Nurdan Şener [1]
İbrahim Kalın, 1971 yılında İstanbul’da doğmuştur. Lisans eğitimini İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih bölümünde, yüksek lisansını Malezya’da tamamlamıştır. 2002 yılında doktorasını George Washington Üniversitesi’nde beşerî bilimler ve mukayeseli felsefe alanında Molla Sadra’nın varlık görüşü ve bilgi felsefesi 0üzerine yazdığı teziyle tamamlamıştır. 2020 yılında profesör unvanını almıştır. College of the Holy Cross, Georgetown Üniversitesi ve Bilkent Üniversitesi’nde felsefe, İslam düşüncesi ve İslam felsefesi üzerine akademik çalışmalarda bulunmuş ve dersler vermiştir. Müslüman-Hıristiyan ilişkilerinin
geliştirilmesi amacıyla başlatılan A Common Word (Ortak Sözcük)2 girişimi sözcüsüdür.
İslam felsefesi, İslam ve Batı ilişkileri ve Türk dış politikası üzerine pek çok yayımlanmış eseri ve çeşitli çeviri eserleri bulunmaktadır. 2005-2009 yılları arasında Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı (SETA) kurucu başkanlığını yapmıştır. 2007 yılında “İslam ve Batı” adlı kitabıyla Türkiye Yazarlar Birliği’nin “Fikir Ödülü“nü kazanmıştır. Kalın; Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü, Büyükelçi, Cumhurbaşkanı Özel Danışmanı ve Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreter Yardımcılığı görevlerini sürdürmektedir. Ayrıca Başbakan Başdanışmanı ve Müsteşar Yardımcılığı görevinde de bulunmuştur [3].
“Doğu Doğu’dur, Batı Batı’dır/ Ve bu ikili hiçbir zaman bir araya gelmeyecektir; ta ki yer ve gök, tanrının büyük hüküm kürsüsünde hazır bulunana kadar.” Nobel edebiyat ödüllü İngiliz şair Rudyard Kipling’in ünlü şiirinde geçen bu dizeler aslında Batı toplumunun Doğu’yu nasıl gördüğünün temel özeti niteliğindedir.4 Her zaman için Batı’nın Doğu’yu farklı gördüğünden yakınılmaktadır; fakat günümüz toplumunda Doğu da Batı toplumunu kendisini aşağı gören, iç işlerine müdahale etmeye çalışan bir “öteki” olarak kabul etmektedir. Kur’an’da ise doğu-batı ayrımı yapılmaz verilen mesaj evrenseldir [5].
Medeniyet, günümüzde sıkça konuşulan ve tartışmalara yol açan bir kavramdır. Başkalarına karşı görgülü davranma konusunda insana kendini kontrol etme yeteneği veren kural ve değerler bütünü, gelişmiş toplumu gelişmemiş sayılan toplumlardan ayıran özellikler ve ortak özellikler gösteren sosyal gruplar veya bunların bütünü şeklinde üç farklı anlamda kullanılmaktadır.6 Klasik İslam medeniyeti kendisi dışındaki din ve kültürleri ötekileştirmeyen bir anlayışa sahiptir. Ancak modern dönemde yaşananlar sonucu (işgaller, köleleştirme, geri bir kültür olarak görme, baskılama vb.) İslam Medeniyetini Batı için tepki olmaktan kurtarır.
Müellif eserinde İslam ve Batı’yı kardeş medeniyetler olarak gören Batılı ve Müslüman düşünürlerin olduğuna da dikkat çekmiş bununla birlikte İslam ve Batı medeniyetlerinin aradaki farklara rağmen ancak ortak doğruda birleşerek çatışmalardan uzaklaşılabilecekleri öne sürmektedir [7].
“İslam ve Batı” her iki terim de derininde birçok mana barındırır ve bu kavramları daha iyi anlayabilmek için kısaca tanımlarına bakmakta fayda vardır. İslam, “Kurtuluşa ermek, boyun eğmek, teslim olmak; teslim etmek, vermek; barış yapmak.” anlamındadır [8]. Batıyı ise sadece bir yön ismi değil aslında oryantalizmi [9] benimsemiş Avrupa topluluğu olarak tanımlamak yanlış olmayacaktır. Oryantalizm ne Batılıların İslam’ı ne de Müslümanların Batı’yı anlamasını sağlamıştır. Kalın’a göre Oryantalizm “İslam dünyasını egzotik ve mistik bir öteki, açıklanmaya ve aydınlatılmaya muhtaç bir nesne” olarak görmektedir.” [10]
Orta çağ Avrupası’nda İslam “avamın dini” olarak gösterilmeye çalışılmıştır. Bazı Hristiyan teologlar eserlerinde İslam, Kur’an ve Hz. Muhammed’den bahsederken kötü benzetmeler kullanmışlardır. Tüm bunlara rağmen İslam, Yahudi ve Hristiyanları tevhid inancını zedelemekle suçlasa da onlara adaletle muamele etmiştir. Böylece İslam’ın yayılması
hızlanmıştır. Avrupalılar din olarak İslam’a karşı çıksalar da İslam kültür ve medeniyetine hayran kalmışlardır [11].
