Fatma Serra Asan [1]
Dostoyevski, 1821 yılında Moskova’da dünyaya geldi. Annesi verem hastasıydı, babası ise askeri doktordu. Babası aynı zamanda alkolikti ve katı bir kişiliği vardı. Bu yüzden çocukluğu kolay geçmedi.
Dostoyevski, çoğu zaman babasıyla birlikte babasının çalıştığı; yoksullara yardım eden hastaneye gider. Burada hastalarla konuştuğu ve onları gözlemlediği söylenir. Bu gözlemleri hikâyelerine de yansır.
Annesi Maria, 1837’de tüberküloz sebebiyle vefat etti. Dostoyevski, babasının isteği üzerine Petersburg Askeri Mühendis Okuluna girdi. Eşinin ölümünden sonra toprağına çekilen Mihail’in, buradaki köylülere çok kötü davrandığı ve onun kötülüklerine katlanamayan köy halkının en sonunda onu öldürdüğü [2]
iddia edilse de resmi ölüm sebebi beyin kanamasıdır.
Babasının ölümü üzerine ilk epilepsi nöbetini bu dönemde geçirdi. Bu nöbetler hayatı boyunca devam etti. Okulunu bitirdikten kısa bir süre sonra edebiyat ile uğraşmak için askerlikten ayrıldı ve 1845 yılında ilk romanı olan İnsancıklar’ı tamamladı.
Yazdığı eseri Nikolay Nekrasov’a okuttu. Hikâyeyi çok beğenen Nekrasov, o zamanların en büyük edebiyat eleştirmeni olan Vissarion Belinski’ye okuttu. Belinski hikâyeyi okuyunca ‘’yeni bir Gogol doğdu’’ dedi. Dostoyevski, bu eseriyle edebiyat dünyasına büyük bir adım atarak tüm dünyada herkes tarafından tanınacak bir yazar olacağının sinyallerini vermişti.
Bunun üzerine görevinden istifa eden Dostoyevski, kitap yazmaya odaklandı ve ikinci romanı Öteki ‘yi yazdı.
Bu eser İnsancıklar’ın aksine beğenilmedi ve olumsuz eleştireler aldı. Bölünmüş kişilik teması, okuyucular tarafından sıkıcı bulundu. Bu da Dostoyevski’nin, Belinski’nin desteğini yitirmesine yol açtı. Hâlbuki bu eser bölünmüş kişilik alanında yazılmış ilk psikolojik eser olacaktı…
Dostoyevski, bunu bilerek “Onlar (eleştirmenler) sonunda Öteki’nin gerçekten ne olduğunu görecekler! Birinci sınıf bir fikri, ilk benim keşfettiğim ve benim bildirdiğim, toplumsal önemi bakımından gerçekten muhteşem bir tipi niçin bırakacakmışım ki?”[3] diyerek eleştirenleri eleştirerek eserini savunmuştur.
Öteki, Fyodor Dostoyevski’nin “Gelecekte başyapıtım olarak bahsedecekler” dediği bir eserdir [4]. Bazı çevirilerde Öteki Ben diye de çevrilmiştir. Eser adeta modern hayata yönelik çarpıcı bir tespit, bir itiraftır. Öz bilincin itirafıdır. İnsan gündelik hayatında, toplum içerisinde yapmak isteyip de yapamadığı, söylemek isteyip de söyleyemediği birçok şey vardır. Yalnız bir kişi bütün bunları içine atar ve orada bütün bunları gerçekleştirebildiği bir kişilik ortaya çıkarmıştır. Bu eserde de Golyadkin, hayatında yaşadığı yalnızlık, kendini ispat etme isteği ve özgüvensizlikleri kendi özünde madalyonun öteki yüzü gibi kendisinin tam zıttı bir benlik oluşturmuştur.
Yazıldığı yıllarda literatürde olmayan ve yıllar sonra keşfedilen paranoid şizofreni hastalığının işlendiği bir roman olduğu
düşünüldüğünde, Dostoyevski’nin “başyapıtım olarak bahsedecekler’’ sözü çok da yerinde bir söz olmuştur.
Paranoid şizofreni hastalığı incelendiğinde, hastanın farklı karakterlere bölünebileceği ortaya çıkmıştır. Bu da iç dünyalarında büyük bir çatışmaya neden olabilir. Aynı anda hem iyi hem kötü hem saldırgan hem de yumuşak kalpli, birbirinden tamamen uzak karakterlere bürünebilirler. Bunun yanı sıra bu bireyler sık sık kendi kendilerine konuşabilmektedirler [5].
Dostoyevski, bu hastalığı bilmeden Yakov Petroviç Golyadkin karakterine bu belirtileri özel bir şekilde yerleştirmiştir.
