Serra Erçetin [1]
“Nobel almak güzel ama ondan da güzel şey Nobel’i almaya giden yol ve yapılan keşiflerdir.” Prof. Dr. Aziz Sancar
Yaptığı çalışmaların DNA’yla ilişkisi nedir? DNA Onarım
Mekanizması nedir, nasıl çalışır?
Kanserin tedavisinde umut ışığı olacak kadar önemli bir keşif
midir?
Tüm bu soruların cevaplandığı, çalışmaya ve araştırmaya adanmış
bir hayatın hikayesi; ” Aziz Sancar ve Nobel’in Öyküsü.”
Tomas Lindahl, Paul Modrich ve Aziz Sancar; DNA’nın farklı onarım
mekanizmalarını, daha doğrusu üç temel onarım sistemini
çözdükleri çalışmalarını biyokimyasal genetik ve moleküler düzeyde
kanıtladıkları için 2015 Nobel Kimya Ödülü’nü kazandılar. Peki;
2015 Yılı Nobel Kimya Ödülünü kazanan bilim insanımız Aziz
Sancar gerçekte kimdir?
Yaptığı araştırma neydi? Neden Nobel Ödülü’nü kendisine
kazandıracak kadar bilim dünyasını ayağa kaldırdı?
Kitabın yazarı, Orhan Bursalı gazetecidir. Berlin Özgür Üniversitesi’nde siyaset bilimi
okudu. Gazetecilik hayatına 1976 yılında başladı. Bilim ve teknoloji politikaları, bilgi
toplumu, dış politika, siyaset ve toplum konularında yazılar yazar. Cumhuriyet gazetesinin
cuma günleri yayınlanan Bilim ve Teknoloji ekini yönetmekte ve bu ekte bilimsel içerikli
yazılar yazmaktadır. Aynı zamanda pazartesi, perşembe ve pazar günleri Cumhuriyet
gazetesindeki Bilim ve Siyaset başlıklı köşesinde yazmaktadır.
Kitabın girişinde Orhan Bursalı’nın önsözü yer alıyor. Aziz Sancar’ın el yazısının yer aldığı
ilk sayfada Sancar’ın kendi ifadelerinden Orhan Bursalı ile 1995 yılından beri tanıştıklarını,
Bursalı ile farklı görüşleri olsa da Türkiye’ye aşık iki insan olarak ülkelerine her şeyden çok
bilim ve araştırma gerektiği görüşleri paydasında buluştukları için yakın arkadaş olduklarını
söylüyor.
Orhan Bursalı, Aziz Sancar’ın sadece 14 kişi çağırabilme hakkı olan Nobel Ödül Töreni’ne
Aziz Sancar tarafından davet ediliyor. 1 haftalık tören şölenine ve yoğunluğuna yakından
tanık olan gazeteci, kitapta Aziz Sancar’ın bu anlarını fotoğraflarla da destekleyerek ayrıntılı
şekilde sunuyor.
” Aziz kitaba bir biyografi gözüyle baktı. Ben öyle bakmadım. Keşif sürecinde bir adamı
anlatıyorum.” ORHAN BURSALI
Sunuş
Orhan Bursalı sunuşunda “Nobel ödülünün tozu dumanı ortadan çekilince, yaşadığımız bu önemli
olaydan geride ne kaldı sorusuna yanıt vermek gerekir. Şüphesiz, Nobel ödülü, günlük hayhuy içinde
hızla tüketilen bir olay olma kaçınılmazlığıyla karşı karşıyadır. Ama Aziz Sancar’ın çalışmalarının,
Nobel ödülü çalışmalarının, ne kadar istenirse de tüketilemeyecek kalıcı yönleri var. Bu çalışma, bu
yönleri ayıklayıp gün ışığına çıkarma ve yarına aktarma iddiasıyla yazıldı.” diyerek kitabı yazış
sebebini ve bu biyografiyi ele alış biçimini açıklıyor.