1095 yılında Fransa’da Hristiyan halka sefer çağrısında bulunan papa II. Urban, bütün Avrupa’yı ve kutsal toprakları “dinsiz sapıklar” şeklinde nitelediği toplumdan kurtarmaya davet etmiştir. Ne acıdır ki bu ithama maruz kalan Müslümanlardır. Çünkü İslam ve Müslümanlık Doğu’dan gelen bir tehlike olarak görülmektedir. Yazar, Haçlı seferlerinin tek amacının papanın dini otoritesini siyasi bir hale getirmek olmadığına dikkat çeker. Haçlı seferlerinin en önemli amaçlardan biri Batı ve Doğu Hristiyanlarını birleştirmektir [12]. Eserde 1095-1270 yılları arasında meydana gelen Haçlı seferlerinden üçüncüsü olan Hıttin Savaşı ve “Kudüs Fatihi” Selâhaddîn-i Eyyûbî’ye dikkat çekilmiştir. Mehmet Âkif Ersoy onu, “Şark’ın en sevgili sultanı”, Fransız tarihçisi Champdor “İslâm’ın en saf kahramanı” diye nitelemiştir [13]. Tarihçiler ise Hittîn Savaşında binlerce Haçlı askerinin öldürüldüğünü, birçoğunun esir alındığını ve Haçlıların sahil bölgesine geldikleri tarihten o güne kadar Müslümanların Hittin zaferi gibi bir zafer kazanmadığını kaydetmişlerdir [14].
Haçlılar döneminde şaşırtıcı bir gelişme meydana gelmiştir. Bu, Kur’an’ın ilk defa Latinceye tercüme edilmesidir. Tercümeyi yaptıran dönemin önemli din adamlarından Aziz Peter’in amacı; Kur’an’ı doğru anlamak değil Müslümanları kendi silahlarıyla vurmaktır.
Müslümanların Mezhep yahut Sapkınlıklarına Karşı adlı eserinde de bu konuya yer vermiş ve “…Sevgiyle saldırıyorum.” demiştir.
Endülüs, Araplar tarafından İspanya için kullanılan “Müslüman İspanya’sı” anlamında ve ülkeden tamamen çıkarılmalarından sonra İspanyolca’ya “Andalucia” şeklinde kullanılan bir kavramdır [15] Kalın, eserinin beşinci bölümünde Endülüs İslam kültürünün Doğu-Batı medeniyetlerinin barış içinde yaşayabileceklerini gösteren çok önemli bir örnek olduğunu vurgular. Eserde bir Morisko [16] ile Gırnatalı bir Müslümanın diyaloğuna yer verilmiştir. Bu
diyalogda bir paragraf dikkate değerdir [17]:
“…Beni en çok endişelendiren şey, bir gün Müslümanlar, Hıristiyanlardan ayırt edilemez hale gelecekler; onlar gibi giyinecekler ve onların yediklerinden içtinap etmeyecekler. Allah’tan niyazım o ki (Müslümanlar) en azından (Hıristiyanların) yaptıklarını yapmasınlar ve onların dinlerini kalplerinde taşımasınlar…”
Maalesef günümüze bakıldığında burada bahsedilenlerin büyük bir hızla gerçekleştiği görülmektedir.
Rönesans ve aydınlanma çağında, Hristiyanlık düşüncesinin zayıflamasıyla Avrupalılar İslam’a, Kur’an’a ve Hz. Muhammed’e çeşitli sözlü saldırılarda bulunmaya devam etmiştir. Fakat bununla beraber bazı Batılı düşünürler de vardır ki İslam’ın özünde Hristiyanlıkla uyum içinde olduğu görüşündedirler. Bunlardan en önemlisi Goethe’dir. Goethe, “Eğer
İslam buysa, hepimiz İslam’da yaşamıyor muyuz?” der [18].
Avrupalar kendisini hakîm medeniyet olarak gördüğü için “Medenileştirme Misyonu”nu da kendilerine bir vazife olarak görmüşlerdir. Buradaki medenileştirme arzusunun gerçek manada sömürgecilik ve asimilasyondan başkası olmadığı görülmektedir [19]. Müellif, Avrupa’nın bu emperyalist [20] tutumuna karşı direnişin temelini din olarak görmüş; vatan,
millet, ulusal onur gibi kavramların aynı zamanda dini kavramlar olduğunu belirtmiştir. Ayrıca dinin insanlara temel bir dayanak noktası olduğunu, bir kimlik sağladığını vurgulamıştır [21].
Eser, İslam ve Batı medeniyetlerinin tanışmasından günümüze kadar etkileşimlerini, çatışmalarını ve bunların ortaya çıkardığı sonuçları anlatmaktadır. İslam ve Batı, tarihin şimdiye ışık tuttuğu, güncel sorunların nedenlerini gözler önüne seren bir kitaptır. Akıcı bir üslupla kaleme alınmış eserde düşünceler tarafsız bir dille yazılmış ve okuyucuyla konuşur
tarzda bir anlatım kullanılmıştır. Ayrıca eserde kapak görseli olarak kullanılan Reconquista’yı başlattığına inanılan Don Pelayo ve Emevi komutanı Alkame’yi gösteren vitray kitap için seçilebilecek oldukça kıymetli görsellerdendir.
Oryantalizmi daha iyi anlayabilmek için Edward Wadie Said’in “Oryantalizm”adlı eseri; Endülüs tarihi ve Endülüs ziyaretinden izlenimlerini anlatan İhsan Süreyya Sırma’nın “Ah Endülüs” adlı eseri ile Avrupa’nın zaman algımızı nasıl etkilediğini görebilmek için Ahmet Haşim’in “Müslüman Saati” adlı denemesi yararlı olacaktır. İslam ve Batı arasındaki uzlaşma hayati öneme sahiptir; ancak anlaşma için İslami değerlerden vazgeçilmesi mümkün değildir. Müellifin de söylediği gibi “İslam ve Batı arasında mutlak aşılmaz bir savaş yoktur. Kendimiz kalarak evrensel değerlere sahip çıktığımız gün yerel olanla evrensel olan gerilimini de aşabiliriz.”[22] Vesselam…