Beyzanur Bal [1]
“Seyahat ediniz, çünkü seyahat taassubu yok eder.”
Seyahat ederek görülenleri kayda geçirmek ve en nihayetinde bunlardan ibret almak gerek. İbn Battuta, Evliya Çelebi gibi büyük seyyahları yetiştirmiş kadim medeniyetimizin köklü seyahat kültürü, son asırlarda kaybolmaya yüz tutmuştur. Taha Kılınç, bu kültürü ayakta tutmaya gayret eden, hali, tavrı, bakış açısı ve çalışmalarıyla bizlere ilham olan kıymetli bir şahsiyettir. Kılınç, 1980 Anamur doğumlu olup Kartal Anadolu İmam-Hatip Lisesi ve İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ni bitirmiş, ardından gazetecilik hayatına atılmıştır.
Uzun yıllardır İslam dünyası üzerine yoğunlaşan ve bu coğrafyayı çalışma sahası olarak belirleyen Kılınç, halen seyahatler gerçekleştirdiği bu toprakların gündemine dair köşe yazılarına Yeni Şafak gazetesinde devam etmektedir. Buna ilaveten, Mecra yayın yönetmenliği, Derin Tarih dergisi genel yayın yönetmenliği görevlerini üstlenmekte ve kitap çalışmalarını sürdürmektedir. Kılınç, aynı zamanda çeşitli şehirleri dolaşarak bizim olan coğrafyalara dair değerlendirmelerini paylaştığı seminer ve konferansları ile de İslam coğrafyasını gündemde tutmaya gayret etmektedir.
Coğrafyamızı Adımlarken Hatırda Kalanlar, Taha Kılınç’ın 2016-2019 yılları içerisinde coğrafyamızda gerçekleştirdiği çeşitli seyahatleri; sosyal, kültürel, tarihi ve siyasi boyutlarıyla ele aldığı, ayrıca mekanları farklı cepheleriyle ve bilhassa mekân-ruh çerçevesinde yorumlayarak okura sunduğu seyahatname niteliğindeki eseridir.
Kılınç, eserinde okuyucuya seyahatlerini anlatmakla kalmamış, ziyaret ettiği mekanlara götürmeyi ve bilhassa mekânın ruhunu okura geçirerek o beldenin tarih serüveni içerisinde mekânı okura yaşatmayı başarmıştır. Yazar, eser içerisine yer vermiş olduğu fotoğrafları ile de eş zamanlı olarak okurun zihninde anlatılanları canlandırmasını ve anlatılanlarla daha nitelikli bir bağ kurmasını sağlamıştır.
Eser, gezi türünde yazılmış olup Uzak Doğu’dan Endülüs’e, Balkanlar’dan Kafkasya’ya, Kuzey Afrika’dan Hicaz Yarımadası’na yani aslında bizim olan coğrafyalara uzanan seyahat izlenimlerinin yer aldığı kısa bölümlerden oluşmaktadır.
Yazar, kitabı kaleme almaktaki maksadını ise giriş yazısındaki “Coğrafyamızı Adımlarken Hatırda Kalanlar, okuyucuları yerlerinden kalkmaya ve seyahate teşvik etmek, meraklarını uyandırmak, yollara düşmelerini sağlamak ve aslında bunun ne kadar kolay olduğunu göstermek için hazırlandı.”[2] Sözleriyle özetlemiştir.
İnsanı ve toplumu anlamak, şükretmek, yaratanı tanımak, var oluş gayesini keşfetmek ve var oluşu anlamlandırmak, iç huzura ermek ve daha nicesi için berrak bir zihin, iştiyak ve ibret nazarıyla seyahat etmek gerekmektedir. Vakaya bu aynadan baktığımız zaman seyahat etmek esasında ibadet etmektir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de Allah-u Teala: “…Yeryüzünde gezip dolaşın da (hakikati) yalan sayanların akıbeti nasıl olmuş bir bakın.”[4] buyurmuştur. İlginçtir
ki bu ayetin gramer özelliği, namaz gibi farz olan ibadetlerin emredildiği ayetlerle aynı kalıpta gelmiştir. Bunun tefsiri ise, seyahat etme emrinin de namaz emri kadar bağlayıcı olduğudur. Peki zikretmiş olduğumuz bu ayetin muhatapları, bu emri nasıl anlamalı ve nasıl amel etmelidir?
Kavrayabildiğimiz kadarıyla bu veciz ayetin bize emrettiklerini yazar şu şekilde sıralamaktadır: “Tarih okumak, coğrafya bilmek, yetecek kadar arkeoloji bilgisi edinmek, toplumların yapısını kavramamıza yardım edecek derecede antropolojiye aşinalık, İslam’a uygun seyahat ve turizm alternatifleri geliştirmek, helal yeme-içme ve konaklama alanları
oluşturmak, ulaşım araçları edinmek ve bunları kullanmayı bilmek…”[5] Listeyi daha da uzatmak mümkün olmakla beraber, burada asıl vurgulamak istediğimiz, bu ayetle amel ettiğimiz takdirde ferasetli bir bakış ve bir duruş kazanarak üstlenmiş olduğumuz “yeryüzünde halifelik” misyonunun idrak edileceği ve bu misyonu üstlenmeye layık olarak
yerine getirme yolunda hakiki manada bir ilerleme kat etmemizin mümkün olacağıdır.
