Sümeyye M. Doğan [1]
“Fakat eğer kendi özgün fikirlerinizi ifade etmezseniz, kendi varlığınızı dinlemezseniz, kendinize ihanet etmiş olacaksınız.” Rollo May
Yaratıcılığın doğasını ve işleyişini anlamak bile kolay değilken Rollo May, nasıl harekete geçirileceği ve yararlanılacağı konusunda fırtına estirmiş. 20. yüzyılda varoluşçu psikolojinin geliştirilmesinde ve yaygınlaştırılmasında merkezi rol
oynayan ve psikolojiye katkılarından dolayı birçok ödül alan Rollo Reece May (1909- 1994) ABD doğumlu. Union Theological Seminary’de Teoloji (İlahiyat) bölümünü (1938), Columbia Üniversitesi’nde psikoloji doktorasını tamamlamış (1949). Harvard, Princeton ve Yale’de öğretmenlik, Santa Cruz, California Üniversitesi’nde Profesörlük yapmıştır. May, hümanizm unsurlarını varoluşçulukla birleştirdiği için hümanist psikoloji ve varoluşçu felsefeyle ilişkilendirilir. Freud, Kierkegaard, Heidegger, Kurt Goldstein gibi isimlerden etkilenmiş, Alfred Adler ve Paul Tillich gibi alanında en yetkinlerle çalışmış. Özellikle, başta öğretmeni daha sonra da yakın arkadaşı olan filozof ve ilahiyatçı Tillich’in, May’in çalışmaları üzerindeki etkisi önemlidir. Ayrıca 1958’de Ernest Angel ve Henri Ellenberger’le birlikte varoluşçu psikolojiyi ABD’ye tanıtan Varoluş (Existence: A New Dimension in Psychiatry and Psychology) kitabının editörlüğünü yürütmüş. Viktor Frankl ile birlikte de varoluşçu psikoterapinin büyük bir savunucusu olmuştur. 1970’de ödüllü [2] ve en çok satan kitabı Aşk ve İrade (Love and Will) ile oldukça saygı görmüş ve geniş kitlelerce tanınmıştır. Kendini Arayan İnsan (Man’s Search for Himself),
Kaygının Anlamı (The Meaning of Anxiet) ve Yaratma Cesareti (The Courage to Create) diğer çok satan kitaplarındandır.
Psikoterapist May’in gençliğinde bir dönem ressam olması, onu sanatsal yaratıcılık konusunda önemli bir isim haline getirmiş görünüyor. Ona göre varlığımızı yaratarak ifade ederiz ve yaratıcılık var olmanın zorunlu bir devamıdır. Bu temadan hareketle tam bir referans hazinesi olan Yaratma Cesareti kitabı, yaratma cesaretinden, biçim tutkusuna
uzanan yedi bölümden oluşuyor ve daha çok şu soruyu yanıtlıyor: “Yaratıcı süreçte bir kişinin zihninde neler oluyor?”
Yaratıcılık için esas olan karşılaşma unsurları: Kaygı ve kendinden şüphe. May, anksiyete karşı bir eylemden yana olduğu için inanç ve şüpheyi dengeliyor. Kendi tavırlarından mutlak bir şekilde emin olanları, dogmatizmin ve fanatizmin özü olarak gördüğü için tehlikeli buluyor. Ne kontrol edilemeyen şüphe ne de mutlak katılık içeren bir tavırla değil, güvende kalmanın, daha iyi yollar bulmanın yollarını bulmaya yönlendiriyor. Bu yüzden genel psikoterapistlerin aksine May’de nevroza [3] olumlu bir tavır var. Nevrotik durumlardan kaçınmak yerine bu durumu kullanıyor. Dayanaklarımızın sarsıldığını hissedince kaygı ve panik içinde geri çekilirsek geleceğin biçimlendirilmesine katılma şansımızdan feragat etmiş olacağız, diyor May. Ona göre bu ıstırabın ve krizlerin ardında bazı mekanizmalar ve gerçeklikler yer alıyor. Ve bizi, büyük cesaret gerektiren, yaşamlarımızdaki kalıpları kırmaya ve tam potansiyelimize ulaşmak için korkularımızla yüzleşmeye zorluyor. Çünkü bu zorluklarla başa çıkarken gelişimimiz belirli aşamalardan geçiyor. Ve bu anlarda yaşadığımız kaygı, cesur kararlar vermemize yardımcı olan önemli bir katalizör oluyor.
Mesela bir resim, kitap, şirket, yazılım programı vb. yaratma fikrinden sonra ilk heyecan ortadan kalktığında anksiyete içeri sızar. İşte bu endişe ve kendinden şüphe etme anı, yaratıcı sürecin önemli bir parçasıdır. Bu anda birçok kişi cayarken, yaratıcı kişiler, kaygı ve kendinden şüphe duymalarına rağmen kaçınmayıp güreşerek ondan bir şey üretmeye
çalışanlar ve vizyonlarını gerçekleştirme girişiminde bulunanlardır. Eğer bu karşılaşma anından; zorlanma, mücadele ve gerginlikten kaçarsanız, çözecek bir probleminiz de olmaz. Bu yüzden bir eser oluşturmak, bu üretme coşkusunu yaşamak isteyenler kaygıyla yüz yüze gelmekten kaçınmamalıdır.
