Büşra Nurdoğan [1]
Prof. Dr. Erol Göka 1959 yılında Denizli’de dünyaya gelmiştir. Sağlık Bilimleri Üniversitesi Tıp Fakültesinde, Psikiyatri Bölümü Eğitim ve İdari Sorumlusu olarak görev yapmaktadır. Grup psikoterapileri, psikodinamik yönelimli ve varoluşçu psikoterapi alanlarına özel bir ilgisi bulunan Göka, ülkemizin önde gelen bilim insanlarındandır.
Ergenliğinden ilk gençlik yıllarına kadar Marksist olduğundan bahseden Erol Göka, “Marksist özelliklerimi kısmen koruyorum ama büyük ölçüde de değiştim, özgürlük konusunda artık Marx’tan öğreneceğim hiçbir şey yok.” diyor. Gençlik yıllarından sonra mesleki yöneliminin de belirginleşmesiyle birlikte psikoloji odaklı bir düşünce sistemine yöneldiğini ifade ediyor [2]. Geçen yüzyılın sonlarında, 1980’li yılların siyasi atmosferi nedeniyle gazete ve dergilerde Deniz Gürsel mahlasıyla önemli yazılar kaleme almıştır. Halen çalışmalarına etkin olarak devam etmektedir.
Erol Göka, “Kalpten Varoluş Merkezimiz Kalp ve Temel Eylemi Merhamet” kitabında, okuyucularına kalp kavramını, psikiyatriye bakışındaki özgün dinamik-varoluşçu bir çerçeve içinde sunmaktadır. Yazara göre Kalpten bir psikoloji kitabı, bir din psikolojisi yahut ilahiyat kitabı değildir. Bir ahlak felsefesi ya da bir ahlak psikolojisi kitabı da değil ancak bunlardan bağımsız olduğu da söylenemez. Esasen her birinin kalbi (insanın varoluşunu), anlamak üzere açılmış birer pencere olduğunu söyleyebiliriz. Kalpten, yazarın Müslüman kültürde varoluşçu-dinamik yaklaşımın çerçevesini ortaya koymak için gösterdiği çabaların devamı niteliğinde bir eserdir. Göka bu eseri için katara eklenen son vagon diyor. Yazarın bir şekilde kalbe gönderme yaptığı önceki kitapları ise: Hoşçakal, Yalnızlık ve Umut, Hayatın Anlamı Var mı?
İlk bölüm kalbe atfedilen deyimlerle başlıyor. Hemen arkasından kalbin tarih içinde hangi anlamlarda kullanıldığı, ne tür işlevleri olduğuna değiniliyor. Eski Mısır, Eski Yunan, ilk milletlerin ve filozofların kalbe bakışından bahsedilerek devam ediyor.
Yazar, İslam’da çok hassas ve önemli bir yeri olan kalp (gönül) kavramına özenle eğiliyor. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de kalple ilişkisi bulunan nefs, ruh, sadr, fuad, nüha, hilm ve hicr kavramlarından bahsederek kalbi açıyor. Sık sık Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i Şeriflerden alıntılar yapılıyor. Akleden organın kalp mi yahut beyin mi olduğuna dair bugüne kadar gelen farklı görüşleri okuyucuya sunuyor. Müslüman düşünürlerin konuyla ilgili görüşlerine de yer veriyor. Gazzali’ye başvurarak yazarın asıl anlatmaya çalıştığı kalp, Allah’ı tanımaya mahsus bir yer olan ruhun hakikatidir. Yoksa ölülerle, hayvanlarla müşterek olduğu et ve kandan müteşekkil kalp değildir [3]. Tarih boyunca kalbin niçin akıl organıymış gibi görüldüğünü yazar şu şekilde açıklıyor: “Bizden istenen, insanla tabiatla ilişkilerde daima merhameti, zarafeti kuşanan ahlaklı bir hayattır. Mütemadiyen erdemlerin süzgecinden geçerek ifa olunan bir düşünme faaliyetidir. Beyin düşünür fakat düşünceyi erdemli kılacak olan kalptir. Elbette kalbi hesaba katmazsanız; canlı oluşunuzu dürtülere ve organlarınızın çalışmasına, haz ve tatmini bedene, düşünceyi ve duyguları beyine, vicdan ve kişiliği psikolojiye bağlayıp açıklarsınız, daha doğrusu açıkladığınızı sanırsınız.” diyor. Zira açıklamalarınız tümüyle uygun olsa bile insan varoluşunun merkezi olan kalple yani maneviyat ve kulluk bilinci ile bağlantısı kopuk olduğundan eksik kalacaktır. Varoluşunuzun kalbi boyutu eksik kaldığında, bundan sonra gidilecek tek bir yol kalır; insana, nefsaniyete, ihtiraslara ve ona sunulan tüketim nesnelerine saplanıp kalmak [4].
