Sümeyye Nur Bayrak [1]
“Güzel zamanlar, âdil hükümdarların hüküm sürdüğü zamanlardır.”/ Nizâmülmülk
Asıl ismi Ebū ʿAlī Ḥasan b.ʿAlī b. Isḥāḳ et-Tūsī olan Nizâmülmülk (Niẓāmu’l-mulk: Mülkün, ülkenin nizamı, düzeni), orta çağın en önemli devlet adamlarından biri sayılmış, hem devlet yönetimindeki etkisi ve başarısı hem de eseri Siyâsetnâme ile şöhret kazanmıştır. Selçuklu Devleti’nin en güçlü döneminde iki hükümdara vezirlik yapmış, Melikşah’ın küçük yaşta tahta çıkmasıyla devlet işlerinin birçoğunda etkin olmuş, askerî, malî, idarî düzenlemeleriyle, kurduğu kurumlarla ve devlet teşkilatında uyguladıklarıyla diğer Türk-İslam devletleri için örnek oluşturmuştur [2]. Bu anlamda Nizâmülmülk, sadece kendi döneminde başarılı bir devlet adamı olarak anılmakla kalmamış, bir “iyi vezir” arketipi olarak da şöhret kazanmıştır. Siyâsetnâme, bu
“büyük ve iyi vezir”in ömrünün sonlarına doğru kaleme aldığı ve böylelikle, altın çağını
yaşattığı devletinde, kazandığı siyasi tecrübelerini aktarabildiği bir eser olarak türünün en önemli örneklerinden biri sayılmıştır. Eser, Nizâmülmülk’ün zamanındaki siyasi ve sosyal meselelere ışık tutar, hükümdarın ve diğer devlet görevlilerinin halleri ve vazifeleri hakkında bilgi verir ve ülke yönetiminden saraya, ordudan hukuka pek çok konuda nasihat içerir. Nizâmülmülk, kitabın yazılış sebebi olarak Melikşah’ın kendisini ve diğer kullarını çağırarak onlardan memleketteki aksaklıkları ve yönetimdeki eksikleri tespit etmelerini istemesini gösterir [3]. Böylelikle bize, kendi dönemindeki sorunlara eğilen önemli bir eser miras kalır. Siyâsetnâme’de Nizâmülmülk’ün eleştiri ve ikazlarını görür, devlet politikası hakkında bilgi edinebiliriz. Örneğin, Haricilerin teşhirine, Mezdek’in mezhebinin, Bâtınî ve Karmatîlerin zuhuruna fasılların ayrılması, bunları devlet işlerinden uzak tutmanın öneminin anlatılması, hükümdarın hak olan Hanefî ve Şafiî mezhepleri dışındaki sapık mezhepler konusunda uyarılması, Hasan Sabbâh ve adamlarını Büyük Selçuklu Devleti için tehlikeli gören
Nizâmülmülk’ün, onlarla mücadelesinin ilmi cephesidir. Kadınların hükümdara hâkim olması durumunda ülkeye ne büyük musibetler geleceği konusunda yapılan uyarılar, modern öncesi anlatılarda sıklıkla ve evrensel olarak karşımıza çıkan unsurlar içermekle beraber, tarihî bağlamından ve Nizâmülmülk’ün, Melikşah’ın eşi Terken Hatun’la yaşadığı çatışmadan bağımsız değildir. İkta sahiplerinin hak ve sorumluluklarının, reayaya nasıl davranması gerektiğinin ve aksi takdirde ne şekilde cezalandırılacağının anlatılması, kurduğu bu sistemdeki aksayan tarafları gören vezirin ıslah çabasını gösterir. Çoğaltabileceğimiz bu örneklerle Nizâmülmülk, yükseliş dönemindeki bir devletin içindeki yozlaşmalara ve sıkıntılara dair sorunları yansıtır ve bunlara getirdiği çözüm önerileriyle hem kendi döneminde hem vefatından sonra Selçuklu devletini ve siyasi kurumlarını etkiler [4]
