Zeynep Çamcı [1]
1952 Merzifon doğumlu, Nevzat Tarhan Psikiyatri Profesörü ve albaydır. En iyi araştırmacı, en iyi toplum programı, sağlıkta sosyal sorumluluk ödülü gibi kendi alanında birçok ödüle layık görülmüştür. Yirmi üç eserden fazla kitabı basılan yazarın askeri bir geçmişinin olması olaylara bakıştaki farkındalığımızı etkilemektedir. İlk baskısı 2002 yılında yapılan kitabın yirmi üçüncü baskısı 2019 yılında yayımlanmıştır. Psikolojik Savaş Kitabı on beş bölümden oluşmaktadır. Kitapta psikolojik savaş, bilgi savaşı, elektronik savaş, beyin kontrolü, propaganda yöntemleri, internet taarruzu, gelişen intihar eğilimleri, itaat kültüründen demokratik kültüre geçiş, psikolojik savaşta rol alanların ruh halleri konuları işlenmektedir.
Psikolojik savaş, insanların duygu, düşünce ve davranışlarını değiştirmek amacı ile bilginin kullanılmasıdır. Hem savaş ortamında hem de barış ortamında varlığını sürdürmektedir Psikolojik savaşta en önemli iki unsurdan ilki, düşmanını ve kendini iyi tanımak, ikincisi ise baskı ve ikna yöntemlerini en etkili şekilde kullanıp düşmanı sindirmektir.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra nükleer tehlike kendini gösterince, nükleer silahlarla yapılacak büyük savaşlar dünyanın sonunu getirebilir düşüncesi hâkim olmaya başlamıştır. Son yüzyıla kadar rakibine düşman olduğunu gizlemeden, silahla yapılan savaşlar, teknolojik gelişmeler ve nükleer gücün varlığı sonucu, düşman olduğunu gizleyerek bilgi savaşları şeklinde dönüşüme uğramıştır. Savaş malzemeleri ve savaş stratejileri değişmiştir ve değişmeye devam etmektedir.
Kitapta psikolojik savaşın en önemli argümanının eğitim olduğu anlatılmaktadır. Önce bir yöntem seçilmektedir. Seçilen yöntem; yazı, söz, e-posta, resim, karikatür veya herhangi bir şey olabilmektedir. Bu şekilde istenilen bilgi kolaylıkla kişiye empoze edilmektedir. İyi bir eğitim ve yöntem ile insanlar ikna edilmekte ve değiştirilebilmektedir. Psikolojik savaşta amaç halkla yönetim arasını açmak, toplumda itaat kültürü oluşturmak, uluslararası kamuoyunu yanlışa yöneltmek, komutanları yanıltmak ve kültür değişimi sağlamaktır.
Yazarın söylediği gibi; önce toplumda güven oluşturan değerler belirlenmelidir. Bu değerler, belirlendikten sonra toplumun gözünden yavaş yavaş düşürülmelidir. Söz konusu değerleri halkın hor görmesi sağlanmalıdır. Çıkarcı ve aşağılık kişilerle iş birliği yapılmalıdır. Propaganda yapacak kişi, o toplumdan biri gibi görünmelidir. Toplumun dilini en iyi şekilde konuşmalı, onların değerlerini kendi değeri kadar iyi tanımalıdır. En önemlisi, bu kişinin farklı olduğu asla belli olmamalıdır. Bu kişi, değiştirmek istediği değeri belirleyip halkta kendine karşı güveni sağlamlaştırdıktan sonra etkili olabilecektir. Eğitimsiz insanların propagandacı kişilere karşı daha savunmasız oldukları çokça görülmektedir. Çünkü onlar karşısındaki kişiye daha kolay güvenmektedirler. Bu da eğitimsiz kişiler için çok tehlikeli olabilmektedir.
Yazara göre; gelişen teknoloji sayesinde insanlar daha önce fark etmedikleri birçok şeyin farkına vararak yaşanan adaletsizlik ve haksızlığı görmeye başlamışlardır. İnsanların farkındalığının artması ile birlikte öfke ve isyan ön plana çıkan kavramlar olmaktadır. Batıda ön plana alınan akıl ve doğuda ön plana alınan ruh arasında “Kim galip gelecek?” sorusu kafaları karıştırmaktadır. Aslında bir galibiyete ihtiyaç da yoktur. Batının aklı ve doğunun ruhu ile sorun çözülmüş olacaktır. Adil ekonomik düzen ve paylaşma ahlâkı standardize edilmelidir.
