Elif Kıyık [1]
“Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi /Olmaya devlet cihanda bir nefes
sıhhat gibi”
Yazıya Kanuni Sultan Süleyman’ın hastalık halindeyken, sağlığın
önemine dair söylediği bir sözle başlayalım istedim. Zira toplum
sağlığının idaresi her dönemde devlet için büyük önem arz eden, bizatihi
hassas bir konu iken salgınlar bu durumu daha da karmaşık hale
getirmiş ve güçleştirmiştir. Özellikle de teknolojinin günümüzdeki kadar
gelişmediği, iletişimin günümüze nazaran çok daha zor olduğu bir zamanda, büyük
devletler için…
Peki Kitap Neler Demiş?
Eser, sosyal tarihimizin ana omurgalarından biri olan tıp tarihi sahasına mühim bir katkı
sağlayacağı düşünülerek, sahasında uzman on akademisyen araştırmacının hazırladığı
makalelerden oluşturulmuştur.
Esere, bulaşıcı hastalıkların dünyada ve Osmanlı coğrafyasında niçin, nasıl, nerelere ve
kimlere yayıldığı; salgınları önlemek için ne gibi tedbirlerin alındığı ve bunun siyasi, içtimai
ve ekonomik sonuçlarının neler olduğu gibi sorulara cevap verecek nitelikte olduğu,
Osmanlı devrinde salgın hastalıklar ile alakalı bilinmeyenler bilinenlerin ötesinde
olduğundan bu mevzuda bir kitap çalışmasının faydalı olacağı düşüncesiyle teşebbüs
edildiği belirtilmektedir.
1 Sağlık Bilimler Üniversitesi, Sağlık Yönetimi 4.Sınıf öğrencisi, kiyikelif@gmail.com
(Bu yazı Young Academia ve Server Genç Hanımlar Derneği iş birliğinde Prof. Dr. Hasan Hüseyin
Eker yönetiminde “Halk Sağlığı Yazarlık Atölyesi” kapsamında üretilmiştir.)
Hangi Yazar Hangi Konu?
Doç. Dr. Mesut Ayar tarafından yazılan makalede Osmanlı’nın son asırlarında keşfedilen
kolera hastalığının ülkemizdeki ilk devirleri anlatılmaktadır. “Tıpkı insanlar gibi, ana
yollardan geçerek kasabadan kasabaya atlayan”, “1893’te Hicaz’da tam manasıyla dehşet
veren” ve “1893-1895 arası İstanbul ve Anadolu’yu kasıp kavuran” koleranın geçirdiği
safhalar ve koleraya karşı alınan tedbirler üzerinde durulmuştur.
Doç. Dr. İnci Hot tarafından bulaşıcı hastalıklarla mücadele konusunda yüz akımız olan
idari ve tıbbi müesseseler üzerinde durulmuştur. Ayrıca, ülkemizde ilk sağlık idaresi olan
İdare-i Tıbbiye-i Mülkiye başta olmak üzere Sahil Sıhhiye Muhafızlığı gibi kurumlar,
Karantina Meclisi ve İstanbul Emraz-ı Sariye ve İstilaiye Nizamnamesi gibi kurallar ortaya
koymuştur.
Kitap editörlerinden olan Prof. Dr. İbrahim Başağaoğlu tarafından içinde doğup büyüdüğü
Sinop şehrinin sağlıkla ilgili hikayesi anlatılmaktadır. Makalede Sinop’ta sağlık kuruluşları
ile burada görülen hastalıklar ve onlarla mücadele usulleri hakkında bilgi verilmiştir.
Kitabın bir başka editörlerinden Dr. Ahmet Uçar tarafından ABD’nin en büyük Protestan
misyonerlik teşkilatı olan, 1820’de ilk kez Türkiye’ye giren ve hala varlığını sürdüren
American Board’ın insan sağlığını bile istismar ederek nasıl bir metotla misyonerlik
yaptıkları kısaca anlatılmış, bu hekimler ve hastaneler hakkında değerlendirmelerde
bulunulmuştur.
Kitabın bir başka editörü ise Osman Doğan’dır.
Uğural Barlas çalışması ile bizlere Safranbolu ve Kastamonu’daki mahalli kaynakları ve
sözlü tarihi de kullanarak bir saha araştırması sunmuştur.
Araştırmacı-yazar Ayhan Yüksel tarafından Osmanlı’nın son devrinden Cumhuriyet’in ilk
yıllarına Karadeniz’de çiçek salgınının geçirdiği merhaleler ve kendi ilçesi olan Tirebolu’da
uygulanan bir aşı kampanyası anlatılmıştır.