Bununla beraber Siyâsetnâme, hükümdarlara ve diğer yöneticilere yol göstermek için yazılan ve devlet yönetiminin nasıl olması gerektiğiyle ilgili teorik [5] ve pratik bilgiler içeren nasihatname ve siyâsetnâme geleneğinden de ayrı düşünülemez. Böylece eser, Nizâmülmülk’ün şahsi fikir ve tecrübelerinin yanı sıra çeşitli İslam toplumları, İslamiyet öncesi İran, eski Hindistan ve daha başka ülkelerin pratiklerine kadar uzanan tarihî bir tecrübeden de yararlanır ve bu köklü geleneğe eklenir [6]. Bu gelenek, devlet yönetiminin temel meseleleri, yöneticilerin ve devlet görevlilerinin nasıl davranması gerektiği, hükümdarın Allah’a ve halka karşı sorumlulukları, diğer devletlerle ilişkilerin nasıl belirleneceği ve devletin bekasının nasıl sağlanacağı gibi meseleler üzerine yoğunlaşır. Anlatılmak istenen mesele, ayetlerle, hadislerle, çeşitli rivayet, hikâye ve tarihî örneklerle işlenir [7]. Nitekim, Siyâsetnâme’ye göre, kitabın yazılmasını isteyen
Melikşah şöyle der: “Üzerlerinde fikirler eyleyelim, bu fikirleri hayata geçirelim de din ve dünya işlerimiz yolunca
yordamınca idame etsin diye gerek Selçukluların gerek başka padişahların töre ve âdetleri üzerinde mütalaa edip bu mütalaaları açık seçik olarak kaleme alarak bize sununuz.”[8].
Bu geleneğin öncülleri ve diğer temsilcileri gibi Nizâmülmülk de eserinde adalet kavramına özel bir yer ayırmıştır. Zira adalet, devletleri bozguna uğratan, düzeni çürüten, halkı padişahtan uzaklaştıran ve isyana yaklaştıran zulmün aksidir. “Âdem aleyhisselamdan şimdiye dek her zaman, her millet ve memlekette adaleti şiar etmeleri sayesinde mülk kendi hanedanları elinde baki kalmıştır.”[9] diyen Nizâmülmülk’ün adalet kavramını devlet yönetiminin temeline koyduğunu ve hanedanın ve mülkün devamının mutlak şartı saydığını görürüz. Eserinde her fasılda güç ve mevki sahibi olan şahıslardan adaleti sağlaması ve zulme engel olması beklenir, kıssalar yine bu iki kavram etrafında şekillenir ve hikâyelerde çatışma zulmün ortaya çıktığı yerde başlayıp genellikle adaletin tesisiyle sonuçlanır. Böylelikle eserinde ideal bir hükümdar portresi çizmeye çalışan Nizâmülmülk, hükümdarın meşruiyetini ve hükmünün idamesini temin eden kıstas olarak adaletin önemini vurgulamıştır.10 Adaleti sağlayan hükümdar halkın sevgisini ve güvenini kazanır, zulüm ve haksızlıklar ise sultanı halkın gözünden düşürür: Allahu Teâlâ her çağda halk arasından birini seçerek onu hükümdarlara yaraşır birtakım özelliklerle donatır. Dünya işleri ve cihan ahalisinin kamu düzeninden onu sorumlu kılarak
fitne ve kargaşa kapısını onun eliyle kapatır. Adaleti sayesinde hoşça zaman geçirip kendilerini güvende hissetmeleri ve idaresine duacı olmaları için insanların gönlünde ve gözünde ona dair derin bir saygı uyandırır [11].
