Nevra Özdemir [1]
Hukuk ile ahlak nasıl bir ilişki içerisindedir? İlahi bir hukuk sistemi ile beşerî bir hukuk sisteminin ahlaka bakışı arasında fark var mıdır? Çalışmamızda Wael B. Hallaq’ın bu sorulara cevaplar aradığı “Hukukun Ahlaki Boyutu” isimli kitabının değerlendirilmesi yapılacaktır. Filistin asıllı olan yazar, İslam Hukuku ve İslam Düşüncesi alanında Batı dünyasında ses getiren pek çok eser kaleme almıştır. Kanada, Endonezya ve Singapur gibi ülkelerin Üniversitelerinde İslam hukuku dersleri veren yazar, halen Columbia Üniversitesi’nin Ortadoğu, Güney Asya ve Afrika Çalışmaları Bölümü (MESAAS)’nde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Batı dünyasının İslam hakkında ürettiği bilgilere eleştirel bir bakış ile yaklaşan Hallaq, çalışmaları sayesinde bu bilgilerin sorgulanmasını sağlamıştır. Yazarın İslam hukukuna bilhassa fıkıh usulü konularına yaklaşımı oryantalist iddialara cevap niteliğinde olması bakımından oldukça önemlidir.
Hukukun Ahlaki Boyutu adlı eser, yazara ait altı makalenin bir araya getirilmesi ile oluşturulmuştur. Daha önce Türkçeye çevrilen bu makaleler, Necmettin Kızılkaya tarafından derlenerek kitap haline getirilmiştir. 2020 yılında ilk baskısını yapan kitapta, Oryantalist düşünürlerin İslam Hukuk Usulü kaynaklarına bilhassa da kıyas yöntemine getirdiği eleştiriler ele alınmıştır. Hallaq, makalelerinde oryantalistlerin İslam Hukuku’nun temel kaynakları olan Kur’an ve sünnet üzerine geliştirdikleri eksik ve yanlış tasavvurlara dikkat çekmiştir. Ayrıca yazar İslam hukukunu, beşerî hukuktan ayıran ön kabulleri ve hukukun ahlak eksenli sistemini bütüncül bir yaklaşımla ele almıştır.
Kitap içerisindeki ilk makalede yazar, İslam hukuku ile İngiliz hukukunun akıl yürütme sistemleri arasında bir karşılaştırma yapmıştır. Bunu yaparken Hallaq, bir hükme ulaşmaya çalışma aşamasında hukuk sistemlerinin temele aldıkları olguları incelemiştir. İslam hukuku temeline inancın bir gereği olarak vahyi koymaktadır. Vahiy bir konu hakkında hüküm getirir ve ilahi bir buyruk ortaya koyar. Hâkim ilahi olanı referans aldığı için hüküm üzerindeki etkisi sınırlandırılmış olur. İngiliz hukuku temelinde sosyoloji olan bir sistemdir. Bu sistemde yasalar sosyolojik bir alt
yapıya dayanır. Bu sebeple İngiliz hukuk sisteminde değişen toplumsal şartlar, verilecek kararı doğrudan etkiler. Yasalar insanlar tarafından ortaya konmuş ve değişime ihtiyaç duyan yapıdadır. Referans alınarak yasa konulan davanın şartları ile yeni davanın şartları birbirinden farklı olabilir. Kişinin hayat standartları, suçu işlemedeki gerekçeleri vb. durumları karar verme mekanizmasını etkileyen unsurlardır. Bu şartlar değiştiğinde ise hükmün değişmesi gündeme gelir.
