Ayşe Hümeyra Behçet [1]
Zor zamanların şeyhi olarak anılan Ali Haydar Efendi talebelik yıllarında Şeyh Şamil isyanıyla karşılaşıp hocalık ve şeyhlik dönemini İstiklâl mahkemelerinde geçirmiştir. İhsan Şenocak kitabında; İskilipli Atıf Hoca, Tahiru’l Mevlevi, Abdullah Fettah
Efendi ve Konyalı Tahir Efendi gibi daha nice arkadaşıyla koğuşları paylaşan Ali Haydar Efendi’nin, ömrünü milletin akli ve ruhi kalkınmasına adayan iki devrin ulu hocasının hayatını bizlere aktarmıştır.
Kuvvetli, manalı ve bir o kadar akıcı olan dili ile bu kitap, okuyucularına eski dilinden güçlü kelimeleriyle de okuyucuyu etkileyebilir. Okuyuculara ekseri olarak nüfuz eden şey yazarımızın derin muhabbetle araştırma yapmasıdır.
Yazar, Ali Haydar Efendi’nin Hâlidilik çizgisinin ordularla eş değer olduğunu söylemiştir. Askeri ordular kadar kuvvetli bir manevi ordu kolu olarak nitelendirmiştir. Yazarın önemle vurguladığı el-Bağdadi ehli sünnet kimliğinin gücüyle Anadolu ve Irak’ın batıllaşmış ilim ve siyasetini ilmi cenkleriyle hakikat yoluna kazandırmıştır. Bu zihnî hareketlenmelerin fiili
sonucu ise Hâlidîyye şeyhlerinin Bektaşi medreselerine atanmaları olmuştur. Hâlidiyyelerin din yanında siyasetle de meşguliyetlerin olduğunu yazar, ince detaylarıyla işlemiştir. Bu detaylar Hâlidîyyelerin Batı’ya yönelmesiyle birlikte ülkemizin güzide şehirlerinden biri olan İstanbul’a yayılmaları onları siyasi ve ilmi yönden güçlendirmiştir. Hâlidîlerin Cumhuriyet devrinde gözle görülür yükselişlerinin edebiyata müdahale etmemesi mümkün değildir. Bu doğrultuda yazar, “Seyit Taha Hakkâri” vasıtasıyla Abdulhâkim Arvasi’ye “Necip Fazıl Kısakürek” istibadını bağlandığını ifade etmiştir.2
Ali Haydar Efendi, Batum’un Ahıska kazasında 1866 yılında dünyaya geldi. Babası Molla Şerif Efendi’dir. Birçok alimlerimiz gibi Ali Haydar Efendi de anne ve babasını küçük yaşta kaybetmiştir. İki yaşında annesinin dört yaşında da babasının tabutu ardından yürür Molla Şerif’in yetimi… Ali Haydar Efendi, ilk tahsilini Ahıska’daki civar medreselerinde yapar. Temel İslami ilimleri okur. Yazar, ilim tahsili etmek için hicret etme geleneğine atıf yaparak Ali Haydar Efendi’nin de bu yoldan gittiğini ifade eder. Bu gelenek İmam Buhari’den ve Müslim’den gelen bir İslam geleneğidir. Yazar Ali Haydar Efendi’nin ilk hicret yerinin Erzurum Bakıcı medresesi olduğunu okuyucusuna aktarır [3]. Şenocak, Ali Haydar Efendi’nin alnındaki bıçak imzası hayranlığını şu kelimelerle ifade eder; “Ali Haydar Efendi (Rahi) uyumamak için alnını bıçağa dayamıştır. Fakat o kadar uykusuzdur ki bıçağın acısına rağmen o halde uykuya dalar. Uyku esnasındaki bir sendelemeyle bıçak alnına batar ve acıyla uyanır.
Ne var ki alnında kanlar akmaktadır. Daha talebelik yıllarında alnına fedakârlığının imzasını kazımıştır [4].
Şenocak, Ali Haydar Efendi’nin bu hicretteki serüvenini bizlere şöyle ifade eder…Tahsil hayatının çıraklık devresini Ahıska’da, kalfalık devresini Erzurum’da yapar. Ustalık dönemi için ise İstanbul’u tercih eder. İstanbul’da ilk olarak devrin en ciddi eğitim kurumu olan Fatih medresesine kaydolur. Zamanın meşhur alimi Çarşambalı Ahmet Hamdi Efendi’nin
derslerine iştirak der, 1906’da Ahmet Hamdi Efendi’den umumi icazetname alır. Ardından sadece kadıların yetiştirildiği Medrese tül-Kudat’a devam eder. Birçok yerde de müderrislik yapar. Hicri 1340-1341 senelerinde de huzur derslerine muhatap ve baş muhatap olarak işrak eder. Ali H. Efendi’nin bu denli görevlerden terfi etmesi onun ilmi yönünden ne kadar zengin bir zekaya hâkim olduğu anlaşılıyor.