Nizâmülmülk’ün sunduğu bu tablo ideal bir yönetici-yönetilen ilişkisini ortaya koyar. Hükümdar diğer insanlardan farklıdır çünkü Allah tarafından seçilmiştir ve bu tercih onun hükmünü meşru kılar. Bu meşruiyet büyük bir güç, pek çok haklar ama aynı zamanda da önemli bir mesuliyet getirir: Hükümdar dünya işlerinden sorumludur, düzeni sağlamak,
kargaşayı ve fitneyi önleyip halkın refahına çalışmak onun görevidir. Hükümdar bu sorumluluğunu yerine getirdiğinde ise onun hükmü altında rahatça yaşayan ve huzuru bozulmayan halk da kendisini sevip sayar, böylelikle adlinin mükâfatını hem bu dünyada hem ahirette alır. Hükümdar bu sorumluluğun hakkını veremediğinde ise cezası oldukça ağırdır: Peygamber efendimizden şöylece nakledilir ki: “Bu cihanda halka idarecilik yapanlar, mahşer günü huzura elleri bağlı getirilirler. Şayet âdil imiş ise, adalet onun ellerini çözüverir ve cennete ulaştırır; yok eğer zalim imiş ise zulmü ellerini bağlar ve elleri boynundan zincire vurulmuş bir şekilde onu cehenneme götürür [12].
Saltanat o kadar büyük bir mesuliyettir ki hiçbir hükümdarın bunun hesabından kaçışı mümkün değildir. Bunu vurgulamak isteyen Nizâmülmülk Yusuf aleyhisselamın dahi bu hesaptan kaçamadığını [13], Ömer bin El-Hattâb’ın vefatından sonra 12 yıl boyunca bir koyun davasıyla meşgul olduğunu birer kıssayla anlatır [14]. Bu rivayetle, hükümdar ve yönetilen halk arasındaki ilişki ile çoban ve sürüsü arasındaki ilişki arasındaki sembolik benzetmeye de gönderme vardır. Aynı zamanda bu kıssa, hükümdarın sadece insanların değil, emri altındaki topraklardaki tüm canlıların sorumluluğunu da taşıdığını söyleyerek bu mesuliyetin önemini ısrarla belirtir.
Hayvanlara karşı da mesul olma teması meşhur Nûşirevân-ı Âdil kıssalarından birinde de yer alır. Bu kıssada Nûşirevân’ın herkesin şikayetlerini gelip rahatça söyleyebilmesi için dergahının kapısına yaptırdığı zilin çalınması anlatılır. Hükümdarın adaleti sayesinde yedi sene boyunca kimsenin kullanma ihtiyacı hissetmediği bu zili kimin çaldırdığına bakan görevliler, sadece bir eşeğin sırtını zillere sürttüğünü görürler. Bunu ciddiye almayan görevlilere Nûşirevân’ın tepkisi ise “Yanlış düşünüyorsunuz. Zira bu eşek bile adalet talep etmeye gelmiştir.”[15] şeklinde olur.
Eşeğin halinin araştırılmasını emreden Nûşirevân meseleyi anladıktan sonra eşeğin sahibini bulup azarlar ve ona eşeğine iyi davranmasını tembihler.
Hükümdarın adaleti sağlamakla mesul oluşu bir nevi başlangıç halkasıdır ve bu görev, diğer devlet görevlilerinin gözetimiyle de sıkıca bağlantılıdır. Devlet görevlileri halka adil davranma ve kimseye zulmetmeme konusunda uyarılırlar ve bu konuda padişaha karşı sorumludurlar: İkta sahibi olan kişilerin, kendilerinden tahsil etmeleri istenen mal dışında reayadan bir şey almaya hakları yoktur. Bu şekilde tahsil ettikleri takdirde, reayanın kendisi, malı, zevcesi, evladı, arazi ve mülkü muhafaza altına alınmış olur. (…) Bundan gayrısını eyleyen ikta sahibinin görevine son verilip iktasına el konması ve ibret-i âlem olsun diye kınanması emrolunur. Onların, mülk ve milletin sultana ait olduğunu iyi bellemesi gerektir; ikta sahipleri ve valiler reaya ve ikta toprakları üzerinde şahne gibidirler; halkın padişahın adaletinden hoşnut ve padişahın da ahiret azabından emin olması için onlara padişahın diğerlerine davrandığı gibi davransınlar [16].