Yazarımız edebiyat ve sanat işin içinde olmazsa anlatılanlar kuru ve tatsız olur düşüncesiyle büyük ozanımız merhum Neşat Ertaş’a da uğramadan geçmiyor.
Dost elinden gel olmazsa varılmaz
Rızasız bahçenin gülü derilmez
Kalpten kalbe bir yol vardır görülmez
Yazar bu bölümün devamında ayetler ve sahih hadislerden yola çıkarak selim kalbe giriş yapıyor. Selim bir kalbi anlatırken gönül mimarı mutasavvıflardan da alıntılar yer alıyor. Kalp temizliği olmadan nefsimizi olgunlaştırmak, insaniyetimizi geliştirmek mümkün olmayacağı için Hünkâr Hacı Bektaş-ı Veli’nin sözlerine başvuruyor. Sait Başer’den
yararlanarak yer yer serzenişte de bulunuyor. Kendimize yabancılaşmış halimizle alemin esrarını çözme iddiasında, gözümüz fezada, yıldızların keşfi derdindeyiz. Neyi nasıl bildiğini bilmeyen, kendine yabancılar olarak alemi bilmek de bizim komedimiz. Akılsız gönül tercih eder görünen dindara mı üzülürsünüz, gönüle kapalı olduğunu iddia eden rasyonaliste mi? Sanki gönülsüz akletmek imkânı varmış yahut aklı dışarıda tutabilecek bir pür gönül mümkünmüş gibi [5].
Bölümün sonuna yaklaşırken kalp ile ilgisi nedeniyle “nefs ve ruh” kavramlarına da değiniyor. Tolstoy ile insan varlığına bakışta birebir aynı fikre sahip olduğunu ifade eden Göka, İnsan Ne ile Yaşar adlı eserden alıntılara yer veriyor. Nitekim yazarımıza göre insanı toplum içinde başkalarına nasıl davrandığı açısından değerlendirmek istediğinizde, düşüncenizin varacağı nihai nokta “manevi kalp”ten başkası olamaz. Manevi kalbi ve içinizdeki varlığı idrak ederseniz, yöneleceğiniz yegâne menzil, hayattaki ana yolunuz onu hastalandırmamaya gayret etmek olacaktır [6].
Bu bölüm kalbe ulaşmadan önce yazarın hangi yollardan geçtiğini anlatıyor. Kalp ve kalbin insanın varoluşundaki işlevlerinden bahsederken kendinden emin bir üslup ve samimiyet hissediyorsunuz. Göka, bu noktaya, böyle bir kavrayışa 60 yaşından itibaren ulaştığını itiraf ediyor. Zihnindeki esas dönüşümün üçüncü bölümde uzun uzun anlattığı, kalbin temel eyleminin ve erdemlerin anasının merhamet olduğunu anlamasıyla başladığını belirtiyor. Bu bölümde yazar bugüne kadar savunduğu tezlerini yeniden değerlendirip, eleştiriyor. Burayı okurken Immanuel Kant, Michael Walzer, Charles Taylor, Rousseau, Herder, Nietzche, Weber, Carl Schmitt, Comte Sponville, Kinikler, Machiavelle, Diogenes, Faruk Beşer, Dostoyevski, Freud, Marx, Lenin’den izler görüyorsunuz. Bu bölümde ağırlıklı olarak ahlak kavramı üzerinde duruluyor. Yazar “kalbe dönüş”ün, manevi olgunlaşmaya ve kişilik gelişimine önem vermek, ailede, siyasette, ekonomide, hayatın her alanında ahlaklı olmayı esas almak anlamına geldiğini ifade ediyor.
Yazarın deyimiyle dileyen veya okumaya başlayıp sıkılan okuyucu, bir miktar teorik hesaplaşma içeren bu bölümü atlayarak doğrudan doğruya sonraki bölüme geçebilir. Bir okuyucu olarak merakınızı canlı tutan ve algılarınızı daha da açan etkileyici bir bölüm olduğunu belirtmeliyim.