Bu farklılıklar göz önünde bulundurulduğunda İslam ve İngiliz hukuk sistemlerinin ahlaka bakışlarının da farklı olduğu görülür. İngiliz hukuku, dayandığı emsal davadaki hâkimin yanılma payını, suçun işlendiği zamanın koşullarını, suçu işleyen kişinin durumunu göz önünde bulundurmadığı takdirde ahlaki değerlere uygun bir karar vermiş olmaz. İslam
hukukunda ise vahyin buyruğunu yerine getirmek asıl ve ahlaki olandır. Aslında beşerî ve ilahi hukuk arasında bu tür bir ayrımın bulunması normaldir. İngiliz hukuk sistemi incelendiğinde hem kararı veren özne hem de kendisi hakkında karar verilen nesne insandır. İnsanın ise hata yapması mümkündür. Aynı zamanda insan doğası gereği sürekli bir değişim içerisindedir. Bu değişim elbette insanın fiillerine tesir eder. Buna bağlı olarak hükümler de değişir. Mantıksal akıl yürütme kuralları göz önünde bulundurulduğunda bir sabitenin varlığı ve ona dayanarak hüküm çıkarmak esastır. Bu çerçevede İngiliz hukuku mantıksal akıl yürütme yöntemlerini oldukça katı bulur. Bu metodu kullanmak konusunda
çekingen davranır. Mantıksal akıl yürütme metotları her ne kadar İngiliz hukukçular tarafından yetersiz bulunmuş olsa da hukuk içerisinde kullanılması kaçınılmazdır. Vahyi temele alan İslam hukuku sisteminde ise hüküm ilahi olanla ilişkilidir. İlahi olanın ortaya koymuş olduğu bir sabite söz konusudur. İnsanın içerisinde bulunduğu şartlar önemlidir fakat referans alınan kural ilahi bir menşee sahip olduğundan kesin olarak bağlayıcıdır. Bu saikler göz önünde bulundurulduğunda İslam hukuku İngiliz hukukuna kıyasla mantıksal akıl yürütme metodunu kullanma konusunda esnektir. İki hukuk sistemi incelendiğinde tümevarım, analoji ve tümdengelim gibi yöntemlerin hukuku tesis etmek için kullanıldığı görülür. Hallaq, çalışmasının devamında bahsi geçen yöntemlerin İslam hukuku ve İngiliz hukuku sistemi içerisinde nasıl kullanıldığını detaylıca ele almaktadır. Yazar, iki hukuk sisteminin akıl yürütme yöntemlerini nasıl kullandığını anlatır, sistemler arasındaki farklıklara dikkat çeker. Bu farklılığı da yukarıda bahsettiğimiz üzere İslam hukukunun vahiy, İngiliz hukukunun sosyoloji merkezli yapısıyla ilişkilendirir.
Hallaq’ın eserde üzerinde durduğu bir başka husus, Kur’an’ın İslam hukukundaki merkezi konumunun Oryantalistler tarafından görmezden gelinmesidir. İslam hukuku konusunda Batı’daki ilk çalışmaları yapan isimlerden birisi Joseph Schacht’tır. Schacht’ın The Origins And Evolution Of İslamic Law isimli çalışması incelendiğinde İslam hukukunun temel kaynağı olan Kur’an’a oldukça az yer verdiği görülür. Schacht’ın bu eseri adeta hadis ve hukuki akıl yürütme metotları üzerine inşa edilmiştir. İslam hukukuna yönelik yapılan eleştiriler ise genelde hadisin kaynak olarak kabul edilmesi konusundadır. Hâlbuki İslam hukukunun merkezi konumda olan ilk kaynağı Kur’an-ı Kerim’dir. İçerdiği beş yüz civarında ahkâm ayeti ile Kur’an hukuk sisteminin temelini teşkil eder. Fakat oryantalistler Kur’an’ın hukuku tesis etmedeki temel rolünü göz ardı ederler. Bunun yanı sıra Kur’an’daki ahkâm ayetlerinin bir hukuk sistemi oluşturma konusunda yetersiz olduğunu söylerler. Bu ayetlerin yalnızca seksen kadarının modern anlamda hukukun tesis edilmesinde kullanıma elverişli olduğunu belirtirler. Onlara göre geri kalan ayetler daha çok ahlaki hükümler içeren ve hukukun tesisi
için yeterli referans içermeyen ayetlerdir.
Hallaq tam da bu noktada başta kendisine sonra tüm batılı araştırmacılara bir eleştiri getirmektedir. Zira Batılı zihinlerde kendi kültürlerinin ve Aydınlanma düşüncesinin bir getirisi olarak hukuk ve ahlak kavramları keskin bir şekilde ayrışmaktadır. Fakat İslam geleneği ve kültüründe böyle bir ayrım söz konusu değildir. Bu sebeple İslam’ın temel
kaynaklarında hukuk ve ahlak ayrımına gitmek araştırmacıları yanıltacaktır. Bu da İslam’ı kendi sistemi içerisinde anlamaktan ziyade onu modern bir kalıba sokmak demektir ki bu bizleri yanlış sonuçlara götürecektir. Zira Kur’an’da hukuki olan ahlaki, ahlaki olan ise hukukidir. Kur’an-ı Kerim’de Müslümanlar için ahlakı temel alan bir kozmoloji
sunulmuştur. Bu anlamda İslamî hukuk kuralları da bu yaşam biçiminin bir parçası olarak doğrudan ahlakla bağlantılı hatta ahlakın bir parçasıdır.