Stefan Zweig, Dostoyevski ile ilgili “Dostoyevski psikologların psikoloğudur“ [6] diyerek psikoloji alanında ona özel, büyük bir önem ve pay verir. Zweig, Dostoyevski’nin bilinçdışının yeraltı dünyasına doktorlardan, hukukçulardan, suç uzmanlarından ve psikopatlardan daha derin bir şekilde sokulduğunu dile getirir.”[7]
Dostoyevski, Golyadkin’in benzeriyle yaşadığı travmaları, karakter tahlili, olay örgüsü, dönemin toplumsal yapısını, birey ve devlet ilişkilerini, bu eserde toplamıştır. Bu psikolojik travmaları adeta toplum-devlet ve rütbe karmaşası ile esere yedirmiştir. Bu, çağının çok ötesinde bir anlayış ve kavrayışı gerektirmektedir. Bu durum da eseri büyük bir yapıt haline
getirmektedir. Kendi özel hayatında da hem yoksul insanları hem de İnsancıklar’la birlikte girmiş olduğu cemiyetlerde ve toplantılarda yüksek rütbeli insanları tanımış, onları gözlemlemiş, içlerine girmiştir. Böylece bir orta sınıf olarak (9. derecede bir memurun) gözüyle yaşanan sınıf ayrımını eserine aktarmıştır. Öteki’nin doğuşu da bu gözlemlerine
dayanmaktadır. Romanda da asıl kahramanımız hayalet gibi kendi halinde yaşarken, Öteki ise özellikle üst rütbeliler başta olmak üzere toplum tarafından kendini kabul ettirmiş, sevilen, saygı duyulan, toplumun ondan beklediği tüm özelliklere sahip bir kişidir. İşte Golyadkin’in kafasında oluşturduğu ve hep olmak istediği Öteki de aslında toplumu simgeler. Sürekli olarak Öteki’ne karşı kendini kabul ettirme, yanlış anlamaları düzeltme, haksızlığı uğrasa da susma ve onunla dost olma çabası içerisindedir.
Romanın ana karakteri olan Yakov Petroviç Golyadkin’in başından geçen olayları çarpıcı bir şekilde bizlere aktarmaktadır. Petersburg’da yaşayan ve 9. dereceden bir devlet memuru olan Golyadkin, uşağı ile birlikte yaşamaktadır. İçine kapanık, sürekli iç hesaplamalar yapan, yaptıklarına karşı sürekli bir pişmanlık hisseden, gereksiz yere özür dileme telaşesi içerisindedir.
Aynı zamanda kendini üstün gören biridir. Bir yandan toplum içerisinde saygınlık kazanmak, yüksek rütbeli olmak isteyen hatta biraz da öyle olduğunu düşünen birisidir. Herkese bunu göstermek, ispat ettirmek için gerekirse uşağını azarlar, at arabasıyla anlamsız bir şekilde alışveriş yapar (sadece satıcılarla anlaşır ama almaz) ya da bütün kâğıt paralarını bozdurarak cüzdanda çok gözükmesini ister.
Bir yandan ise önemsiz biri olduğunu kabul eder. Önemsiz ve işe yaramaz. Öyle olsa da rütbeliler gibi ikiyüzlü, bencil, arkadan iş çeviren biri olmadığı ve her zaman dürüst, olduğu gibi gözüken biri olduğu için halinden çok memnundur ve bu özelliğiyle de gurur duyar.
Bir sabah görev yaptığı devlet dairesine giden Golyadkin, karşı masasında kendisine tıpatıp benzeyen; adı, soyadı, doğduğu yer, her şeyi aynı olan birisini görür ve bu noktadan sonra hayatı değişir. Bu ise bir tek kendisine garip gelmektedir. Diğer herkes için ise bu çok normaldir. Bu da Golyadkin’i çıldırtmaktadır.
Okuduğumuzdan anlaşıldığı üzere hikâyedeki Öteki, Golyadkin’in aslında kendi kafasında oluşturduğu bir karakterdir. Kendisinin, çalıştığı yerdeki kişilerin hatta uşağının beklentilerini karşılayamayan Golyadkin; kendi kafasında hep olmak istediği, toplum tarafından sevilen, kabul edilen ve toplum normlarına uyan, aynı zamanda ahlaki kuralları önemsemeyen, bencil, kötü huylara da sahip bir “Öteki” oluşturmuştur.
Bu karakter asıl Golyadkin’nin tam zıttıdır. Asıl Golyadkin ona asla karşı koyamaz. Her seferinde haklı olsa da onunla kavga etmez, onunla dost olmak ister. Sürekli peşinden koşarak ondan özür diler, ona bir şey yaptığında hemen pişman olur. Kitapta sürekli “neden şimdi böyle davranıyor, neden karşılık vermiyor?’’ diye kendisine sorup duruyor. Asıl Golyadkin, ne kadar çabalasa da zamanla kendi benliğini kaybederek Öteki’nin kendi yerine geçtiğini ve artık kendisinin Öteki olduğunu görür. Bu da işini ve en sonunda kendisini kaybetmesine sebep olur.
“Bay Golyadkin’in kendisinden saklanmaya, kendisinden kaçmaya çalıştığını söylerdi! Evet! Gerçekten de öyleydi. Hatta daha da fazlasını söylerdi: Bay Golyadki’nin sadece kendisinden kaçmak istemiyor, silinmek, toza karışmak istiyordu“[8]