Yaratıcı insanları kaygıyla yaşayabiliyor olmalarından ayırt eden May, yaratıcılığı da bilinci yoğunlaşmış insanın kendi dünyasıyla karşılaşmasına bağlıyor. Bu karşılaşmadan sonraki süreçte ise yoğunlaşmanın derecesi önemli oluyor. Buna da vecd [4] hali diyor May. En yoğun ve en yüksek bilinçte olduğumuz bu vecd halinde coşku yükselir ve sıradan bilincimizin aşıp başka türlü varamayacağı kavrayışlar, bir rahatlama anında elde edilir. Bu rahatlama anı farkında olmadan yaptığımız davranışlardır. Burada, bilincimizin gerisinde ve derininde yer alan ve bilincimizi etkileyen bilinçdışının alanına gireriz. Bilincin bir yerde pes edip rahatlama aşamasına geçtiği bu anda işi tamamlamak
bilinçdışının görevi olur. Bilindik tabirle o “Aha!” anını yaşarız. Bizi bilinçdışı boyuttan kavrayışa geçiren bu rahatlama anına verdiği örneklerden biri Albert Einstein’dan: “Neden en iyi fikirler aklıma sabahları tıraş olurken geliyor?” Ayrıca bu dönem insanının yoğunluğunun bilinçdışılarını nasıl kötü etkilendiğinden de bahsediyor. “Açıktır ki, her çeşitten şiirsel ve yaratıcı kavrayış bize gevşeme anlarında geliyor. Bununla birlikte ortaya çıkışları gelişigüzel bir biçimde olmuyor, onlar, kendimizi yoğun bir biçimde verdiğimiz, diri ve bilinçle yoğunlaştığımız deneyimlerimizin alanında beliriyorlar.” [5]
Görüyoruz ki gerçek yaratıcılık, boş zamanlarımızda veya bir hobi olarak geliştirdiğimiz şeyler değil. Bu, seçtiğimiz mesleğin hizmetinde zevk, rahatlık ve çok zaman feda etmemizi gerektiren bir yaşam tarzıdır.“Öğle şekerlemesinde şiir yazarsanız, şiirinizi öğle şekerlemesinde okurlar.” [6].
May’in psikoloji bölümünü özetleyen çok güzel bir açıklaması var: “Mabetlerin ya da modern terapinin, bireyi daha edilgin hale getirmeye yöneldiği yaygın bir yanlış anlamadır. Bu, kötü terapi ve kehanetlerin yanlış yorumlanışı olabilir. Her ikisi de kesinkes tersini yapmalıdırlar, bireylerin kendi olanaklarını tanımaları, kendilerinin yeni yanlarını ve kişilik-içi ilişkileri aydınlatmaları için tek başvuracakları kaynak yine bireyin kendisi olmalıdır. Bu süreç insanlardaki yaratıcı kaynağı tıklatır. Onları içe, kendi yaratıcı pınarlarına döndürür.”
Bir an gelir, dünya görüşümüzün sarsılması, en değerli inançlarımızın şüpheciliğe maruz kalmasıyla yüz yüze kalabiliriz. Bu durum şahsımıza münhasır bir şey tezahür ettirebilmek için büyük bir fırsat olabilir. Ama içinden bir anlam bulana kadar anlamsızlığı zorlamak ve tahammül gerek. Bu zorlu sürecin temeli de kim olduğumuzu bulmak ve buna
sadık kalmakla başlıyor. Böyle bir andaysanız veya sadece ölmeden önce bir konuya damga vurmak için cesaret arıyorsanız bu kitap size bilgi ve ilham verecektir. Kitapta yer yer anlamakta zorlandığınız kısımlarla karşılaşacak olsanız da bazı şeylere ve konulara yaklaşımınız yüksek ihtimalle etkilenecek ve değişecek: kendinize veya başkasına ait yazı,
kitap, resim, fotoğraf, şiir, film vb. gibi herhangi yaratıcı bir şeye karşı sözde mi gerçek mi bir yaratı olduğuna dair algılarınız ve yaklaşımlarınız…
Ayrıca, Gestalt psikolojisi, sözde ve gerçek yaratıcılık farkı, bilinçaltı, Delfi kehanetinin Yunan uygarlığı için önemi, Dionysos ve Apollon ilkeleri, imgelem ve biçimin gereklilik sebebi gibi konulara dair arayıcı veya meraklıysanız dikkatinizi çekecektir.
____________________
“O kadar akıllı olduğumdan değil, sorunlarla uğraşmaktan vazgeçmediğimden başarıyorum” Albert Einstein
Bir Sanatçıyı Başyapıt Yaratmaya İten Şey Nedir? PDF