Aydın Ayhan tarafından ülkemizin seferberlik yıllarında Balıkesir’de görülen salgın
hastalıkların durumu ve ona karşı yokluk içinde verilen mücadeleler anlatılmaktadır.
Müdafaa-yı Milliye Salgın Heyeti’nin beyannameleri de ilave metinlerde yer almaktadır.
Öğr. Görevlisi Prof. Dr. Nilüfer Gökçe tarafından Edirne’de görülen salgın hastalıklar ile
ilgili bilgileri Osmanlı Arşivi, mahalli kaynaklar ve Osmanlı devrinde Edirne’nin ilk ciddi
gazetesi olan Edirne Gazetesi’ni de kullanarak kronolojik ve sistematik bir metotla
aktarılmıştır.
Osmanlı Darüşşifaları
Esin Karlıkaya tarafından ele alınan konuda şunlar geçmektedir: Darüşşifaları, en basit
manasıyla halka sağlık hizmetinin ücretsiz olarak sunulduğu yerler olarak ifade edebiliriz.
Darüşşifa kelimesi bimaristan, maristan, darü’s-sıhha, darü’l afiye gibi isimlerle de
anılmaktadır. Bu hastanelerin temel işleyiş özellikleri vakıf sistemine göre yapılandırılmış
olmalarıdır.
Osmanlı zamanında Anadolu’da kurulan ilk darüşşifa Yıldırım Bayezid’in (1839-1402)
Niğbolu Savaşı’nda ele geçen ganimetten hissesine düşen bir kısmıyla inşa edilen Bursa
Darüşşifa’dır. Sultan İkinci Beyazıd isteğiyle 1488 yılında hayata geçirilen külliyenin
darüşşifa bölümünde ise devrin hekimlik bilgilerinin yanında melodi ve su sesi de
kullanılmıştır.
Burada bahsi geçen tedavi şekli ilk duyduğumda farklılığıyla beni pek heyecanlandırmıştı.
Lakin günümüze kadar tutunamamış olması, o zamanda uygulandığı ve fayda sağladığı
halde şu an birçok insan tarafından bilinmiyor olması, yaygın olmaması geçmişle günümüzü
kıyasladığımızda beni üzen konulardan bir tanesidir. Ne yazık ki günümüzde tedavi için
çoğunlukla ilaca başvuruluyor. Tabii son zamanlarda alternatif tıp ve geleneksel tıbbın da
arttığını söylemek mümkün.
Osmanlı Devleti’ndeki Bulaşıcı Hastalıklarla Savaş İçin Aşı ve Serum Üretilmesine
Verilen Önem
19. asır, dünyada bakteriyoloji ve virolojinin bir bilim olarak gelişimine bağlı olarak ilk
modern aşılarının üretilmeye başladığı dönemdir. Pasteur tarafından bağışıklamanın
temellerinin atılması ve ilk koruyucu aşıların hazırlanması Osmanlı’da Sultan İkinci
Abdülhamid’in padişahlığı devrine (1876-1909) rastlar. Sultan İkinci Abdülhamid, Pasteur
Enstitüsü’ne maddi destek sağlarken kuruluşta eğitim almaları için Paris’e yolladığı heyetin
ülkeye dönüşünden sonra 1887’de Daü’l Kelp ameliyathanesinin kurulmasını sağlamış
bağışıklama ile ilgili yapılan yapılan araştırmalar ile de bulaşıcı hastalıklar ve salgınlarla
ilgili mücadelede önemli bir adım atılmıştır.
İnsandan insana variolatin usulü ile çiçeğe karşı bağışıklık kazandırma; Osmanlıda çok
eskiden beri bilinmesi ve uygulanması ile birlikte, Jenner’in modern çiçek usulünü
geliştirmesinden sonra, İstanbul’da 1892’de kurulan Telkihhane-i Şahane ile bu aşının seri
olarak üretilerek geniş halk kitlelerine uygulanmasına yönelik hukuki düzenlemeler
yapılmıştır. 1893 yılında açılan Bakteriyolojihane-i Şahane ile baş gösteren bulaşıcı
hastalılarla savaş için gereksinim duyulan aşı ve serumların hazırlanarak yurdumuzda
üretilmesi sağlanmıştır. Rickettsia prowazekinin daha henüz üretilemediği 1916’da
epidemik tifüs aşısının Osmanlı’da tatbik edilmesi oldukça önemli olup bu aşı bit tifüsüne
karşı geliştirilen ilk aşı olmuştur. Hayvanların salgın hatalıklardan korunmasına da büyük
önem verilmiş ve 1901’de Bakteriyolojihane-i Bayteri açılmıştır.
