Berrin Kaçar [1]
Kitabın yazarı Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci, halen Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesinde görev yapmakta olan bir hukuk tarihi profesörüdür. Lisans öğrenimini Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinde tamamlamış, sonrasında ilmi ve kültürel maksatlarla Avrupa, Ortadoğu ve Asya’da pek çok ülkeyi ziyaret etmiştir. Türk hukuk tarihi ve İslam hukuku alanlarında yaklaşık on beş eseri
bulunan Ekinci, aynı zamanda Üçışık ve Arvas ailelerinin dostlarındandır. “Takdim” kısmında anlattığına göre bu biyografiyi hazırlama fikrini, bizzat Abdülhakim Arvasi Hazretlerinin torunu Seyyid Medeni Üçışık ortaya atmış; dedesi hakkında ortalıkta dolaşan yalan yanlış bilgiler sebebiyle müteessir olduğundan bahisle yazarı cesaretlendirmiştir.
Ekinci, eseri hazırlarken akademisyen olmasının getirdiği yetkinlikle arşivlerden yararlanmakta, bu belgeleri de kitabın arkasında “Vesikalar” başlığı altında okuyucuya sunmaktadır. Ayrıca Arvasi Hazretlerini bizzat gören, tanıyan kişiler de dahil olmak üzere, kendisiyle bir şekilde irtibatı olan pek çok şahısla tekrar tekrar görüştüğünü; Başkale, Van, Arvas, Nehri, Hizan, Doğubeyazıd gibi Abdülhakim Arvasi Hazretlerinin yetiştiği bölgeleri ziyaret ederek araştırma yaptığını da kaydetmektedir. Bu haliyle kitap, sadece edebi değil aynı zamanda -tam da Seyyid Medeni Üçışık’ın hedef gösterdiği gibi- son derece kapsamlı bir ilmi eser olma özelliği göstermektedir. Son olarak şunu da belirtmek gerekir ki Ekinci’nin
ayrıca Seyyid Abdülhakim Arvasi Hazretleri tarafından yetiştirilmiş meşhur ilim insanı Hüseyin Hilmi Işık’ın hayatını ele aldığı “Ebedî Seâdet Yolunda Bir Ömür-Hüseyin Hilmi Işık” isimli bir eseri de bulunmaktadır.
Kitap temelde dört bölümden oluşmaktadır. Birinci bölüm, Arvasi Hazretlerinin çocukluk yıllarından vefatlarına kadar gerçekleşen önemli hadiseleri kronolojik sırayla vermekteyken ikinci bölüm, kendisinin huy ve alışkanlıklarına ayrılmıştır. Üçüncü bölümde yakın çevresi sayılabilecek şahısların Abdülhakim Arvasi’ye ilişkin hatıraları bulunmakta, son olarak
dördüncü bölümde ise ailesi ve yakınlarına ilişkin ayrıntılı bilgiler yer almaktadır.
Seyyid Abdülhakim Arvasi Hazretleri, 1276/1860 yılında, Van’ın Başkale ilçesinde,[2] Nakşi tarikatı şeyhlerinden Seyyid Mustafa Efendi’nin en büyük oğlu olarak dünyaya gelmiştir. Soyu, Hz. Hüseyin Efendimize kadar varmakta, kırk yedinci kuşaktan Peygamber Efendimizin torunu olduğu bilinmektedir. Hakkındaki genel bilgileri, bizzat Arvasi Hazretlerinin hazırlattığı risaleden [3] öğrenmek mümkündür. Ekinci’nin söz konusu risaleden aktardığına göre Seyyid Abdülhakim Arvasi, dönemin ilim merkezi Irak’ın çeşitli beldelerinde ilim tahsil etmekteyken, yaklaşık on iki-on üç yaşlarında, Peygamber Efendimizi rüyasında görmüş; babası Seyyid Mustafa Efendi de bu rüyayı, oğlunun ileride alim olabileceğine yormuştur. İşte bu rüya neticesindedir ki Arvasi Hazretleri gayretini son derece arttırmış ve ilim öğrenmek yanında “ciddi surette riyazet ve nefs mücadelesiyle” [4] de meşgul olmuştur. Öyle ki bahsi geçen risalede Arvasi Hazretleri, rüyayı takip eden on sene içinde cuma günleri hariç hiçbir geceyi yorgan altıda geçirmediğini, ekseriyetle kitap başında uyuyakaldığını ifade etmektedir.
