Nurdan Şener [1]
1944 yılında Siirt Pervari’de doğan ilâhiyatçı, tarihçi ve gezi yazarı Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma çalışmalarını hem yurtiçinde hem de yurtdışında başarıyla sürdürmektedir. Makaleleri çeşitli dergi ve gazetelerde yayınlanan Sırma, özel bir televizyon kanalında program yapmış, ulusal ve uluslararası birçok konferansa katılarak bildiriler sunmuş ve İslam Tarihi dalında 30 kitabı ve 200’ü aşkın ilmî makalesi yayınlanmıştır. Muhammed Hamidullah’tan Makaleler adlı çevirisiyle
1986 Türkiye Yazarlar Birliği Çeviri Ödülünü kazanmıştır. Eğitim ve çalışma hayatında birçok yerde bulunmuş ve farklı bakış açıları kazanmıştır. Ah Endülüs, Sırma’nın Endülüs Tarihi ve Gezi Notları olmak üzere iki bölümden oluşan kendi kadrajından çıkan fotograflarla desteklediği ansiklopedik bir seyahatname niteliğindeki eseridir [2].
Endülüs, Araplar tarafından İspanya için kullanılan “Müslüman İspanya’sı” anlamında ve ülkeden tamamen çıkarılmalarından sonra İspanyolca’ya “Andalucia” şeklinde kullanılan bir kavramdır [3]. Birçok kesim tarafından ilgi çeken Endülüs hakkında kitaplar, çeviri eserler, tiyatrolar yazılmıştır [4]. İlk İslâm fetihlerinin son halkasını Endülüs’ün fethi oluşturmaktadır. Endülüs’ün fethi bazı oryantalistlerin [5] (şarkiyatçıların) iddia ettikleri üzere bir Arap fethi değildir; farklı milletlerden birçok Müslümanın Müslümanlığı yaymak için yapmış olduğu bir cihaddır. Hz. Osman’ın emriyle Abdullah b. Nâfi ‘b. Husayn ve Abdullah b. Nâfi ‘b. Abdülkays’ın sevk ve idare ettikleri bir donanmayla hicri 27 (647) yılında ilk kez güney kıyıları fethedilmiştir [6]. Tarihsel açıdan çeşitli rivayetler olsa da TDV İslam Ansiklopedisi ve müellif bu konuda hemfikirdir. Endülüs, Endülüs denilince ilk akla gelen isim olan Tarık b. Ziyad’ın gayretleriyle hicri 92. senede fethedilmiştir. Ancak burada sadece Tarık b. Ziyad fethi gerçekleştirmiştir demek yanlış olacaktır; Mûsâ b. Nusayr’ın emrindeki ordu ve Tarık b. Ziyad’ın gayretleriyle İslam fetihlerinin son halkası gerçekleşmiştir.
İspanya’nın fethi sadece askeri değil, zulüm altındaki Hristiyanların hiçbir zorlama olmaksızın akın akın Müslüman olmalarına ve kurtulmalarına vesile olduğu için insani açıdan da çok kıymetlidir. Müslümanların Endülüs’ü fethinden sonra, değişik dini gruplarla sorunsuz bir şekilde iç içe yaşamasında İslam’ın hoşgörülü bir din olması etkili olmuştur. İlme çok kıymet veren devlet yöneticileri idareye gelmiş ve dünyanın çeşitli bölgelerinden önemli alimler Endülüs Medreselerine getirilmiştir. Ayrıca Endülüs’teki İslam Medeniyeti o kadar benimsenmiştir ki çeşitli Avrupa ülkelerindeki papazlar bile Endülüs’teki Müslüman ilim merkezlerinde yetişmiştir. Yine Arapça burada o kadar önem kazanmıştır ki Hristiyanlar İncil’in Arapça tercümelerini okumayı tercih etmişlerdir.
Müellif kitabın gezi notları kısmında Endülüs ziyaretindeki izlenimlerinde özellikle mimari ve doğal güzelliklerinden bahsetmiştir. Ne acı ki Müslümanlar bu kıymetli topraklardan zorla uzaklaştırılmış aynı zamanda mimari eserleri çan kuleleri, kiliselere çevrilmiş bununla birlikte “Camide namaz kılma yasağı.” getirilmiştir. Endülüs, Kurtuba Camii, Alcazar Sarayı, ElHamra Sarayı gibi sayamadığımız her biri inceliklerle dolu birçok eseri bünyesinde barındırmaktadır. Sırma’nın özellikle vurguladığı eserlerden biri de El-Hamra Sarayı’dır. Hükümdarlara uyarı ve hatırlatma olması için sarayın bütün duvar ve kemerlerini “La galibe illallah”[7] ayeti süslemektedir. Ancak yöneticilerin bu incelikleri sadece süsleme olarak görmesi zevk ve sefaya dalması, cami merkezli değil de saray merkezli bir yönetim şeklini benimsemeleri devletlerinin çökmesine neden olmuştur.
