Tuğçe Sena Güç [1]
Hem kitabın yazarı hem de kitabın konusu Necip Fazıl’dır. Necip Fazıl 1904-1983 yılları arasında yaşamıştır. Kitapta yazarın hayatının 1965 yılına kadar olan kısmı mevcuttur. Yazar, çocukluğunu, ailesini, lise dönemini ve Abdülhakim Arvasi Efendi ile tanışmasından sonraki hayatını ele almıştır. Dikkat çekici kısımlardan biri de günümüzde Necip Fazıl’ın zaaflarıyla ilgili yapılan eleştirileri kendinin özeleştiri olarak
açıkça söylemesidir. Buradan anlaşılıyor ki yazar yapılan eleştirilerin farkındadır.
Necip Fazıl, 1904 yılında İstanbul Çemberlitaş’ta bir konakta doğmuştur. Babası hukukçu Abdülbaki Fazıl Bey, annesi Mediha Hanım’dır. Necip Fazıl’ın çocuk yaşta eğitimi ve gelişiminde etkili kişilerden biri büyükbabası Maraşlı Kısakürekzade
Hilmi Efendi’dir. Yazar epey haylaz bir çocukluk dönemi geçirmiştir. Cici anne dediği
büyükannesi, haylazlıklarını azaltmak için torununa kitap okumayı öğreterek aslında edebî zevkin temelini kazandırmıştır. Konakta, ailenin erkek evladının oğlu olduğu için ayrıcalıklı olan Necip Fazıl, çocukluğunun en derin hüznünü kız kardeşi Selma’nın vefatıyla yaşamıştır. Devamında hayatına yön verecek Bahriye Mektebine başlamış, dönemin kıymetli edebiyatçılarından Yahya Kemal Beyatlı, Hamdullah Suphi ve İbrahim Aşki Bey, mektep hocaları olmuştur. İbrahim Aşki Bey, Necip Fazıl’ın edebiyata olan ilgisine dikkat etmiş derste kendisine şöyle söylemiştir:
Sen, oku. Her şeyden evvel oku! Amma okumaya başlamadan evvel bil, ne okuyacağını bil! Talebe ne demektir? Talep etmekten, istemekten gelir bu isim… İlim isteyebilmek için de bir ilk ilim ister. Muallim de böyledir; bir taraftan öğretirken, bir taraftan da talebesi ona öğretir [2].
Hocasının bu cümlelerinden sonra Necip Fazıl kendini keşfetmek için heyecanlanmış, okumaya ve yazmaya başlamıştır. Hatta okulda lakabı şairdir. Kendisinden birkaç sınıf önde olan Nazım Hikmet için de lakapsız ifadesini kullanmıştır. Açık olarak dile getirmese de Nazım Hikmet ile kendini kıyasladığı anlaşılmaktadır.
İlerleyen zamanlarda Ahmet Kutsi Tecer, Yakup Kadri ve Ahmet Hamdi Tanpınar ile arkadaşlık kurmuştur. Hatta kendisinin üzerinde Yakup Kadri’nin etkilerinin fazlaca olduğunu da dile getirmiştir.
Cumhuriyetin ilanından sonra burslu olarak Paris’e eğitim amaçlı gönderilir. Paris’teki hayatı benliğini aramakla, şehrin kasvetine kapılmakla geçer. Kendisi de bu dönemi için “bohem hayatım ve kâbus şehir” ifadelerini kullanır.
Necip Fazıl’ın tasavvuf ile ilgilenmesi ve İslami bir kimlik kazanması Abdülhakim Arvasi Efendi ile tanışmasından sonra gerçekleşir. Kitapta ‘nihayet bir akşam’ [3] başlığıyla ele aldığı bu bölüm adeta vuslat hissini verir. Yazar hayatını tanışmadan önce ve tanıştıktan sonra şeklinde ayırmaktadır. Birbirleriyle yollarının kesişmesi, tasavvuftaki ‘mürşit müridi bulur’ cümlesini doğrular niteliktedir. Bir gün Necip Fazıl evine dönerken bir beyefendinin kendisine uzun süre baktığını fark eder. İlk başta ilgilenmese de sonrasında konuşma ihtiyacıyla beraber muhabbetleri başlar. Derken Necip Fazıl’ın “Zamanımızda irşada ehliyetli bir kimse var mı, tanıyor musunuz?” [4] sorusuyla konu tasavvufa gelir. Bu beyefendi de Necip Fazıl’ı, Abdülhakim Arvasi Efendi’ye yönlendirmiş, onu bulmasına vesile olmuştur. Onun konuşmalarını dinlediğinde benliğini etkilememesi için çok mücadele etmiştir. Hatta ziyaret etmeye birlikte gittiği arkadaşı Abidin Dino ile birlikte ondan etkilenmemek için birbirlerini uyarmışlardır. Yine de Arvasi Efendi’nin Necip Fazıl üzerinde derin izler bırakması engellenememiştir. Bunlar yaşanırken Necip Fazıl’a bir rüya hali sirayet etmiştir. Rüyasında binlerce beyaz sarıklı insanın büyük bir amfide sıralandığını, bu kalabalığın merkezinde de nur yüzlü birinin olduğunu, kendisinin bu kalabalığa konuşma yaptığını ve konuşmasının bitiminden sonra merkezdeki nur yüzlü kişinin kendisini alnından öptüğünü görür [5]. Bu rüyanın ardından uykularının kaçtığı bir dönem yaşamış ve ilacının Abdülhakim Arvasi Efendi vesilesiyle tasavvufta olduğuna karar verip bu yolu hayatının sonuna kadar dava edinmiştir.
