Sümeyye M. Doğan [1]
Okunması gereken kitap veya yazar tavsiyesi istenildiğinde, her kesimden insana verilecek net bir cevap: Hüseyin Cemil Meriç. Fransız mandasının hâkim olduğu Hatay’da yetişen Meriç, harf ve kıyafet inkılabının uğramadığı bu yerde çok çeşitlilik içinde yetişiyordu diline ve kültürüne yabancılaşmadan aynı anda farklı kültür ve kesimden insanlara karşı hoş görüsünü temelden kazanmıştı. “Çocuk olmadım hayatımda, ihtiyar doğdum”2 diyen Meriç, sessiz bir ailede yetişmesinin yanında, yaşıtlarından farklı görünmesi ona dışlanmış ve silik bir çocukluk yaşatır ve kitaplara erken yönelir. Yetiştiği çevreyle birlikte lise eğitiminin önemini de görüyoruz onu tanırken. Antakya Sultanisinde tarih, Arapça ve Türkçe dışındaki dersleri Fransızca almış ve Fransızcasını tamamlamış; Chateaubriand gibi isimleri okumuş; mutasavvıf, akademisyen ve profesörlerden oluşan hocaları, gelecekte bahçesinde herkesin olmasına zemin hazırlamıştır. Henüz liseden mezun olmamışken bir gazeteye yazdığı, Hataylı Türklerin Fransız mandasına direnmelerini savunan yazısından dolayı Fransız istihbaratı tarafından mimlenir. Şartlar onu İstanbul’a kaçmaya zorlar ama mezun olmak için gittiği İstanbul’da yaşadığı sıkıntıların ardından bir yıl sonra Hatay’a geri döner. Bu yazısından sonra adeta, artık hayata başlama düdüğü çalmış olan ve kendisinin tabiriyle, “düşünen insanın kuduz köpek gibi kovalanışı” gibi girdiği işlerde kısa süre içinde, nerden geldiği bilinmeyen bir telefon emriyle kovulur. 1939’da bir baskınla, Komünizm propagandası yapmaktan ve bağımsız Hatay hükümetini devirmeye teşebbüsten hapse atılır, idamı istenmişken iki ay sonra beraat eder. 1940 yılında artık İstanbul’a yerleşir ve bir süre sonra Fevziye Menteşoğlu’yla evlenir. Çok iyi bir Fransızca eğitimi almış olması ona Fransız edebiyatını çok yakından tanıma imkânını verir ve bu zor zamanlarında geçim sıkıntısını gidermede yardımcı olur. En bilindik çevirileri ise, düşünce dünyasına onunla girdim dediği Balzac çevirileridir. İstanbul’da Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümüne kaydolarak bu yeteneğini geliştirmek istese de hocalarından çok daha fazla bilgiye sahiptir ve okulu çok kısa sürede bitirir. Yine, başkasından öğrenilecek hiçbir şeyi kalmamışçasına kitaplarına yönelir. Bir dönem yoğun bir batılılaşma taraftarı olur. Ateist, Marksist ve Sosyalist takıldığı dönemlerin ardından 1960-64 yıllarında yoğun bir şekilde Hint Edebiyatıyla ilgilenir. 1964’ten sonra ise artık tamamen kendi topraklarına; Osmanlıya ve milletine yönelir. 1987 yılında vefat eden Meriç’in birçok çeviri eseri de vardır. Toplam telif
eser sayısı ise, vefatından sonra, 20 yıl boyunca aralıklarla tuttuğu günlüklerinden oluşan iki ciltlik Jurnal kitabı ve son kitabı olan Kırk Ambar’a eklenen notlarından oluşturulan ikinci cilt ile 12 olur. Bu kitapların dışında yazdığı yazı ve eleştirilerinin arşivlerine ulaşabileceğiniz yayın faaliyetlerinden en bilindikleri; Yeni Gün, Yıldız, Ayın Bibliyografyası, Yücel, Amaç, Yurt, Dünya, Hisar, Köprü, Kubbealtı ve Türk Edebiyatı ve Orta Doğu dergi ve gazeteleridir. Ayrıca bilinmeyen yanlarını açığa çıkaran eski röportajları, hakkında yazılan çalışmalar ve biyografik kitaplar da var. Düşüncenin Gökkuşağı, Mustafa Armağan; Bulutları Delen Kartal, Mustafa Armağan- Sezai Coşkun; Babam Cemil Meriç, Ümit Meriç; Dücane Cündioğlu’nun Meriç’i ayrı ayrı çevirmen, eleştirmen ve düşünür olarak ele aldığı üçlemesi; Bir Mabed Bekçisi, Bir Mabed Savaşçısı, Bir Mabed İşçisi kitapları sevilen kitapların başındadır.
