzun ilk tanışını yapacağı Ayaklı Kütüphaneler’ dan bazı isim ve çalışmaları:
Arapçanın zorluklarının ve Osmanlı Türkçesinin doğru anlaşılmasında başyardımcı kaynak olacak olan, El Okyanusû’l –Basît fî Tercümeti’l- Kamûsü’l-Muhît sözlüğünü beş yılda Osmanlıcaya çeviren ki bunun bir mucize olduğunu söylerler, önemli sözlük yazarımız Mütercim Asım.
Bir Fransız filozofuna ait kitap çevirisiyle dilimize 2 bine yakın felsefi terim karşılığını kazandırmasının ardından, eklediği 500 sayfalık önsözüyle Sahih-i Buhârî tercümesinde dengi görülmemiş yeteneğini kanıtlayan Babanzâde Ahmet Naîm.
57 yıl yürürlükte kalan, Fransız Medeni Kanunlarına da giren hatta Avrupa’yı etkileyen ve hukuk dünyasının şaheseri olarak adlandırılan Mecelle’yi oluşturan bilginlerimiz ve hukukçularımızın gayretleri ve bunlar arasında çalışmalarıyla en önemli isim olarak görülen Ömer Hilmi Efendi.
Kaşgarlı Mahmut’un tarihimizi ve dilimizi anlattığı Türkistan diyarımız Divan-ü Lügat-itTürk eserinin yıpranmış ve her an kaybetmek üzere olduğumuz tek nüshasını bulup en iyi şekilde koruyup kollayan, Kilisli Muallim Rıfat Efendi’nin istinsah ve tashihi yardımı ile bize kazandıran Ali Emiri Efendi.
Vefatıyla dönemin İsveç Başbakanı tarafından İsmet Paşa’ya “İlmin başı sağ olsun!” diye telgraf çekilen, günümüz tabiriyle Diyanet, TDK, TTK gibi alanlarındaki yetkinliği bünyesinde barındıran ve kendisinin son hükmünün temyiz kararı olduğu, İsmail Sâib Sencer.
Ve birçoğumuzun ancak maddesel değerleriyle kavrayabildiğimiz ciddi konuları, ağlayarak öngören Muallim Cevdet. 1931 yılında Osmanlı arşivlerinin rastgele ve üstelik düşük bir parayla Bulgarlara satılması ile ilk ve belki de tek çılgına dönen kişi o oldu. Devrin başbakanı İsmet İnönü’yü bu konuda uyarmasının ardından verdiği canhıraş çabanın sonunda satılan 200 balyadan ancak 51 tanesi alınabildi. Gelen 51 balya da elenerek gönderilmiş, kalan belgelerin bir kısmı da 40.000.000 Levaya [2] Vatikan’a çoktan satılmıştı…
Ayaklı Kütüphaneler sadece 16 tane bibliyoman ya da ilim adamının kitap okuma ve yazma sevdalarının anlatılması değil, kitapsız yaşamaktansa aç kalmayı tercih ederek biriktirdikleri kitaplarıyla, Batı karşısında küçümsenmeye kapılmadan kültürümüze ve dilimize sahip çıkanların sağlam özlerini, yüksek derecede kültür ve bilgi birikimini görmenin verdiği güveni de yakalıyorsunuz.
Kültürümüze ve dilimize sahip çıkmayı isteyip ama tanımaya, okumaya nerden başlayacağını bilemeyenler bu kitap ilk kaynak olabilir. Kendi değerlerini kaybetmeden kültürü, irfanını ayakta tutmaya çalışan kişilerin verdiği gayretleri görünce değerlerimize bakış açınız ve saygınlığınız etkileniyor. Özellikle harf devriminden sonra, daha yeni kurulan bir ülkeymişçesine üzerimize yüklenilen “gelişmekte olan ülke” tabirinin yaşattığı geri kalmışlık psikolojisinin yerine, sahip olduğumuz ihtişamlı mazimiz devam ettirilebilseydi, yeni olmanın korkaklığı değil sağlam tabanlı olmanın verdiği cesaret, özgür ve özgüven ruhunu hep taşıyabilirdik. Artık günden güne Osmanlı Türkçesine rağbetin artmasının yanı sıra, “Osmanlı Türkçesini öğrenmek değil, öğretmektir zor olan” diyen Dursun Gürlek gibi bazı büyüklerimiz bunun özellikle öneminde ve gayretinde.
Ayrıca kendimize yakın bulduğumuz isimlerin davranışlarından, belki de hiç tecrübe edemeyeceğiniz bazı konularda nasıl bir tavır ve tutum sahibi olmamız gerektiğini örnek edinebileceğimiz gibi, kendilerine has yaşantılarından çeşitli “alışkanlıklar” listesi çıkarmak da mümkün. Mesela: Önemli bir kitabı kütüphaneye gidip incelemeyi değil, ziyaret etme saygınlığı; Kitap okurken çay dahi içmeyi saygısızlık olarak görüp tüm enerjiyi kaliteli bir okumaya çevirmeyi; Bir yazarın bir konuya nasıl yaklaştığının detaylıca anlatıldığı yerlerde, araştırma yöntemlerini göstermesi; Öylesine yanından geçip gittiğimiz Ali Emiri Kültür Merkezine, bir Fatiha okuyacak kadar bakış açınızın değişmesi; Bugünlere gelmesine vesile oldukları merkez ve üniversite kütüphanelerine kitaplarını vakfetmeleri ve bunu geleneksel vefa borcu olarak görüp, kitaplarınıza ne olur ne olmaz diye emanet gözüyle bakmanız…
Kültürümüzün başka kültürler arasında eriyip gitmesine izin vermeyen, haysiyet ve onurunu yok olma tehlikesinden kurtaran maddi, manevi, ruhi, fiziki bize kattıkları her şey için ve daha tanıyamadığımız tüm pınar başlarımıza duyduğum minneti tekrar belirtir, hepsine Allah’tan rahmet dilerim.