Abdülhakim Arvasi Efendi, Necip Fazıl’a namaz kılması gerektiğini hissettirmiş, onu evliliğe yöneltmiştir. Ve Necip Fazıl’ın başına gelen halleri nasihat niteliğinde şu hikmete bağlamıştır; “Başına ne geldiyse annene ettiğin kötü muameleden bil!”[6].
Abdülhakim Arvasi Efendi’nin vefatından sonra Necip Fazıl kendini çok sorgulamış, tasavvuf yolundan çıkarım hissine kapılmış ve eski hallerine dönmenin endişesine düşmüştür. Tam da bu düşüncelerle kafasının yoğun olduğu bir gün, on yıldır hiç açmadığı çekmeceye ayağının takılması, bir kâğıdın önüne düşmesiyle gönlüne su serpilmiştir. O kâğıtta, Abdülhakim Arvasi Efendi’nin yakınlarından Zeki Bey’in kendisine söylediği, kafasındaki düşüncelere derman olacak şu cümleler yazmaktadır; “Sen gemidesin! Ayak silmeye mahsus bir paspas olsan yine gemidesin!”[7].
Necip Fazıl, davasının ilk gününden son gününe kadar İslam’ın gereklerine uygun yaşayabilmek için büyük nefsi mücadeleler vermiştir. Hayatının illetleri diye nitelendirdiği alkol, kadın sevdası ve kumar bağımlılığından kendini sıyırmak için çok uğraşmıştır. Ve bu büyük mücadeleler sonucunda gence, yaşlıya, okuyana, bilene, öğrenmek isteyene, ilim ile uğraşanlara kısacası ayrım gözetmeksizin tüm insanlara bilgisini ulaştırmış, öncü ve örnek olmuştur. Kitapta detaylıca bahsedilemese de öncülüğünün en büyük aracı Büyük Doğu hareketidir. Öncesinde Büyük Doğu dergisi olarak yola çıkmış daha sonrasında Büyük Doğu Cemiyeti olarak devamı gelmiş ve giderek gelişmiştir. İdeolocya Örgüsü kitabının ilk bölümünde de Necip Fazıl’ın Doğu-Batı düşünceleriyle ilgili detaylı açıklamalarına ulaşmamız mümkündür.
Tasavvufla buluştuktan sonraki fikir keskinliğini birçok kitabında belli etmekten çekinmemiştir. Fikirlerini bu denli açık ve sert bir dille belirtmesi benimsediği düşüncelerin arkasında ne kadar ciddiyetle durduğunun göstergesidir. İdeolocya Örgüsü kitabında; “Yalnız İslamiyet’e inanıyoruz!”[8], “Menbahımızın [9]iki heceli has ismi İslam, mansabımızın [10]
yine iki heceli cins ismi Herş ey…”[11] , “Olunmayacak her şeyle, olunacak her şeyin kefalet ve keyfiyeti İslam’da… Her şey İslam’da…”[12] cümleleri de fikirlerini destekler niteliktedir. Kitabın sonlarına doğru Necip Fazıl kendini anlatmaktan çok Abdülhakim Arvasi Efendi’nin sözlerine, hayatına, hikmetlerine ve kendisine nasihatlerine yer vermiştir.
Kitap boyunca Necip Fazıl’ın hayatına, iç buhranlarına ve düşünce dünyasına şahitlik etmek mümkündür. Kitap, yazarın nefsi mücadeleye rağmen hak olan İslam davasını kendine dava edinmesini anlatarak bizlere yol gösterecek, üzerinde düşünmemize vesile olacak bir kitaptır. Kitap, Necip Fazıl’ın yanında Abdülhakim Arvasi Efendi’nin hayatını, sözlerini, nasihatlerini ve hikmetlerini barındırdığı için bu konuda araştırma yapanlara kaynak olabilecek niteliktedir. Kitap, kısa bölümlerden oluştuğu için takip edilmesi kolay ve akıcıdır. Döneminin şartlarına göre sade sayılabilecek bir dilde yazılmıştır. Otobiyografik nitelikteki bu kitap Necip Fazıl’ın hayatını kendi dilinden öğrenebilme imkânı sunmaktadır. Edebiyat ve biyografi alanıyla ilgilenenler için kaynak niteliğindedir. Genel olarak herkesin okumasına uygun olmakla
beraber hayatını ve fikirlerini iyi anlamak isteyen lise ve üniversite öğrencileri için daha uygundur.
Necip Fazıl’ın Dilinden Necip Fazıl PDF