Arvasi Hazretleri 1300/1882 yılında mürşidi Seyyid Fehim Hazretlerinin yanından ayrılıp memleketi Başkale’ye dönmüş ve burada, dönemin padişahı Sultan Abdülhamid’in ismine izafeten Hamidiye Medresesi’ni kurarak yirmi dokuz sene talebe okutmuştur. Aynı şekilde bundan beş sene sonra, yani 1305/1887 yılından itibaren de Seyyid Fehim Hazretlerinin halifesi olarak irşad vazifesini yerine getirmiştir. Kitapta, Arvasi Hazretlerinin, medrese masraflarını kendisine miras kalan mallardan harcayarak karşıladığı, resmi olarak buraya müderris tayin edildikten sonra kendisine bağlanan aylığı da yine aynı giderler için sarf ettiği, yetişemediği durumlarda ise payitahttan yardım aldığı belgelerle açıklanmaktadır. Ekinci, tüm bu belgeleri okuyucuya sunmakla, Saray’ın Abdülhakim Efendi’ye hürmet gösterip arka çıktığını, maddi olarak desteklediğini, ayrıca Kürt aşiretler nazarında itimat edilen bir alim olması sebebiyle Doğu bölgelerinde çıkabilecek muhtemel bir isyanda kendisinden istifade etmeyi düşündüğünü ileri sürmektedir [5].
Eserde, Seyyid Abdülhakim Efendi’nin Birinci Dünya Savaşı sırasında Doğu Anadolu’nun Rus işgali altında kalması sebebiyle 1915 yılında memleketi Başkale’den ayrılmak zorunda kaldığı, önce Musul’da, sonra Adana ve Eskişehir gibi şehirlerde kısa süre kalarak 1919’da İstanbul’a vardığı kaydedilmektedir. Yıllar süren bu uzun ve zorlu yolculuğun ardından [6] Sultan Vahdettin’in fermanıyla Eyüp’teki Kaşgari Dergahı’nın şeyhliğine tayin edilen Arvasi Hazretleri, tekkelerin kapatılmasına ilişkin 1925 tarihli kanuna kadar yaklaşık altı yıl burada irşad görevini yerine getirmiş, tekke kapatıldıktan sonra da zikredilen kanunun müsaadesi çerçevesince burada oturmaya devam etmiştir.
Ekinci’nin de dikkat çektiği üzere, Arvasi Hazretleri’nin İstanbul’a ayak bastığı yıllar, Osmanlı’nın oldukça zor, hareketli ve karmaşık yıllarıdır. Eseri kaleme alırken önemli bazı siyasi hadiselere de değinmiş olması, yazarın, okuyucunun dönemin ruhunu anlamasını hedeflediğini göstermektedir.
Yazar, Arvasi Hazretleri’nin emsallerine göre daha hareketli bir sosyal hayata sahip olduğuna dikkat çekerek, öğrencilerine ve diğer ahbaplarına sık sık ziyarete gittiğini, onların sadece manevi değil her türlü sorunuyla alakadar olduğunu belirtmektedir. Ayrıca Ekinci’ye göre Abdülhakim Efendi’nin İstanbul’a geldiği ilk yıllarda Medrese-i Mütehassısin gibi zamanın en yüksek ilim müessesesinde müderrislik yapması, geniş bir entelektüel çevre edinebilmesinin esas sebebidir. Bu görevi sayesinde Arvasi Hazretleri, Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi, Gümüşhanevi Tekkesi şeyhi Ömer Ziyaeddin Dağıstani Efendi ve Babanzade Naim Bey gibi ünlü şahsiyetlerle tanışmıştır.