Erol Göka, kalbin temel eylemi ve (sevgi dahil) diğer eylemlerin kaynağı olarak merhameti işaret ediyor. Kalbin insan varoluşundaki merkezi önemini anlamanın yanı sıra merhametin de onun temel eylemi ve diğer tüm eylemlerin anası olduğunu iddia ediyor. Batı dünyasında merhamet kavramına bakışın hatalı ya da eksik olduğunu vurguluyor. Bugün yazılı ve sözlü kültürde merhamet kelimesini yeterli ve derinlemesine idrak edemediğimizin altını çiziyor. Türkçemizde de merhamet kavramının hatalı kullanımlarına örnekler veriyor. Bu bölümde daha ziyade yazarla birlikte merhamet, adalet, ahlak, acımak, sevgi, vefa, iyilik, minnet, şükür, vefa ve daha birçok erdemleri tefekküre dalıyorsunuz. Bütün bunlar üzerinde senelerce düşündüğünü belirten yazarın bugün “kalp noktasına” nasıl geldiği daha iyi anlaşılıyor. Niçin merhameti erdemlerin anası olarak gördüğünü idrak etmeye başlıyorsunuz. Yazarımız, merhametin ne kadar temel bir erdem olduğunu ancak kalp kavramını (özellikle Kur’an-ı Kerim’deki manasını) araştırırken bulduğunu ifade ediyor.
Kalp ve güzel kavramının ele alındığı bu bölümde ilk olarak Kant’ın estetik hakkındaki düşüncelerini okuyoruz. Daha sonra Kur’an-ı Kerim’de geçen sanat kelimesinden ve ilgili diğer kavramlardan örnekler gösteriyor. İbrahim Kalın’ın Barbar, Modern, Medeni kitabından alıntılarla devam ediyor. Kalın’ın estetik hakkındaki görüşlerine ek olarak Göka, insan
varoluşundaki Yaratıcıyla bağlantılı olan manevi kısmın kalp olduğunu ifade ediyor. İnsan “güzel” yargısını kalbi aracılığıyla verir, diyor. İslam düşünce dünyasında iyilik ve güzellik, cemal ve kemal birlikte ele alınıyor [7].
Bugün içinde yaşadığımız tüketim toplumunda; aşk, hakikat, emek, fedakârlık ve mahcubiyet değil, arzu ve tatmin öne çıkıyor. Neyi nasıl giyeceğimizi, hayatlarımızı nasıl yaşayacağımızı tüketim toplumunu yöneten akıllar öğretiyor. Bugün iyilik ve güzellik adına yapılıyor gibi görünen eylemler bizi kalpten ve merhametten koptuğumuz için insan olmaya
yaklaştıramıyor dolayısıyla mana kapısı bir türlü açılmıyor [8].
Kalpten, Erol Göka’nın bugün geldiği noktada düşünce dünyasını, kalbinde oluşanları okuyucuya heyecanla, gerçek bir samimiyetle paylaştığı son eseridir. Kimleri okumuş, kimlerle konuşmuş, hangi fikirleri kabul edip, hangilerini niçin reddetmiş, geriye kalbinde ne kalmış görülüyor. Kitap bir nevi yazarın insanın varoluşunu anlama gayretini sergiliyor. Bunu insana dost bir üslupla sunuyor. Okuyucuyla sohbet ediyor hissi veriyor. Eserin içerik bakımından derin, okuyucunun ufkunu genişleten sağlam bir altyapısı var. Ciddiyetle düşünmeye sevk ediyor. Genel olarak cümleler uzun kurulmuş bu da anlamayı zaman zaman zorlaştırıyor. Açıkçası bu sebepten kitap bazı okuyuculara yorucu gelebilir. Kitabın yeni baskılarında cümleler biraz daha kısa ve yalın olursa anlamayı büyük ölçüde kolaylaştırabilir. Yeniden gözden geçirildiğinde okunması çok daha kolay ve anlaşılır olabilir. Bu kitabı, kalbin psikolojimizdeki, maneviyatımızdaki, hayatımızdaki konumu hakkında düşünmek isteyen, varoluş amacı üzerinde tefekkür eden, okumayı seven, soyut düşünme becerisinin geliştiği en az ergenlik çağında olan bireyler okuyabilir.