Sunuşun ardından Aziz Sancar’ın Nobel ödülü aldığını öğrendiği ve bu bilgiyi kendisiyle
paylaştığı ilk anı şöyle anlatıyor:
“7 Ekim 2015 Salı günü sabahı saat 5’te Sancar ailesinin evinde çalan telefonu Gwen Sancar açar,
“Buyurun,” der… Arayan Aziz Sancar’ı istemektedir. Gwen, “Bana söyleyin, Aziz uyuyor,” yanıtını
verir ama telefondaki ses, mutlaka Aziz Sancarla konuşmak istemektedir. Gwen zaten uyku sersemi,
sinirlenir, “Biliyor musunuz burada saat kaç?” diye söylenerek tam telefonu kapatacakken… “Bayan,
kendisine söylemem gerek. Ben Stockholm’den arıyorum!” Gwen Sancar telefonu adamın yüzüne
kapatmaya hazırlanırken, “Stockholm”u duyunca durdu! Stockholm = Nobel denklemini hemen
kurdu. “Haaa, o zaman bir dakika,” dedi ve eşini sarstı… Aziz uykulu bir şekilde telefonu alır, Nobel
Komitesi yetkilisini anlamaya çalışır. Sorduğumda, adama ne söylediğini kesinlikle anımsamıyor…
Neyse bu kargaşayı bitirdikten sonra, o sabahın beni en çok ilgilendiren yönüne geldik: Haberi
aldıktan sonra Aziz Sancar’ın ilk aradığı kişi olmam… Talimat doğrultusunda haberi paylaşmak için
yarım saat beklemek zorundadır. Nobel Komitesi bu haberi yarım saat sonra dünyaya resmen
duyuracaktır. Banyoya girer, duş alır, tıraş olur, topu topu on dakika sürer bunlar. Telefonu alır ve
tuşlar… “Orhan, Nobel’i aldım!” der. Kendisine konan yarım saatlik ambargoyu delmiş, benim
üstümdeki ambargoyu da kaldırmıştır.”
2
Sonrasında Sancar’ın ailesini, çocukluğunu, büyüdüğü yeri, gittiği okulları, hayatında etkili
olmuş kişileri ve kişiliğini anlatarak Nobel’e giden uzun hayat serüvenini anlatmaya başlıyor
Bursalı.
Aziz Sancar kimdir?
8 Eylül 1946 yılında Mardin’in Savur ilçesinde hayata gözlerini açtı. Abdulgani ve Meryem
Sancar’ın 8 çocuğundan 7. olan Aziz Sancar’ın babası çiftçi, annesi ise okuma yazma
bilmeyen; ancak çocuklarının hepsini okutmayı kendine görev edinen aydın bir kadındır.
Çocuklarının hepsini bu idealle okutmayı başarmışlar.
Aziz Sancar çocukluğundan beri inatçı, azimli, gözünü budaktan esirgemeyen biriymiş.
Kitap aşığı, araştırma meraklısı olduğundan her nereye gitse yanında 3-4 koli kitap
götürürmüş. Lise 2’de okurken Lise 3 matematiği kitabının tüm alıştırmalarını yapıp
bitirecek kadar önden koşan biriymiş. Kısaca hayatı tesadüflerle değil, büyük bir çalışma
azmiyle dolu.
Sancar üniversitede Kimya okumak istemesine rağmen arkadaşlarıyla birlikte girdiği
‘Bakalım tıp kazanabilecek miyiz?’ iddiasıyla hem üniversitede Kimya alanını kazanır hem
de İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni kazanır. Arkadaşlarının tıbbı seçmesi üzerine
2
Syf. 21-22, metin sadeleştirilmiştir.
onlardan ayrı kalmamak için kendisi de kimyadan vazgeçmek pahasına tıbba kayıt olur.
İstanbul Tıp Fakültesini birincilikle bitirdikten sonra iş hekim olma aşamasına geldiğinde
arkadaşlarından ayrılır, bu sefer takip edeceği yoldan emindir. Temel bilimci olma yolunda
araştırmalarına devam edecektir.
Aziz Sancar, araştırma yapmak amacıyla Tübitak’ın Nato bursunu alarak ABD’de John
Hopkins Üniversitesi’ne gider. Ancak gittiği üniversitedeki hocasıyla anlaşamaz. Hocası
Aziz Sancar’ın üretken ve sürekli aktif olmak isteyen yapısına karşılık, Sancar’ı pasifize
etmeye ve baskı altına almaya çalışır. Amerika’ya gittiğinde sadece Fransızca bilen Sancar 6
ay içerisinde İngilizce’yi de öğrenir. Üniversitede yaşadığı sorun uyum sorununa da dönüşür
ve psikologunun tavsiyesiyle Türkiye’ye geri döner. 1-2 yıl ardından dayanamaz ve tekrar
Amerika’ya döner; ancak hocasıyla arasındaki sıkıntı devam ettiği için, Tübitak İngiltere’de
şansını denemesini ister. Sancar İngiltere’ye gider gitmesine ancak İngiltere’nin araştırma
yaptığı alanda çok daha geride olduğunu görüp, Tübitak bursunun kesilmesi ve parasız
kalma pahasına ABD’ye döner. Amerika’da çalışarak geçimini sağlamaya çalışır, aynı
zamanda Texas Üniversitesi’nde Prof. Dr. Claud Stan Rupert’le çalışmak için üniversiteye
başvuruda bulunur. İlgili akademisyen daha önce seminerine katıldığı ve Sancar’ın ömrünü
adayacağı ” Fotoliyaz ( Photolyase ) Enzimi ”ni keşfeden kişidir. (Sancar’ın tüm yaşamı ve
başarıları bu enzimin üzerine inşa edilecek.) Başvuru cevabı olarak kendisine para
veremeyecekleri bildirilir. Yani ne gel denir, ne de gelme. Sancar bu cevabı anlamak istediği
gibi yani ‘gel’ olarak algılar. Ha burada parasızım ha orada, en azından orada çalışmak
istediğim alana yakın olurum diyerek tası tarağı toplayıp yeni üniversitesine doğru yola
koyulur.
