Müfide Uzun [1]
İbn Teymiyye 10 Rebîülevvel 661’de (22 Ocak 1263) Harran’da doğmuştur. Şeyhu’l-İslam Takıyyu’d-Din lakabı ile anılmıştır, künyesi Ebu’l-Abbas’dır. Ailesi olan Teymiyye Hanedanı, Harran’da köklü bir ailedir. İlim ve dine bağlılığı ile ün salmış, Hanbelî mezhebine mensup bir kişi olarak yetişmiştir. İlk eğitimine Dımaşk’ta babasının müderrislik yaptığı Sükkeriyye Dârülhadisi’nde başlayan İbn Teymiyye, başta bu medresenin hocaları olmak üzere bölgenin önde gelen âlimlerinden ders almıştır.
Tabakat müellifleri, onun 200’den fazla hocadan ders gördüğünü kaydeder [2].
İbn Teymiyye, babasının vefatından bir yıl sonra 2 Muharrem 683 (21 Mart 1284) tarihinde Sükkeriyye Dârülhadisi’nde hocalığa, aynı yılın 10 Saferinde de (28 Nisan 1284) Emeviyye Camii’nde tefsir dersleri vermeye başlamıştır. Geniş halk kitleleri ve yöneticiler nezdinde etkin bir nüfuza sahip olan İbn Teymiyye VIII. (XIV.) yüzyılın başlarından itibaren çeşitli dinî ve siyasî tartışmalar içine girmiş, başta Eş‘arîlik olmak üzere klasik kelâm mezheplerine ve kelâm anlayışına sert eleştirilerde bulunarak özellikle sıfatlar ve müteşâbihat hakkındaki selef anlayışını savunmuştur [3].
Cihadı yaşam felsefesi olarak belirleyen İbn Teymiyye, bu mücadeleci kimliğini hayatının her safhasında göstermiş, 699’daki (1300) Moğol saldırısında halkın ve pek çok âlimin Dımaşk’ı terk etmesine rağmen şehirden ayrılmamış ve bir grup âlimle birlikte Moğol Hükümdarı Gāzân Han’ın karargâhına giderek Dımaşk halkı için eman dileyerek büyük bir katliamı önlemiş, bizzat Moğollarla yapılan savaşlara katılmıştır. “Şahab” (704/1304)
Müellif, bid‘at ve hurafelerle mücadelesi ve eleştirilerinde kullandığı sert üslûp sebebiyle pek çok kesimi karşısına almış, görüşlerinden dolayı çok defa hapis yatmış, ömrünün son günlerini hapsedildiği Şam kalesinde tamamlamıştır. Çok yönlü bir alim olan İbn Teymiyye, hadis başta olmak üzere fıkıh, felsefe ilimleri, mantık, tefsir, kelam, itikat, İslâm tarihi ve
dinler tarihi gibi İslâmî bilimlerin pek çok alanıyla uğraşmış ve eserler telif etmiştir. EzZehebî, (ö. 748/1348) İbn Teymiyye’nin te’lif ettiği eserlerin bine ulaştığını bildirmektedir [4].
İbn Teymiyye Tasavvufla da yakinen ilgilenmiş Mecmuu Fetâvâ adlı eserinde “Kitâbü’tTasavvuf” ismiyle müstakil bir cilt neşretmiş ve Abdülkâdir Geylânî’nin Fütûhu’l-Gayb adlı risalesine şerh yazmıştır [5]. Selefi görüşe sahip müellifin yazdığı eserlerin çoğunluğu ehl-i bid’at ve ilhâdın reddiyle ilgilidir. Dehrîler, Kaderîler, Cehmiyye, Mu’tezile, vahdet-i vücudçular ve felsefeciler hakkında da reddiyeler yazmıştır. Ayrıca kelam, fıkıh, sıfatlar, ittihad ve birçok konuda aykırı fikirlerinin bulunduğunun iddia edilmesi nedeniyle, bahsi geçen fikirlerin müellife ait olup olmadığı ve doğruluk payı çokça araştırılmış, konu hakkında pek çok eserler yazılmış, makale ve tezler yayımlanmıştır. Tenkitçi bir dile sahip olan müellifin eleştirilerinden, devrindeki bazı mutasavvıflar da paylarını almışlardır.
Tasavvuf karşıtlığı ile tanınması, eleştirilerinin çoğunu şeyhlere ve sûfilere yöneltmiş olması; Vehhabilik ve Kadızâdeliler olarak bilinen hareketin temelinde İbn Teymiyye’nin görüşlerinin bulunması ve müellifi dayanak olarak göstermeleri, yazarın hakkındaki olumsuz algının çoğalmasına neden olmuştur. Buna karşın ailesi tasavvuf geleneği mensubu
olduğu gibi kendisinin de Kâdirî tarikatının müntesibi olduğu da ifade edilmektedir [6].