Molla Şerif’in yetimi Ali H. Efendi yıllar sonrası doğu ile Batı’nın hesaplaştığı şehir İstanbul’da, Doğu adına konuşan ve sesi en yüksek tizden çıkan ak sarıklı bir ulu hoca olmuştur. Dersleri ve vaazları büyük ilgi görmekte, talebe ve cemaati ona hayran kalmakta “Ah bir de şu sûfi karşıtlığı olmasa…” diye temennide bulunmaktadırlar. Çünkü o yıllar Ali H. Efendi aşk ocağının dışındadır. Fakat zaman onu hızla aşk ocağında yanmaya yakıp da kemale erdirmektedir.
Yazar Ali Haydar Efendi’nin sûfi tekkelerine ciddi eleştirilerde bulunduğunu ancak kaderin cilvesi onu Bezzaz hazretlerin kapısına götürdüğünü anlatır. Bezzaz hazretleri de onu Çarşamba’da olan Ahmet Hamdi Efendi’ye yönlendirir o da Maşlahlı Ali Baba ya yönlendirir. Ali Haydar Efendi Maşlahlı Ali Babayla tanışmasından etkilenir ve kendisi de bu halini şu şekilde anlatır. Konuşmanın sonlarına doğru bana bir hal oldu, ağlamaya başladım. O zata karşı olan kızgınlığım sükunete, buğzum muhabbete dönüştü. Onu o an o kadar sevdim ki, her hali bana hoş gelmeye başladı [5].
Ali Rıza Bezzaz Hazretleri ömrünün son yıllarında ihvanlarına Ali Haydar Efendi’nin etrafında toplanmalarını vasiyet eder.
Etrafı tahta tarabalarla çevrili İsmet Efendi tekkesinin içinde hayat başkaydı. Bu tekkeye yolu düşenler, olumsuz söylentilerin tam aksine burada ak sakalıyla bir sevgi dağının oturduğunu görürlerdi. O sevgi dağı, söylenildiği gibi elinde sopa değil; gülleri ve kitapları tutmaktaydı.
İsmet Efendi tekkesi yazarımızın anlattıklarından da anlaşıldığı gibi şiddet ve fesat fırtınasının koptuğu gibi bir yer olmadığını ilim bahçesi olduğunu anlıyoruz. Ali Haydar Efendi eser yazmak yerine ilim adamları yetiştirmekle ömrünü adamıştır. Birçok zorluklara karşı okutup alim yetiştirmiştir. Tekkesine bir irfan denizi olmuştur. İsmet Efendi tekkesinin devamı İsmail Ağa Cemaati’dir. Mahmut Efendi’nin al-i himmeti ve hizmetleriyle de devam etmektedir [6].
Ali Haydar Efendi ömrünün son on yılında en fazla düşündüğü mesele irşat yolunun devam edip etmeyeceğidir. Ulvi düşüncelere daldığı bir vakit mana aleminden şeyhi Ali Rıza Bezzaz Efendiyi görür. Şeyh Efendi kendisine Bandırma’da askerlik yapan Mahmut Efendi’yi gösterir ve “Bu bizimdir gel ve teslim al” diye emreder. Ali Haydar Efendi kendisine gelir gelmez hemen Bandırma’ya gitmek için hazırlık yapar. Ve Bandırma’da Ali Rıza Bezzaz Efendi’nin kabrini ziyaret eder. Cuma namazı için de Haydar Çavuş Camii’ne gider. Sünnet namazları, caminin son cemaat mahallinin sağ tarafında kılar. O an, askerlik vazifesini Bandırma’da yapmakta olan Mahmut Efendi de camidedir. Çıkarken Ali Haydar Efendi’yi görür. Bu İsmet Efendi irşat merkezinin halef-selefinin ilk karşılaşmasıdır. Yazarımız bu ilk karşılaşma sürecini Mahmut Efendi’nin kendi diliyle yazmıştır. İlk görüşmelerinde Ali Haydar Efendi, “Ne olaydı biraz daha erken kavuşsaydık Mahmudum!” demiştir. İlk karşılaşmada başlayan muhabbet hep artarak devam etmiştir [7].
Mahmut Efendi naklediyor: Ali Haydar Efendi buyurdu ki; Mahmud’un elinden tutan benim elimden tutmuştur. Buyurarak vazifesini Yusuf’una teslim ederek dünyandan dostuna kavuşmuştur [8].
Takvimler 1960’ı gösterirken Ali Haydar Efendi yeryüzü ıztırabına elveda demeye hazırlanıyordur. Artık takip ve tevfikler bitecektir. Çünkü dostun dosta yürüyüş zamanı gelmiştir. Tarih 1 Ağustos 1960 ‘da o zor zamanların güzide şeyhi dostuna kavuşmuştur. Defin için Fatih Camii’nin haziresi olmayınca, Ali Haydar Efendi’nin yakınları Edirnekapı
Sakızağacı kabristanına uygun görmüşler ve defnetmek için acele etmişlerdir. Zira Türkiye ihtilalcileri tarafından mezarından alınıp götürülebilir diye çok acele defini gerçekleştirmişlerdir [9] Son sözleri de şu olmuştur: “Bana haksızlık eden kimler varsa; Allah’ıma kul, sevgili Peygamberimize ümmet olmaları şartıyla, hepsine hakkımı helal ettim.
Bu güzide şeyh dostuna kavuşurken de ona haksızlık yapanlara da hoş görülü olarak göç etmiştir [10].