Texas Üniversitesi’nde parasız ama mutludur, her ne kadar zor koşullarda yaşama
mücadelesi verse de. Yasak olmasına rağmen laboratuvarın bir köşesinde uyur, üniversitenin
hastanesinde hortumlarla banyo yapmak zorunda kalır ta ki yakalanana kadar.
Yakalandığında mecburen kendine bir yerler bulmaya çalışır. Bu sırada laboratuvardaki
çalışmaları, azmi ve kararlılığı hocasının gözünden kaçmaz ve Sancar’a burs bulur. Prof. Dr.
Rupert, John Hopkins’teki hocasından farklı olarak Sancar’ı yüreklendirerek kendi
yaratıcılığı içerisinde özgür bırakır. Belki de bu yüzden Aziz Sancar, Prof. Dr. Rupert’i bir
bilim insanı ve beyefendi olarak kendi mesleki yaşamında en etkili kişi olarak gösteriyor.
Sancar John Hopkins Üniversitesi’nde ( önceki üniversitesi ) iken Prof. Dr. Claud Stan
Rupert’in seminerine katılır, seminerin konusu ise Sancar’ın hayatını etkileyecek ve Nobel’i
kazanmasını sağlayacak bir enzim hakkındadır : FOTOLİYAZ ( Photolyase ) ENZİMİ
Prof. Dr. Rupert, insan dışındaki bazı canlılarda bulunan fotoliyaz adlı enzimin DNA
üzerindeki bozulmaları tamir ettiğini göstermiştir; ancak bu onarımı nasıl yaptığını ve
insanlarda bu enzimin karşılığının ne olduğunu bulamamıştır. İşte Aziz Sancar bu noktada
sorunu çözmek üzere devreye girecektir.
Sancar, fotoliyaz enzimini kodlayan geni karakterize etme çabasına girişiyor. Enzimin
sırlarını Sancar’ın çözmesi nedeniyle fotoliyaz enzimine daha sonra ” Sancar Enzimi ” adı da
veriliyor.
” Başarılı bir bilim insanında 3 temel özelliğin bulunması gerektiğine inanıyorum : Bilgiye dayalı
yaratıcılık, sıkı çalışmak ve başarısızlık karşısında direnmek. ” AZİZ SANCAR
Doktora sonrası ( post – doc ) eğitimi almak için başvurduğu üniversitelerden art arda ret
cevapları alan Sancar, en sonunda Yale Üniversitesi’nde doktora sonrası çalışmalarına
devam eder. Burada da MAXICELL ( BÜYÜK HÜCRE ) adını vereceği metodu keşfeder.
Maxicell ( büyük hücre ) 1978 yılında Sancar tarafından geliştirilen, bilim dünyası tarafında
sıkça kullanılacak bir sistemdir.
Sancar’ın bir diğer çalışması:
İkili Kesim Onarım Mekanizması ( Nucleotid Excision Repiar ) ) araştırması. Araştırmaya
göre, DNA’da hasarlı kesimler onarılırken, hatalı nükleotidler gen halkasının her iki
ucundan da kesilip atılıyor, yerine hatasız nükleotidler yerleştiriliyor. Bilinen hasarlı DNA
kısımlarının kesilip yerine yenisinin konulması bilgisine ek olarak, daha önce bilinmeyen
‘İkili Kesim Onarım Mekanizması’ da bilim dünyasına sunuluyor. 3 farklı genin ortaklığında
onarım yapan enzime Aziz Sancar ”ABC Excinuclease” adını veriyor.
Aziz Sancar’ın bir başka önemli araştırması ve ” En Güzel Makalem ”, ” Yunus Emre
Destanım ” dediği makalesi:
”Yunus Emre Destanım ” olarak andığı makalesine ilişkin araştırması ise ; Transcription –
Coupled Repair ( TCR; Yazılımla Eşlenmiş Onarım ) hakkında.