Ekinci, cumhuriyetin ilanından sonra dönemin hükümeti tarafından gece gündüz takip edilip göz hapsinde tutulan Arvasi Hazretleri’nin bu gelişmeye nasıl tepki verdiğini, tabiri caizse durumu nasıl “idare ettiğini” yakınlarından aktardığı hatıralar vasıtasıyla gözler önüne sermektedir. Bu noktada en çok dikkat çeken husus, şüphesiz, Abdülhakim Efendi’nin “Harb hiledir.” hadisi uyarınca siyasi güçlerle açıkça mücadele etmemesi, dışarıdan inkılaplara uyar bir görüntü sergilemesidir. Öyle ki bu gelişmelerden sonra Arvasi Efendi kitaplarını saklamış, dergahtaki gece sohbetlerini bırakmış, kendisini sevenlerden kimseye elini öptürmemiş, ev ve dükkân ziyaretlerini kesmiş, birkaç kişi dışında kimseyle görüşmemiş, yalnızca yakınında bulunan bir iki gencin eğitimiyle ilgilenmiştir. Abdülhakim Arvasi Hazretleri’nin hayatı, dinin gereklerinin açıkça ve kolaylıkla yerine getirilemediği bir dönemde takınılacak tavır kadar; elektriğin, telefonun, sinemanın bulunduğu modern dünyada bir Müslüman olarak nasıl yaşanılacağını göstermesi açısından da oldukça kıymetlidir. Kitapta yalnızca kendisinin ev halleri, çocukları ve diğer akrabalarıyla ilişkileri değil ayrıca bir İslam alimi olarak dönemin siyasi olaylarına ve hatta geleceğe ilişkin yorumları, olaylara bakışı, derin düşünme kabiliyeti, dönemin diğer önde gelen şahsiyetleriyle ilişkileri de gözler önüne serilmiştir. Bu bakımdan eser bize Abdülhakim Efendi’nin her açıdan eksiksiz bir portresini sunmaktadır.
Kitabın ilerleyen kısımlarında, Abdülhakim Arvasi hakkında yazılmış beya bir şekilde kendisinden bahsedilmiş kitap, makale, köşe yazısı, tez, ansiklopedi maddesi olmak üzere her çeşit kaynak incelenerek (bu eserin ortaya çıkmasına da neden olan) yanlışlıklar tek tek düzeltilmiştir. Hakikaten bu yanlışlıklar sayıca öyle çok ve öyle vahimdir ki yazarın Arvasi
Hazretleri hakkında çalışmaya başlama motivasyonuna hak vermemek elde değildir.
Öte yandan bu bölümde, dönemin diğer meşhur alimi Said Nursi ile Abdülhakim Arvasi arasındaki anlaşmazlık da detaylıca incelenmiş, çeşitli risale ve mektuplardan alıntılar yapılmıştır. Ekinci’ye göre Abdülhakim Efendi, Said Nursi’nin klasik din adamına uygun olmayan hal ve tavırları ile, siyasetin içinde yer alması sebebiyle kendisini uyararak hoşnutsuzluğunu dile getirmiş fakat sert bir tutumla karşılaşmıştır. Yazar, Said Nursi’nin, dönemin hükümeti tarafından zulme uğramasında Abdülhakim Arvasi’nin katkısının bulunduğuna ilişkin düşüncesine ihtimal vermiyor görünmektedir.