Hallaq eserin ilerleyen bölümlerinde oryantalistlerin hadisler hakkındaki iddialarını inceler. Ignaz Goldziher ve Joseph Schacht gibi isimlerin başını çektiği Batılı ilim adamları erken dönemden itibaren hadislerin güvenilirliği meselesini tartışmıştır. İddialarına göre hadislerin büyük bir kısmının kati bir kesinlikle Peygamber’e aidiyetini tespit etmek mümkün değildir. Böyle düşünüldüğünde ise hadislerin, genel anlamda dinde özel anlamda İslam hukukunda kaynak olarak kullanılması düşünülemez. Hâlbuki usul âlimleri de hadislerin büyük bir kısmının kat’i olarak Peygambere ait olduğunu savunmazlar. Fakat bazı kurallara itibar edildiğinde bu hadisler, Hz. Peygamber’e aidiyet noktasında büyük bir olasılık ifade eder. Bu sebeple Peygamber’e aidiyeti kesin olmasa dahi -akide meseleleri dışında- büyük bir ihtimal ihtiva eden hadislerle amel edilebilir. Usul âlimleri bu yöntemle söz konusu hadislerin büyük olasılıkla Peygamber’e ait olduğu bilgisini de görmezden gelmemiş olurlar. Hallaq, eserinde hadislerin İslam âlimlerince nasıl ele alındığını anlatmak üzere özet bir hadis usulünü okuyuculara sunar. Yazar fıkıh usulcülerinin mütevatir ve ahad haber ayrımı yaptığını anlatır ve yalnızca mütevatir haberin peygambere aidiyetinin katî olduğunu söylediklerini vurgular. Bu hadisler ise -sayıları hususunda ihtilaflar olmakla birlikte- en fazla 20 rivayetten ibarettir. Ahad hadis ise ihtimalli bilgi ifade etmektedir. Ahad hadisin sıhhat derecesi, rivayetin farklı raviler tarafından tekrarlanması, rivayeti nakleden ravilerin durumu, raviler arasındaki ittisal, metnin İslam’ın temel prensiplerine uygunluğu vb. kriterler göz önünde bulundurularak artar veya azalır. Ahad hadisin Peygamber’e ait olma ihtimali en yüksek olan türü sahih hadistir. Bu tür hadisler Hz. Peygamber’e aidiyeti hususunda üzerinde ittifak edildiği için İslam Hukuku sisteminde kaynak olarak kullanılır. Söz konusu ittifak bu rivayetlerin peygambere aidiyeti konusunda büyük bir olasılık ifade ettiği için dinin özü olan itikat konuları harici meselelerde kaynak olabilirler. Ayrıca fıkıh usulcüleri isnad merkezli yöntemlere ek olarak rivayetleri kullanmak için bazı metin tenkidi metotları da geliştirmiştir. Ahad hadisin isnad bakımından sahih olmasının yanı sıra Kur’an ve mütevatir sünnet ile çelişmemesi gerekir. Ayrıca farklı mezheplerin kendilerine has olarak geliştirdiği metin tenkit metotları da mevcuttur. Görüldüğü üzere fıkıh usulcüleri saydığımız etmenleri göz önünde bulundurarak sıhhatine karar verilen rivayetleri delil olarak kullanmakta sakınca görmemiştir.