”Daha ilgi çeken, insan sağlığı bakımından daha önemli olan buluşlarım var. Ama bence bu makalem
benim en güzel makalemdir. Biyokimyası güzel, verileri güzel, sunuşu güzel. Türk arkadaşlara, bu
benim Yunus Emre Destanımdır derim. ” AZİZ SANCAR
Sancar diğer makalelerine de Piri Reis gibi adlar vererek tarihimizin önemli isimlerine atıfta
bulunmuş. Kitapta Sancar’ın daha birçok önemli bulgu ve araştırmaları da var.
Sancar’ın eşi Gwen Sancar ( Esta Gwendolyn)’a göre Aziz Sancar’ın Nobel ödülünü
kazanmasının nedeni ne fotoliyaz çalışmaları, ne de E. Coli bakterisinde keşfettiği Nükleotid
Eksizyon Onarım Mekanizmasıdır ( İkili Kesim 1 ). Aziz Sancar’ı mutlu sona ulaştıran tüm
bu verilerin temelinde yükselen Nucleotide Excision Repair ( Nükleotik Eksizyon Onarım )
Mekanizmasının insanda nasıl çalıştığını aydınlattığı an, Nobel’i kazandığı andır. Aziz
Sancar insandaki onarım mekanizmasına da Nucleotide Excision Repair – 2 yani adını verir.
Bu araştırmalar sadece Sancar ve ekibi tarafından yapılmıyor. Konu hakkında çalışan
Hollandalı ve Japon gruplar da var. Öne geçmek adına her biri sıkı bir rekabet içerisindedir.
Bilim dünyasında, ikincilik yok, ilk açıklamayı yapan kimse onun adı geçiyor kaynaklara.
Sancar bu yarışı en önde bitirmek için ekibiyle birlikte gecelerce uykusuz kaldığı yoğun ve
zorlu bir çalışma temposuna giriyor. Sancar ve ekibi 8 Kasım 1991 tarihinde keşiflerini
tamamlıyor ve 15 Nisan 1992’de makalelerini yayımlatıyor. Sancar’ın makalesi 23 Aralık 1994
tarihli Science dergisinde ” Yılın Molekülü: DNA Onarım Enzimi ” başlığı ile kapak oluyor.
Kansere çözüm umutlarını yeşerten çalışma:
Sancar ve ekibi, DNA onarım yöntemleriyle uyumlu yeni kanser ilaçları ve tedavisi
geliştirebilir miyiz? Sorusundan yola çıkarak 46 kromozom için DNA onarım haritasını
çıkarıyorlar. Araştırma Genes & Development adlı dergide yayımlanıyor ve çok ses getiriyor.
Ptt Aziz Sancar için hatıra pulu basmıştır. Pulda Aziz Sancar’ın
fotoğrafının yanında yer alan iki adet DNA sarmalının birincisi
bakterideki onarım mekanizması (İkili Kesim onarım mekanizması1)’ in, en sağda yer alan DNA sarmalı da insandakini (İkili Kesim
Onarım Mekanizması–2) gösteren şemadır.
” Bu yöntem ve haritalandırma, bize kanser hastalarında kemoterapinin daha etkin kullanımı veya
nükleotid ölçeğinde etkinliğini gösterecek yeni gelişmelere yol açabilir. Tedavi ile ilgilenen bir bilim
insanı bize hangi gen veya genomun hangi bölgesiyle ilgilendiğini söylesin, biz de ona o gen ve
bölgede onarımın nasıl yapıldığını söyleyelim. Genomdaki 6 milyar baz çiftinden bir minik bölge
işaretleyebilir ve burada onarımın nasıl yapıldığını söyleyebiliriz. ” AZİZ SANCAR
Sancar’ın üçüncü büyük sıçrayışı: İnsan biyolojik saati ve kanser
”Şans hazırlıklı beyinleri tercih eder! ” LOUIS PASTEUR
Aziz Sancar, geniş bilgi birikimi ve pratik zekasıyla bu şansla, Türkiye’den ABD’ye dönüş
yolunda, bir uçakta karşılıyor. Uçakta verilen dergilerden birini okurken, biyolojik saate
ilişkin bir yazı gözüne ilişiyor. Yazıda gözleri görmeyen insanların, gece ile gündüzü
göremeseler dahi biyolojik saate uygun olarak yaşadıkları, gece olduğunda uykuya gittikleri
yazıyor. O an Aziz Sancar’ın aklına ışıkla aktive olan fotoliyaz enziminin insandaki karşılığı
olduğu bazı bilim insanlarınca iddia edilen iki gen geliyor. Aziz Sancar’ın beyninde bir ışık
çakıyor. İlgili genlerin biyolojik saat düzenini ayarlayan genler olduğuna karar veriyor.