Difteri serumu üretilen ilk serum olurken bunu sığır vebası, tetanoz, dizanteri, meningokok
ve şarbon serumları izlemiştir.
Açılan kurumların sonuçlarını ve yapılan faaliyetleri özetleyecek olursak:
Kurumlar bir yandan ülkeye gerekli serumların ve aşıların hazırlanmasını sağlarken, bir
yandan da çok değerli bilim adamlarının yetişmesine imkan sağlamıştır. Manevi yönden de
hastalıklardan korunmanın gerekli olduğu düşünülerek vakit namazlardan sonra cami,
mescid, tekkelerde Ahkaf sureleri okunması ve tevbe-i istiğfar ve salat-ı selam getirilmesi
padişah tarafından emir verilmiştir. Günümüzdeki korona salgınında ise bulaşıcılığı
sebebiyle ne yazık ki camilerimiz dönem dönem kapatılmış, cemaat namazları iptal
edilmiştir. Osmanlı’da hadis ve ayetlerle temizliğe dikkat çekilmiş, bataklıkların ve su
birikintilerinin virüsleri yaygınlaştırması sebebiyle bunları önlemek için çalışmalar
yapılmıştır. Osmanlı bilim insanları, yurtdışından gördüklerinin yanında yeni usul ve
cihazlar geliştirmiştir. Aşı uygulamaları zorunlu hale getirilmiş, Osmanlı ordusu kolera, tifo,
dizanteri aşılarının ilmi ve resmi kurumlar içinde uygulandığı ilk ordu olmuştur.
Gerektiğinde bir hamamı bile aşı üretim merkezi olarak kullanmışlardır. Lakin araç-gereç
eksikliği ve aşı üretilen kurumların sık sık yer değiştirmesi gelişimi yavaşlatmıştır.
Neydi Bu Hastalıklar?
Veba: hemen her vakit en az bir Osmanlı memleketinde bulunmaktaydı. Dört hastadan
üçünün ölebildiği bu salgınlar bilhassa 16. asırda daha çok görülmüştür. Görülen yerlerin
içinde ise 94 yıl veba müşahede edilen İstanbul, Osmanlı üzerindeki en çok veba yaşanan yer
olmuştur. Birçok Avrupa devletine nazaran oldukça geç bir tarihte hayata geçirilen
karantina, vebanın tesirini yitirmesine başlıca sebeptir. Karantina sözcüğü quarante (kırk)
kelimesinden türemiştir ve bu usulün ilk tatbik edildiği dönemlerde, 40 gün olan bekleme
süresine işaret eder. Osmanlı Türkçesiyle, karantinaya karşılık usul-ı tahaffuz, karantina
mahalleri içinse karantinahane veya tahaffuzhane terimi kullanılmıştır.
Kolera: Osmanlı’da bu illet ilk kez 1822’de Basra Körfezi’nden Bağdat yoluyla Anadolu ve
Akdeniz sahillerine ulaştığı vakit görüldü. 1865 salgınında İstanbul’da kolera için
sadrazamın başkanlık ettiği bir komisyon kurulmuştur. Ülkemizde en son meydana gelen
kolera 1970 yılında Sağmalcılar-Esenler’de gerçekleşerek 50 kişinin hayatını yitirmesiyle
sonuçlanmıştır. Kolera için birçok sosyal politikalar uygulanmıştır. Koleradan ölen
subayların ailesine maaş tahsil edilmesi bunun bir örneğidir. Kolerayla savaş, sıhhiye
heyetlerinin oluşturulmasıyla başlamış, bunun ilham kaynağı özellikle Fransa’daki benzer
uygulamalar olmuştur.
Sıtma: nüfus azalmasına ve mal kaybına sebep olan sıtmanın önlenmesi için Bursa
çevresinde pirinç ekimi yasak edilmiş, sıtmalı yerlerde salgın hastalıklara tutulan ipek
böceklerinden koza alınamadığı için de devletin gelirinin düştüğü ifade edilmiş, 1924’te
kurulan sıtma mücadele komisyonunun bu hastalıkla mücadelede en tesirli ve en verimli
çalışmalardan biri olacağı belirtilmiştir.
Frengi: 1869- 1870 yıllarında fuhuşla mücadele için sağlık komisyonu kurulmuştur. 1914 yılı
teşkilatın başarı elde ettiği bir yıl olmuştur. Önceden mevcut olan 6 hastaneye ilaveten 4
hastane daha eklenmiştir. Frengi ile mücadele derneği de kurulmuştur. Ve 1917’den itibaren
evlenecek çiftlerden frengi hastalığı yoktur diye “Sıhhiye Muayene Varakası” da salgınla
mücadelede önemli bir noktadır.