Abdülhakim Efendi’ye ilişkin bolca hatıranın bulunduğu ve bir çırpıda, keyifle okunan kısımlardan sonra, dördüncü bölümde, Arvasi ailesinin kökeni hakkında da ayrıntılı açıklamalara yer verilmektedir. Anlatıldığına göre yüzyıllar önce bir sebeple[7] Bağdat’tan kalkıp Anadolu’ya gelen Seyyid Kasım Bağdadi, Abdülhakim Efendi’nin atasıdır. Kitapta bu iki zat arasında yaşamış mübarek şahsiyetler ve onların hayat serüvenine dair pek çok ayrıntı ve rivayete de değinilmektedir. Yazar burada, Arvasi ailesine ilişkin bütün bilgi ve belgeleri toplayarak karşılaştırmakta ve bir tarihçi titizliğiyle doğru sonuca ulaşmaya çalışmaktadır. Her ne kadar söz konusu çabanın tarih ilmi açısından önemi muhakkak ise de okuyucunun kimin kim olduğunu akılda tutması ve odağını kaybetmemesi maalesef kolay görünmemektedir. Bu sebeple Ekinci, eserin en arkasına isabetli şekilde bir soy ağacı şeması eklemiş ve okuyucuya kolaylık sağlamayı amaçlamıştır.
Söz konusu bölümü okumaya devam ettikçe anlaşılmaktadır ki Arvasi ailesi uzun yıllar ilimle meşgul olmuş eğitimli ve mübarek kimselerden oluşmaktadır. Belki de bu sebeple yazar yalnızca Abdülhakim Efendi’yi anlatmakla kalmamış, eserin muhtevasını bu minvalde genişletmeyi tercih etmiştir.
Aynı şekilde “Abdülhakim Efendi’yi Sevenler” başlığı altında yapılan açıklamalar da sadece adı geçen şahsiyetlerin hayatları hakkında fikir vermemekte, aynı zamanda Arvasi Hazretlerinin çevresindeki bu insanların yüksek kültür seviyesini de gözler önüne sermektedir. Yazar bu kısımda, Doğu’da olduğu gibi İstanbul’da da Abdülhakim Efendi’nin etrafına kısa sürede son derece münevver bir çevrenin toplandığına dikkat çekmekte ve bu çevrenin nadide mensupları hakkında kısa biyografik bilgiler vermektedir.
Ekinci’nin bu çalışması, Abdülhakim Arvasi Hazretleri hakkında bugüne kadar yazılmış en kapsamlı eser olma özelliği taşımaktadır. Bilimsel yazma kurallarına riayet edilerek anlaşılır bir dille kaleme alınmış kitap, yalnızca Arvasi Hazretleri hakkında değil, aynı dönemde yaşamış diğer alimler, dini şahsiyetler, devlet adamları, siyasetçiler ve hatta Sultan Vahdettin hakkında, ilginç anekdotlar barındırmaktadır. Bu açıdan eserin tarih yazıcılığına katkısı da dikkat çekmektedir. Ayrıca sevdiği yemek ve renklerden verdiği fetvalara varıncaya kadar Abdülhakim Efendi hakkında her türlü bilgiyi içermesi sebebiyle bir kaynak kitap olduğunu da söylemek mümkündür. Son kısımdaki belgeler de dahil, yaklaşık yedi yüz sayfa tutan eserin, titiz bir gayretin ürünü olduğu aşikardır. Son olarak şunu söylemek gerekir ki eser, her ne kadar dilinin sadeliğiyle her yaştan okuyucuya hitap edecek mahiyette ise de ayrıntılı anlatımı sebebiyle daha çok Arvasi Hazretleri hakkında akademik çalışma yapmayı hedefleyenlerin ilgisini çekecek gibi görünmektedir.
Ekinci, eserin Takdim kısmında “Gökyüzünü yıldızlarla süslediği gibi yeryüzünü de… ariflerle ziynetlendiren… Allah’a hamd ve senalar… olsun.” diyerek Abdülhakim Efendi gibi kıymetli şahsiyetlerin varlığı sebebiyle duyduğu sevinci dile getirmektedir. Aynı şekilde, bu eseri okuyup da bizleri, hayatı boyunca ehli sünnet çizgisinde yürümeye gayret etmiş Arvasi Hazretleri ile tanıştıran yazara teşekkür etmemek elde değildir.
İstanbul’da Bir Seyyid: Abdülhakim Arvasi PDF