Günümüzde de artarak devam eden her dönemin en tehlikeli meselelerinden biri olan üstünlük kavgaları ve hırs nedeniyle Endülüs’teki İslam Devletlerinde de tebliğ ve cihad ruhu unutulmuş, bir dönemi karanlıktan kurtaran nice büyük devletler de bir bir yıkılmıştır. Gerileme ve yıkılış sürecine girişin tek nedeni liyakatsizlik ve farklı dine mensup başka devletler değildir. Gözünü iktidar hırsı bürümüş Müslümanlar arasındaki çıkar çatışmaları da bu süreçte etkili olmuştur. Müellifin eserinde sıklıkla “Müslümanlar arasına bir ur gibi girmiş olan saltanat hastalığı.” [8]
olarak bahsettiği iktidar kavgaları ile devletler çöküşe adım adım yaklaşmıştır. Devlet yöneticilerinin birçoğu halefini seçerken liyakati değil karabeti tercih etmiştir. Sırma eserinde saltanat sistemi ile ilgili; “Allah (c.c), her insana farklı hasletler vermiştir. Onun içindir ki herkes devlet yöneticisi olamadığı gibi keza herkes sanatkâr da olamaz. Nitekim saltanat sitemi değil “şûrâ” sistemi esas alınsaydı, devlet yönetiminde fevkalade yetersiz olan değil, ehil birisi getirilir pek çok sıkıntı yaşanmayabilirdi.”[9] demiştir.
Şûrâ sistemi; İslami literatürde yöneticilerin ve özellikle devlet başkanının görev alanına giren işler hakkında ilgililere danışıp onların eğilimleri göz önünde tutulup, danışılarak karar alınması sistemidir [10]. İstisnaları olmakla birlikte devlet yönetme konusunda yetersiz, yeteneksiz insanların devletin başına geçmesiyle de devletin yıkılışı kaçınılmaz olmuştur.
Ayrıca yazar, halife ne kadar iyi niyetli olursa olsun devlet idare sisteminde saltanatın benimsenmeye devam edilmesi nedeniyle her zaman iktidar kavgalarının olacağından bahsetmiştir [11]. Bu konuda müellif ile aynı şekilde düşünülmektedir. Saltanatta saray içinden devlet yönetimi ve alınan kararlarla ilgili çeşitli etki ve baskılar olabilmekte hakeza tarihte birçok örneği mevcuttur. Asıl gaye olan “i‘lâ-yi kelimetullah”ı; Allah’ın dinini ve tevhid inancını yüceltilip yaygınlaştırmayı12 bırakılıp zevkusefaya dalındığından İslam devletleri zayıflamış, küçülmüş nihayetinde çökmüştür.
Endülüs tarihinin en acı olayı Hristiyanların Gırnata’ya tamamen hâkim olduktan sonra Müslümanlara soykırım uygulamasıdır. Hiçbir Müslümana İspanya’da yaşama hakkı tanınmamış ya Hristiyan olmaya zorlanmış ya İspanya’yı terk etme şartı koşulmuş ya da öldürülmüştür. Yazara göre bu zulmün (1492) bir benzeri görülmemiştir. Günümüz
toplumunda da Endülüs’te yaşamış olan Müslümanlara yapılan bu baskılar halen dile getirilmemekte; tabiri caizse üzeri örtülmektedir. Müslümanlık tarihini öğrenerek, gelişerek, önlemler alarak tarihin tekerrür etmesinin önüne geçmek için azami çaba sarf edilmelidir. Müslümanlar tarafından üç yılda fethedilen Endülüs’ü sekiz yüz senede ancak geri alan
İspanyollar öfkelerinden, hırsların olsa gerek yüzlerce yıllık birikimi yakıp yıkmışlardır.
Endülüs tarihi ve müellifin Endülüs ziyaretinden izlenimlerini anlatan iki bölümden oluşan eser, Endülüs’te (bugünkü İspanya ve Portekiz’in bulunduğu bölge) yaklaşık sekiz yüzyıl hüküm sürmüş İslâm devletlerinin kuruluşunu, yükselişini ve parçalanarak yıkılışını anlatmaktadır. Yazarın kendi kadrajından çıkan fotoğraflarla zenginleştirilen kitapta
okuyucuya bölgenin doğal güzellikleri ve kültürel mimarisi de yansıtılmaktadır. Eser bir tarih kitabı olmasına rağmen sürükleyici bir şekilde sıkmadan okunabilmektedir. Tarihte yaşananlardan ders çıkarabilmesi ve aynı hatalara düşmemesi için kitap herkese önerilebilir. Kitapta yer alan fotoğrafların anlatılan mimari eserle uyumlu bir şekilde gitmemiş olması, karışık verilmesi, okuyucunun takibini zorlaştırabilmektedir.