Kuduz: 1887 yılında İstanbul’da ilk kez kuduz tedavihanesi açılmıştır. Bir yandan başıboş
hayvanları toplamak bir yandan da köpekleri profilaktik aşılarla aşılayarak mücadeleyi
takviye etmek önem kazanmıştır.
Verem, trahom, tifüs, çiçek, tifo, cüzzam, hummai racia, amipli dizanteri, basilli dizanteri,
lekeli humma mücadele edilen diğer salgın hastalıklardır.
Salgın Kelimesini Tozlu Raflardan Tekrar Çıkaran Günümüz Sorunu: Kovid-19
Bu kitabı okumak istememdeki en büyük sebep, eskiden bize uzak bir terim olarak
gördüğümüz salgın dönemini maalesef şu anda yaşıyor olmamızdır. Peki günümüzde
yaşanan Kovid-19 salgınında bir yılda neler yapılmış? Buyurunuz kısaca bir de buna
bakalım.
10 Ocak 2020’de Koronavirüs Bilim Kurulu kuruldu.
Kurulun çalışmaları sonucunda, özellikle sağlık çalışanlarının Kovid-19 hakkında
bilgilendirilmesi amacıyla oluşturulan “2019-nCoV Hastalığı Rehberi”, 14 Ocak
2020’de Sağlık Bakanlığı tarafından yayımlandı. Sağlık çalışanlarının izni bir süre
durduruldu. Ek ödeme yapılacağı belirtildi. Çinli bir havayolu firması tarafından yapılan
Vuhan-İstanbul uçuşları 22 Ocak 2020’de durduruldu. Diğer ülkelerdeki Türk vatandaşları
Türkiye’ye getirtildi. Çin’den gelen tüm uçuşlar durduruldu. Diğer ülkelerle ilişkilerde
salgın durumuna göre tedbirler alındı.
Türkiye-İran hudut kapıları kapatıldı. Öğrencilere yönelik bilgilendirmeler yapıldı.
Okullarda eğitim online olarak devam etti. Eba TV kurularak televizyondan ders dönemi
başladı. Salgının azalmasıyla bazı okullar açıldı. Bazı okulların da 8. Sınıf ve 12. Sınıf
öğrencilerine yüz yüze eğitim vermesine izin verildi. Artan salgın nedeniyle tekrar
kısıtlamalar geldi. Ülkede ilk Kovid-19 vakasının görülmesinden sonraki tedbirler tekrar
alındı. 65 yaş ve üstündekilere yönelik kısıtlama geldi. 30 büyükşehir ile Zonguldak
istisnalar haricinde araç giriş çıkışına kapatıldı. Normalleşme süreci yaşandı. Kovid-19 vaka
sayılarının artmasıyla kasım ve aralıkta tedbirler sıkılaştırıldı. İş yerlerindeki kısıtlamalarda
il il sayıların artıp azalmasına göre değişiklik yaşandı. Kovid’den dolayı zorluk yaşayan
aileler için yardımda bulunuldu. Hes kodu uygulaması kullanılmaya başlandı.
İlk başta 65 yaş ve üzeri olacak şekilde aşılamalar başladı. Bu konuda değinmek istediğim
nokta ne yazık ki üretim konusundaki yetersizliğimizdir. Çiçek aşısını bulan bir geçmişimiz
var iken, hamamları dahi aşı üretim merkezi yapan bir geçmişimiz var iken Kovid
döneminde Doğu Türkistan’a soykırım uygulayan Çin’in aşısını kullanmak durumunda
kalmamızdır. Ve beyin göçü yaşadığımız Almanya’daki Türk bilim insanlarının aşıyı orada
bulmasıdır. Üretimdeki başarılarımızın artması, ülkemizin ve tüm dünyanın en kısa
zamanda salgından kurtulması dileğiyle.
Kitap Üzerine Naçizane Fikirlerim
Bölüm bölüm makalelerden oluşturulan kitap birkaç yerde tekrara düşmüştür. Böyle bir
kitapta akıcılık aranır mı tam emin olmamakla beraber, aynı konu üzerinde birçok farklılığı
bulunan makalelerin yer alması akıcılığı ve konu takibini zorlaştırmıştır. Ve makaleleri
bütün olarak ele alınca zaman akışını takip etmek zorlaşmıştır. Fakat bu konuda araştırma
yapanlar ve konuya merakı olanlar için etkili bir kaynak niteliği taşımaktadır. Bu zengin ve
güzel çalışma için emeği geçen bütün hocalarıma teşekkürlerimi sunarım.