Henüz dört yaşında dört numara miyopken okumayı öğrenen, ileri yaşlarda azalan görme yetisiyle ışığa yakın okumak için, parasını lambanın uzatma kablosuna harcamak yerine kitaba vererek çözümü masanın üzerine koyduğu sandalyesine oturmakta bulacak kadar kitap tutkunu olması, onun tüm dünyası olmuştur. Ama yıl 1954, yaş 37 olduğunda, eserlerini verecek olgunluğa geldiğinde, gözlerini kaybetmiştir… Yine de tıpkı gerildikçe gerilmiş bir yayda kurulu ok gibi vakti geldiğinde hedefinden şaşmadan ilerlemiş ve 12 kitaplık külliyatını görme yetisini kaybettikten sonra vermiştir. Bu zor yılların ilk eseri ise, edebiyat tarihinin en iyi çevirilerinden olan Hugo’nun manzum eseri Hernani oyununun çevirisidir. Bu başarı ona umut olur ve mesaisini iyice arttırır. Dört yıllık yoğun çalışmanın ardından, biriyle Doğu’yu diğeriyle Batı’yı anlattığı: Birinci basımıyla Hind Edebiyatı ikinci basımıyla Bir Dünyanın Eşiğinde (1964) ve Saint-Simon İlk Sosyolog İlk Sosyalist (1967) kitapları sessiz bir kader yaşar, okunmaz. Eserlerine açılmayan seti çağlayarak
aşması bundan sonradır. En dikkat çekeni ise; “Hayat denen mülakata bu kitabı yazmak için geldim” dediği, her kesimden taraftar toplayan Bu Ülke (1974) kitabıdır. Ama yine dikkat çekmesi kolay olmaz. Bu kitabıyla adeta 1980 darbesi ve öncesi iç savaşına dikkat çekmek ister ama maalesef darbe sonrası mecbur kalınan sessizlikte duyulmaya başlanır sesi. Bundan sonra sırasıyla: Umrandan Uygarlığa (1974), Mağaradakiler (1978), Kırk Ambar (1980), Bir Facianın Hikâyesi (1981), Işık Doğudan Gelir (1984), Kültürden İrfana (1985). Ayrıca Cemil Meriç’in günlükleri olan ve kendisinden sonra yayınlanan (1993) Jurnal 1-2 kitapları. Çeviri eserleri de yine İletişim Yayınları tarafından “Bütün Çevirileri” başlığı altında 2016’da yayımlanmaya başlanmıştır.
Cemil Meriç’e dair her yerde görebileceğiniz onu anlattığı düşünülen bir tasnif vardır, bu tasnife göre Meriç şu dönemlere ayrılır: “1917-1925: Koyu Müslümanlık devri. 1925-1936: Şoven milliyetçilik devri (Meriç soyadından önce bir ara Şaman ve Yılmaz soyadlarını kullanır). 1936-1938: Sosyalistlik devri. 1938-1960: “Âraf” dediği kuluçka devri. 1960-1964:
Hint devri. 1964’ten sonra ise sadece Osmanlıdır. (Göze, s. 7-8).”[3]. İlk kez Ergun Göze’nin 1974 Tercüman gazetesindeki “Bir Osmanlı Konuşuyor” isimli yazısıyla karşımıza çıkmış, sonrasında Mustafa Armağan’ın Düşüncenin Gökkuşağı kitabında ele aldığı gibi birçok kişi bu tasnife yer vermiştir. Ama bunu Bir Mabed İşçisi kitabında Dücane Cündioğlu sert bir şekilde eleştirir. Meriç’in kendisi zaten 1916 doğumludur ve ilk sekiz yılını koyu Müslümanlık olarak
değerlendirilmesini mantıklı bulmaz. Üstelik Göze bu dönemlerini kronolojik sunmasına rağmen aslında Meriç’in bu röportaja söyledikleri bu şekil bir kronoloji içinde değildir [4]. Meriç’e dair böyle bir tasnifin neden doğru olmadığını tüm detaylarıyla açıklayan Cündioğlu’nun tespitlerini çok yerinde buldum. “Arı kovanı gibi işleyen Cemil Meriç tezgâhının gizli dinamosu eşi Fevziye hanımdır.” Kızı Ümit Meriç, babasının 11000 ciltlik bir kütüphane kurmasını annesi Fevziye hanımın ferasetine borçlu olduğunu söyler. Annesi, babasının eserlerini yazabilmesi için gerekli atmosferi sağlamayı hayatının en önemli görevi bilmiştir. Görme yetisini kaybettikten sonra ailesi ve dostları kadar öğrencileri de yardımlarını Meriç’ten eksik etmemiş. Günde bir kitap bitirecek kadar ona kitap okurlarmış.
Öğrenci hocasını geçmeseydi ilim bitermiş ve Meriç bunun için çok çabalamış. Yeri gelince sert frenleri ile muhatabını şaşırtan ama sevenleri tarafından hep, hakikati bulmuşçasına ense takibine alınan bu yol gösterici, düşüncelere açık kalıp düşündürtmek istediği kadar bunu kendi zihin dünyamıza göre yapmamızı istiyor. Yazılarının birer vasiyetname mahiyetinde olduğunu söyleyen Meriç’e göre bütün mesele, tarihin en büyük medeniyetini kurmuş bir kavmin fertleri olarak, “şuurlu ve kaynaşmış olmak”. Meriç’e göre çözüm Batılılaşmak değildi ve bizi bizden başka kimse kurtaramayacaktı. Okurlarını ısrarla, birbirini tanıyıp değerlerimizi keşfetmeye telkin ediyor.
“Dava, irfanımızı yeniden fethetmek… Dâva, ecdadın tefekkür hazinelerini bugünkü nesillerin tecessüsüne açmak, bir kelimeyle bugünü düne bağlamaktır. Dâva, Latin harflerinin yanında İslâm harflerine de hayat hakkı tanınması, Osmanlıcanın mekteplerimize girmesi, ilmin ve ihtisasın sesine kulak verilmesi; inkırazın eşiğine sürüklenen zavallı ülkemizin kaderi üzerinde hiçbir peşin hükme saplanmadan düşünülmesidir.”[5].
Türk Gençliğinin İlk Kaynağı: Cemil Meriç PDF