Hemen üniversitesinin patent ofisini arayıp, Cryptochrome ( Kriptokrom ) isminin
patentinin alınmasını istiyor. İlgili genin ismine atfen bulgusuna vereceği adı tescilletiyor.
İlaçların tedavi edici etkisinde, uygulandığı saatin önemi büyüktür. Aziz Sancar, bu
bağlamda kronoterapiyi, biyolojik saat ve onarım mekanizmasının çalışma prensibine dahil
ediyor. Kanser hastalarını en etkili şekilde tedavi etmek için hangi saat aralığında
kemoterapi görmeleri gerektiğini araştırıyorlar.
“Büyük bir temel bilimcinin bugüne kadar bilime yaptığı ve kendisine Noel ödülü kazandıran
katkıları, yaşama ilişkin çözdüğü temel mekanizmaları karınca kararıyla anlatmaya çalıştık. Sancar’ın
önünde henüz üzerinde çalıştığı problemler var. Kendisini şimdi insanın en büyük belası kanserin
iyileştirilmesine vakfetmiş görünüyor.”
Bursalı bu sözleriyle bilimsel çalışmaları anlattığı kısma bir nokta koyuyor ve işin biraz
magazin kısmına geçiyor. Nobel haftasından, Kraliyet Töreni ve Nobel Yemeği’nden
bahsediyor, bazı görüntüler sunuyor.
Aziz Sancar’a gelen tebrikler arasında kendisini en çok heyecanlandıran İsveç Türk İşçi
Sendikası’nın ” Güzel çalıştın, güzel neticeler aldın, Nobel aldın, tebrik ederiz. ” mesajı olmuştur.
Aziz Sancar’ın çok değerli gördüğü bu mesaj ise şu an laboratuvarının duvarında asılıdır.
Kitap hakkındaki kendi yorumlarımdan bahsetmek istiyorum şimdi. Bilime, araştırmaya
adanmış bir hayatın öyküsünü çok sürükleyici bir biçimde okuyucuya aktarmayı başarmış
Orhan Bursalı. Kendisi bir bilim adamı olmamasına rağmen Sancar’ın çalışmalarını yaptığı
araştırmalarla, bilim adamı arkadaşlarından da aldığı yardımlarla önce kendisi anlayıp sonra
da bizlere çok açık ve net bir biçimde aktarmış. Üniversite 1.sınıfta genetik dersi aldığım için
kitapta anlatılanları anlamakta hiç zorluk çekmedim, o yüzden ne kadar objektif olabilirim
bilmiyorum ama bence anlatılanlar konusunda hiçbir şey bilmeyen birinin bile anlayacağı bir
dille yazılmış, yer yer gerekli olan tanımlamaları vererek olabildiğince sadeleştirilmiş bir
biçimde sunmaya çalışmış Bursalı, özellikle bu yönünü çok beğendim kitabın, herkes
kendisine bir şeyler katabilir bu anlamda. Bir diğer güzel yönü Aziz Sancar’ın karakterini,
adanmışlığını, bilime olan aşkını, azmini, verdiği mücadeleleri, ne olursa olsun pes etmeden
yola devam edişini, ona neyi yapıp neyi yapamayacağını kimseye söyletmeden kendi yolunu
kendisinin çizişini kitapta çok güzel aktarmış olmasıydı. Değinmek istediğim bir diğer nokta,
Aziz Sancar’ı Nobel ödülünden sonra medyadan, insanlardan duymuştuk, kulaktan dolma
da olsa kendisi ve Nobel çalışması konusunda az çok bir şeyler biliyorduk ama kitapta
Sancar’ın çalışmalarıyla Nobel ödülünden çok daha fazlasına imza attığını gördüm. Nobel
kazandıran çalışması gerçekten çok önemli bir keşif ama bunun dışında bilim dünyasına çok
önemli katkıları olduğunu görmemi sağladı. Ben bu biyografiyi okurken yer yer şaşırdım yer
yer duygulandım ama en çok da gayretlendim, kendimin ve Türkiye’nin geleceğine olan
inancımı tazeledim bu bağlamda da herkesin ama özellikle de lise ve üniversite
öğrencilerinin mutlaka okuması gereken bir kitap olduğunu düşünüyorum.
Hayatı Peşinde Sürükleyen Bilim Adamı PDF