Öte yandan kişilerin eski zamanlara göre refah seviyesinin artması ve artan teknolojik başarılar sayesinde insanlar bencil bir varlık haline gelmiştir. Her şey süt liman giderken bir şeye inanma ihtiyacını gereksiz sayan kişiler artmıştır. Hesap vermek diye bir şey düşünmeyen kişi ise karşı taraftaki bireyi istediği şekilde sömürme ve ezme hakkına sahip
olduğu sanrısına kapılmıştır. Kendinden başka bir şey düşünmeyen insan, her şeyi yapabilecektir. Bu nedenle bir şeyler yapılması gerekliliği sonucunda, 1993 yılında Küresel Ahlak İlkeleri yayınlandı. İnsanların gelişen teknoloji ile birlikte mutluluklarını da yitirmeye başlaması, insanları bu konuda düşünmeye sevk eder: “Ben dünyaya neden geldim ve
yaşamımın anlamı neydi?” soruları sıkça sorulur olmuştur. Bu soruları soran bireylerde intihar eğilimleri de oldukça artmıştır. Bu nedenle hayatın anlamını iyi bilmeli ve hayata yaşanacak bir amaç yüklemelidir. “Yaşamak için bir nedeni olan kişi, hemen her ‘nasıl’ a katlanabilir.”[2]
İçindeki iyi ve kötü olan duyguları nasıl yönlendireceğini bilmeyen birey kolaylıkla suça yönelebilir.
Yazara göre; toplumumuz genel itibari ile geçmişten bugüne itaat etme kültürü etkisinde yaşamaktadır. Korku duygusu ve çekingenlikle hareket eden bireylerde tutucu özellikler baskın olmaktadır. Birey, beynini hep savunma ve korunmaya şartlandırmakta, yeni fikir ve kavramlara ise kendini kapatmaktadır. Kendine güvensiz bireylerden oluşan toplumun
üyeleri, birilerinin kendilerini yönlendirmesini beklemektedir. Ancak sevgi ve güven duygusu daha fazla olan toplumlar yenilik arayışına daha açık görülmektedir. Böyle toplumlarda ise üretken ve yönetici ruhlu bireyler daha fazla bulunmaktadır. Kendine güveni olmayan ve korunma güdüsü fazla olan insanlar karşıdaki kişiye kolaylıkla inanabilmektedir. Psikolojik savaştan en çok etkilenen kesimi düşündüğümüzde karşımıza kendine güveni olmayan
kesimin çıkması olağandır. “Sorma, düşünme, itaat et!” zihinsel şartlanması yerini, “Sorgula, düşün, uygula!” söylemlerine bırakmalıdır. Halk, kendine güvenli ve sorgulayan bir yapıya sahip olduğunda kendini idare eden yönetimi de sorgulayacaktır. Bu çerçevede Nevzat Tarhan, toplumda muhalefetin olmasının oldukça iyi bir unsur olduğunu vurgulamaktadır. Bununla birlikte hataların en aza inmesi sağlanarak yönetimde oluşabilecek keyfiliğin engellenebileceğini söylemektedir. Kanaatimce sorgulamak güzel bir davranış ancak neyi ve kimi sorguladığımız çok önemlidir. Bu farkındalığı dikkate alarak insanlar fikirlerini özgürce söylemeli ve korkusuz olmalıdırlar.
Psikolojik savaş son yüzyılda çok etkili olarak kullanılıyor denilse de aslında çok daha gerilere aittir. MÖ 500 senelerinden itibaren devletler, bu yöntemi bilmektedirler. Çinliler, Hunlar, Göktürkler ve Moğollar, imparatorluk kurarken psikolojik savaş yöntemlerini oldukça iyi kullanmışlardır. Bireyin bencil varlık haline gelmesi ile en büyük savaşların en çok bu kültürel yükselme döneminde meydana geldiği görülmektedir. Teknoloji ne kadar ilerlerse ilerlesin, her zaman en büyük gücün insan gücü olduğu unutulmamalıdır. Önceki yüzyıllara göre daha zengin ve daha kültürlü olmamıza rağmen artık eskisi kadar mutlu olmadığımız istatistiklere yansımaktadır. Toplum psikolojik savaş faaliyetleri konusunda bilinçlendirilirse art niyetli kişiler toplum üzerinde etkili olamazlar. Her birimiz toplumun bir ferdi olarak ülkemizin ve
kendimizin istikbali için en azından etrafımızdaki kişilerin farkındalığından mesul olmalıyız. Eğer kimseye boyun eğmeyen ve kendi ayakları üzerinde duran bir toplum olmak istiyorsak bu acıyı içimizde hissetmeli ve etrafımızı bilinçlendirmeliyiz. Böylelikle kişi, karşı tarafın niyetini bildiği için, ona sorgulamadan inanmayacaktır. İnsanların kendilerini iyi ifade ettiği ve güven duyduğu sistemlerde kavgalar da az olacaktır. “Yüz savaş kazanmak hüner değil,
asıl hüner savaşmadan güvenliği sağlamaktır.”[3] Kitabı psikoloji ve siyasetle ilgilenen kişilere tavsiye ederim. Kitap, etrafımızda olan olaylara başka bir bakış açısı ile bakmamıza katkı sağlıyor. Yazarın dili oldukça etkileyici, ancak bazen olayları açıklarken tekrara düşmüş olduğunu fark edebilirsiniz. İki kez aynı şeyi okumak yerinde dahi olsa gereksiz düşünülebilir. Yazar psikolojik savaştan bahsetmesine rağmen kendi alanı olması nedeni ile psikolojik tahlillere fazlasıyla yer vermiş. Genel anlamda bakacak olursak çok faydalı bir kitap olduğunu düşünüyorum.
Kendini ve Düşmanını Tanımaya Dair PDF