Hakkındaki bu çelişkili bilgiler neticesinde İbn Teymiyye’yi yüceltme eğiliminde olan ve onu “hatmü’l-müctehid” kabul edenler olduğu gibi, ona ‘’şeyhü’l-İslâm’’ denilmesini küfür telakki eden kimseler de çıkmıştır [7]. Tahlilini yapmaya çalıştığımız Kalp Amelleri kitabı, tasavvuf ilminin alanına giren konuları da ihtiva etmektedir.
Müellifin muhalifleri tarafından iddia edildiği gibi tasavvuf düşmanı mı olduğu yoksa devrindeki mutasavvıflarda İslâm dışı gördüğü düşünce davranış biçimlerini mi tenkit ettiğini de öğrenmeye çalışacağız.
İbn Teymiyye orijinal adı “Et-Tuhfetu’l Irakiyye Fi’l-A’mali’l-Kalbiyye” olan, kendisinin Makamlar ve Haller diye de tanımladığı Kalp Amelleri kitabına iman-amel ilişkisi konusu ile giriş yapmış, Hariciler ve Mutezile’nin görüşünün aksine bir kişide hem sevabı gerektiren iyilikler hem cezayı gerektiren günahlar bulunabileceğini belirtmiştir. Görüldüğü üzere
yazar, kitabının ilk sahifelerinden itibaren eserlerinde, yanlış görüş ve inançların tenkiti ve bu görüşlerin iptalini esas almış; Kur’an, sünnet ve icma’dan deliller getirmiştir.
Müellif, eserinin ilk bölümünde sıdk, ihlas, tevekkül, zühd, rıza ve tevekkül, rıza ve hamd, havf ve reca gibi kalbe ait amelleri ele almış, dinin temelinin kalpteki bilgiler ve ameller olduğunu, bunlar olmadan zahiri amellerin bir işe yaramadığını ifade etmiştir. İkinci bölümde ise kalplerin hastalıkları ve tedavi yollarını açıklamıştır. “Vücutta bir parça et
vardır, o düzelirse vücut düzelir, bozulursa, vücut da bozulur; o da kalptir” [8] İbn Teymiyye kalbin hastalanmasının, şifa bulmasının veya ölmesinin bedenin hastalanıp iyileşmesinden veya ölmesinden daha önemli olduğunu ifade ederek; şüphe, cehalet, haset, cimrilik, açgözlülük ve zulüm gibi hastalıkların, kalbin tasavvur ve irade gücünü bozacağından,
hakikati görmeye perde olacağından bahseder.
Kur’an’ın ise kalplerde olan hastalıklara şifa olduğunu, bilmeyi, algılamayı ve kavramayı bozan şüphe hastalıklarını yok ettiğini, teşvik ve sakındırma ile, güzel öğüt ve hikmetle, ibret dolu kıssalarla kalbi iyileştirdiğini ayet ve hadislerle açıklar. “Vücudun sağlığı benzeriyle korunur ve hastalığı zıddı ile önlenir. Kalbin sağlığı da imanla olur ve onunla korunur. Bu
da kalbe iman kazandıran yararlı ilim ve salih amelle olur. Bunlar kalbin gıdalarıdır.” der [9].
Müellif, tüm konularda dini Allah’a has kılmayı esas olarak alır ve bu düşünceyi şu cümle ile özetler: “Dini Allah’a halis kılmak, Allah’ın başkasını kabul etmediği tek alternatiftir. Peygamber davetinin özeti budur, Kur’an’ın üzerinde döndüğü eksendir bu.” [10]
Yazar bir konuyu açıklarken, teknik olarak farklı yönlerden ele alarak okuyucunun bilgisine sunar. Örneğin batıni ameller konusunda “hüzün” duygusunu açıklarken, mahzunluğun bir fayda ya da yarar sağlamadığı hatta bazı yerlerde hüznün yasaklandığına dair ayet ve hadisi şeriflerden deliller getirmiştir. Kişinin ancak dininden dolayı ya da kendi başına veya bütün Müslümanların başına gelen musibetlerden dolayı mahzun olabileceğini ve bunun sevap kazandıracağından bahseder. Yukarda verilen örnekte olduğu gibi yazar, yöntem olarak bir konuyu önce o konudaki ayet ve hadislerle ve selefe ait örneklerle delillendirip konuyu detayları ile birçok yönden ele almış, konunun başında muhalif olduğu bir görüşe, ancak şu şekilde olursa farklılaşabilir şeklinde istisnalar getirmiştir.