Hallaq kitapta yer alan makalelerde genel manasıyla İslam hukukun diğer delilleri üzerinde de durmuştur. Ayrıca İslam hukukuna has olan evleviyet kıyası, hulfi kıyas gibi yöntemleri de okuyucular için incelemeye tabi tutmuştur. Bu yöntemler ile formal mantık arasında bazı kıyaslamalar yapmış, çeşitli örneklerle meseleleri izah etmiştir. Eserde bu meseleler ele alınırken özellikle İslam hukukunun temelde kullandığı analoji yöntemine yer verilir. Analoji, bir tikel ifadenin hükmünü aradaki benzerlik sebebiyle başka bir tikel ifadeye vermek olarak izah edilebilir. Bu yöntemin sonuçları ise tümdengelim yöntemi kadar kesin olmayıp hataya ihtimal veren bir yapıdadır. Analoji, İslam hukukunda
hükme ulaşmak için mecburi olarak sıklıkla kullanılmaktadır. Fakat İslami hükümler bu hata ihtimalini ortadan kaldıracak şekilde bir illet ile ilişkilendirilmiştir. Bu illet sayesinde akıl yürütürken formal mantıkta söz konusu olduğu gibi tümel bir önermeye ulaşmak mümkündür. Hallaq, çalışmasında bu ihtimalin farkında olan Gazzalî’den ve onun şer’i
kıyası formal mantık ile ilişkilendirme faaliyetlerinden detaylıca bahsetmektedir. Bir hükmün konuluş gerekçesinin ve amacının izah edilmesi, ayetteki olayla benzeyen yeni meselenin de bu hükmün kapsama girip girmeyeceği hususunda açıklık getirmektedir. Eğer hükmünü bildiğimiz mesele ile yeni mesele aynı yani illette birleşiyorsa, yeni meseleyi elimizdeki hükme kıyas etmek isabetli bir karardır. Bu sebeple İslam hukukunda hükmün illetli olması esas olandır. Kitapta, illet kavramından yola çıkan Gazzali’nin bu konuda ortaya koyduğu kapsamlı teori incelenmiş ve değerlendirilmiştir. Ayrıca mantığın hukuk kurulları ile bütünleştirilmesi konusunda eserlerine başvurulabilecek olan İbn Kudâme ve Âmidî gibi isimlerin açıklamalarına da yer verilmiş, bu isimlerin teorileri arasında karşılaştırmalar yapılmıştır.
Hallaq, eserinde İslam hukuk usulü ile ilgili gündem olmuş pek çok oryantalist iddiayı incelemekte bu iddialara cevaplar vermektedir. Eserde oryantalistlerin iddiaları yine kendileri gibi Batı’da tahsil görmüş ve Batı’da yaşamını sürdüren bir isim tarafından değerlendirilmektedir. Bu eser ortaya koyduğu eleştirileri ve analizleriyle ilim adamlarının İslam hukuk sistemini doğru bir şekilde anlaması ve eleştirmesi adına kıymetlidir. Hallaq, eserinde İslami kaynakları ve bu kaynakların İslam kültürü içerisinde ifade ettikleri anlamı okuyucuya başarılı bir şekilde anlatmaktadır. Batılı zihnin Aydınlanma düşüncesinin etkisiyle bazı unsurları ayrıştırmaya meyilli olduğunu ifade eden yazar, araştırmacıların İslam hukukunu ele alırken bu ayrıştırıcı yaklaşımı terk etmesi gerektiğini vurgular. Zira İslam’ın ortaya çıktığı zamanda ve coğrafyada böyle bir ayrışma söz konusu değildir. İslami yaşam biçimi ahlak prensibiyle bütünleşmiştir. İslam hukuk sistemi ahlakla doğrudan ilişkilidir. Yazar, İslam hukukunu ele alırken ahlaki prensiplerin göz ardı edilmesini Batılı
zihnin bir yanılsaması olarak görmüş eserinde bu yaklaşımı eleştirmiştir.
Eserin yapısal özellikleri değerlendirilecek olursa; Eser altı farklı ismin çevirdiği makalelerin birleştirilmesinden meydana gelmiştir. Bazı makalelerde pek çok teknik ifadeye yer verilmiştir. Bu ifadelerin orijinal metinde yer aldığı şekli ile çeviride kullanılması metnin anlaşılmasını kısmen zorlaştırmıştır.
Eser pek çok teorik meseleye değinmesi bakımından İslam hukuk usulüne ilgisi olan araştırmacılara, lisans, yüksek lisans ve doktora öğrencilerine tavsiye edilebilir. Oryantalist iddiaların yine Batılı bir bakış açısıyla değerlendirilmesini bizlere sunan bu eserin okuyucular için ufuk açıcı ve yararlı olacağı düşünülmektedir.
Modern Zihinler İçin Bir Darbe PDF