Bu uzun alıntıda vurgulanan her nokta, yönetimde görevli olan herkes için geçerlidir ve görev zinciri ve adalet dairesi hususunda güzel bir özet olarak okunabilir. Öncelikle her devlet görevlisinin belli başlı bir sorumluluğu vardır, bunu yerine getirmesi şarttır ve kendisine emredilen haricinde halktan bir şey almaya hakkı yoktur. Adalet sayesinde halk canı ve malıyla korunmuş olur, ülke de huzur ve emniyet kazanır. Bu da zaten hükümdarın gayesidir. Eğer emri altındaki bir devlet görevlisi halka zulmedecek ve haddini aşacak olursa onu görevden almak yine hükümdarın görevidir. Vurgulanan bir diğer nokta bütün mülkün ve milletin padişaha ait olduğudur ve işte bu sahiplik padişahı, bir eşeğin dahi onun memleketinde zulme uğramamasını sağlamak için çalışmaya mecbur kılar. Padişah nasıl görevlilere adaletle muamele
ediyorsa, görevliler de halka aynı şekilde adaletle muamele etmelilerdir. Eğer böyle olmazsa hem dünyada halk hoşnut olmaz hem de ahirette hepsinin hesabı padişahtan sorulur. Nizâmülmülk’ün diğer ahlak ve nasihat kitaplarında, Siyâsetnâmelerde ve müstakil rivayetlerde sıklıkla kullanılan hikayeleri sıralaması okuyucuya keyif veren masallar anlatmak değildir, tam tersine devlet nizamının nasıl olacağına ve hükümdarın neler yapması gerektiğine dair pratik
bilgiler verir, eski hükümdarların doğrularından ve yanlışlarından hareketle hükümdara yol gösterir ve ona görevlerini tekrar tekrar ihtar eder. 42. fasılda eserin amacını şöyle vurgular: Gayemiz müreffeh çağlar çatıp işlerin istikrarlı olmasının alameti iyi bir hükümdarın zuhur edip ozguncuları tepelemesi, (…) herkese yeterliliği ölçüsünce iş buyurmaları, buna mugayir hareket ettiğinde hükümdarın müsaade etmemesi ve tıpkı kadim zamanlardaki gibi işleri adalet dengesi ve idare kılıcıyla tanzim etmektir [17].
Böylelikle Nizâmülmülk, bir yandan ideal devlet düzeni, uyumlu ve istikrarlı bir toplum için gerekli görülen “Allah tarafından görevlendirilmiş, iyi ve adil hükümdar.” figürünü oluşturan gelenekten ve bu geleneğin kaynaklarından beslenirken bir yandan da belli ki, ideal geçmişe kıyasla aksayan yönlerini gördüğü toplumda, hükümdara ve elbette daha sonraki hükümdarlara, nasihat eden önemli bir eser miras bırakır. Çağının sorunlarına “adil geçmiş”e karşı oluşturulan özlemle değinmek ve “adalet” ve “zulüm” kavramlarına büyük ve köklü bir anlatının içinde yer vermek, yöneticinin otoritesine açıkça meydan okumadan durum değerlendirmesi yapabilmeyi de sağlar [18]. Bu durumda siyâsetnâmeleri tarihi bağlamıyla yeniden okumamız ve değerlendirmemiz gerekir Aynı konular etrafında verilen benzer
tavsiyelerin ve tekrarlanan kıssaların siyâsetnâmelerin değerine gölge düşürdüğü zannedilebilir. Fakat bu eserlerin “İslamî siyasî düşüncenin gelişiminde bir ara aşamayı temsil ettiği”[19] üzerinde durmak, tekrarlanan unsurlar üzerinden karşılaştırmalı çalışmalar yapmak ve nüansların sebebi üzerine düşünebilmek bize ilmî yönden daha geniş kapılar açacaktır.
Nizâmülmülk’ün Âdil Hükümdarı PDF