Müellif birçok konuda sûfilerin konu ile ilgili görüşlerine de değinmiş, çoğunlukla eleştirmiş hatta bazı hususlarda tekfirle itham etmiştir. Bu bakış açısının temelinde ise Kur’an ve sünnete uygun olanı kabul etmek, aykırı olanı reddetmek kaidesi bulunmaktadır. Örneğin: “Keşf sahibi şeyhlerden daha öncelikli şeylerle meşgul olduğu için namazdan muaf tutulduğunu iddia edenler, mürted kafir olurlar.” demektedir [11].
Allah aşkı, meşk, uzlet, tevekkül, dua vb. konularda selefi düşünce yapısına aykırı olduğunu iddia ettiği örneklere de kitabında yer vererek eleştirmiştir. Bununla birlikte, “Doğru yolda olan şeyhler” şeklinde olumlu örneklerden de bahsettiği olmuştur. Ölçü olarak: “Doğru olan, tasavvufta olsun, başkasında olsun, Kur’an’a ve sünnete uygun olanı kabul etmek,
tasavvufta olsun, başkasında olsun Kur’an’a ve sünnete aykırı olanı inkâr etmektir.’’ kaidesini esas almıştır [12].
Burada dikkat edilmesi gereken husus şudur ki; hakiki tasavvuf yolunun-ehlinin görüşü, yaşantısı ve temel ilkesi de bunun dışında değildir. Kalp Amelleri kitabına bu pencereden bakıldığında şu düşünce akla gelmektedir. Çağdaşı bazı sûfilerin şer’i şerife aykırı gözüken tutum ve davranışları nedeniyle İbn Teymiyye tasavvufi düşüncenin özünü ya anlayamamış ya anlatılamamış ya da kendisi anlaşılamamıştır. Bu konuda araştırma yapan akademisyenler de çalışmalarında görüşümüzü destekleyen benzer cümlelere yer vermişlerdir. Mesela Naim Döner bu konuda şöyle demektedir: “Bazen insan, İbn Teymiyye’nin, İbn Sîna’nın (ö. 428/1037), Fahreddin Râzî’nin (ö.606/1210), Sühreverdî’nin (ö. 587/1191) hatta Gazzâlî’nin kelamını anlaması gerektiği gibi anlamadığını hisseder. Bu durum, onun adı geçen bilginler hakkında doğru olmayan değerlendirmelerde bulunmasına ve geniş yanılgılara düşmesine sebep olmuştur.” [13] “İbn Teymiyye, tasavvufa toptan karşı olmadığı halde, tasavvufa tamamıyla karşı bir kişi olarak görülmüştür.” [14]
İbn Teymiyye’nin Kalp Amelleri kitabı, tüm ibadetlerin temelinde yatan tevhid ve ihlas birlikteliğini bâtına ait ameller nezdinde ele almaktadır. Eser, dini terimler ve kavramlar noktasında az da olsa bir alt yapıya sahip kişiler tarafından okunduğunda anlaşılması kolaylaşacaktır. Konuların akıcı biçimde anlatımı, yer yer uzun paragraflar nedeniyle kesintiye uğrasa da okuyucuyu derin bir iç muhasebeye sevk etmektedir. Yazarın keskin çizgileri, mücadeleci mizacı, tavizsiz tavrı her konuda kendisini belli etmekte ve satırlardan yansımaktadır.
Kitap, özellikle tasavvufi konularda belirli bir bilgi birikimine sahip olunmadan okunduğunda, yazılanların kritiğini yapabilme imkânı olamayacağından, yazarın da maksadını aşan bir düşünce yapısına ve fikir oluşumuna sebebiyet verebilmektedir. Buna ise müellifin tasavvuf karşıtlığı konusundaki şöhretine de sebep olan ithamcı ve eleştirel yazı
biçimi ve sûfi-şeyhlerle ilgili olumsuz örneklerin daha çok ön planda olması neden olmaktadır. Bununla birlikte Kalp Amelleri kitabının öncesinde veya akabinde tasavvufi eserlerden konu ile ilgili bir kitabın okunması, karşılaştırılması, bilgilerin meczedilmesi, müellifin vermek istediği mesajın doğru biçimde algılanmasını sağlayacak veya hata yaptığı
hususlarda okuyucunun doğruya ulaşmasına imkân verecektir.