Yazar, eserinde ayetin muhatabı olan bizlerin seyahat etmede eksik kalmamız hususuna dair tespitlerine de yer vermektedir. Burada başlıca neden olarak sıkça duymakta ve dillendirmekte olduğumuz ekonomik yetersizliği zikretmek mümkündür. Yazar, birçok imkana haiz olan kimselerin sıra seyahate geldiği zaman “şimdi elim dar” demelerini tenkit
etmekte ve özellikle öğrenciler için hoş bir tavsiyede bulunmaktadır: Seyahat kumbarası edinmek. Nitekim halis bir niyet ve istikrar neticesinde bu gayret, kurulan hayalleri gerçekleştirmeye kadir olacaktır. Yazar, bilhassa “niyet” hususuna vurgu yaparak, bir şeye samimiyetle niyet edildiği ve ısrarla yola düşüldüğü zaman onun mutlaka yerine getirileceğini
kendi tecrübelerinden yola çıkarak bir ağabey içtenliğiyle dile getirmiştir.
Bir başka neden olarak, belli standartların oluşmasını beklemenin kişileri seyahatten alıkoyduğunu ifade etmek gerekir. Üst düzey bir konforun oluşmasını beklemek, ebeveynlerin çocuklarının büyümesini beklemeleri yahut herhangi bir “şu da geçsin sonra” ile başlayan cümlenin nihayetinin evlerimizden dışarı ayak atamamayı beraberinde getirmesi
yadsınamaz bir hakikattir.
Toplumumuzda seyahat etmenin bir lüks olduğu ve seyahat eden kimsenin boş bir kimse olduğu şeklindeki kabullerin, seyahati akla getirmeye engel olan nedenler arasında zikredilmesi isabetli olacaktır. Bu kabuller, toplumsal algıyla olduğu kadar ekonomik nedenlerle de yakından ilgilidir. Yazar burada, seyahate tercih edilenlere değinerek “mümkün
iken mümkün hale getirmediklerimiz” noktasına dikkat çekmiştir.
Bu maddelere ek olarak alışkanlıklarımız da yine büyük bir engel olarak karşımıza çıkmaktadır. Alıştığımız düzenin ve konfor alanımızın dışına çıkmak istemememiz, belki bu ihtimali aklımızın ucuna dahi getirmiyor oluşumuz seyahat etme düşüncesinden epey uzak olmamızı da beraberinde getirmektedir.
Bütün bunları yıkmak, bütün nedenlerin önüne geçebilmek için öncelikle “merak etmek” ve “istemek” gerekmektedir. Az evvel zikrettiğimiz gibi, samimi bir niyet alındığı takdirde bir çaresi de bulunacaktır. Bu niyet neticesinde kişi zaten bir çare bulma gayreti içerisinde olacaktır.
Müellif; eser içerisinde, halis bir niyet alındıktan sonra “nasıl seyahat etmeli?” sorusuna da tavsiye niteliğindeki beş maddede yanıt vermektedir. Bunlardan ilki, haritalar ile samimiyeti artırmak. Haritayı alıp coğrafyayı ülke ülke, şehir şehir
çalışmak, böylelikle haritayla meşgul olmak gerekmektedir. Seyahat edeceğimiz coğrafyayı tanıyarak üzerine tefekkür edebilmenin ilk adımı o coğrafyayı fiziksel olarak kavramaktır. Bu bağlamda harita bilgisi hayati önem arz etmektedir. Fiziksel olarak tanımadığımız bir bölge hakkında fikir yürütmek de mümkün ve isabetli olmayacaktır. O halde, seyahat edilecek coğrafyayı haritasını ezbere çizilebilecek derecede tanımak elzemdir. Bilhassa teknolojiyle beraber günümüzde kaybolmaya yüz tutmuş bir meziyet olması itibariyle de bu hususa ayrı bir ehemmiyet gösterilmesi gerekmektedir. Nitekim, günümüzde yer-yön kabiliyeti, coğrafya algısı telefonlardaki “konum”lardan ibaret kalmakta ve haritalardan ziyade yine telefonlara başvurulmaktadır. Piri Reis gibi bir kıymeti bünyesinde barındıran medeniyetimizin günümüzdeki bu haline esefle şahitlik etmekteyiz. Dolayısıyla bu noktada göstereceğimiz gayretlerimiz daha kıymetli bir anlamı ifade edecektir.
İkinci olarak, seyahat öncesinde ve sonrasında okumalar yapmak. Seyahat edeceğimiz coğrafyayı bilmeden, tanımadan yaptığımız seyahatler bir turist edasıyla yapılan, sadece “görmek”ten yahut “gezmek”ten öteye geçemeyen seyahatler olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu sığlıktan öteye geçebilmek adına seyahat edilecek bölgenin görülecek yerleri ve tarihi,
titizlikle okunmalı ve geçmişten günümüze bırakılan mirası ibret nazarıyla müşahede edilmelidir.
Üçüncü olarak ise, plancılıktan kurtulmak. Her ne kadar mevcut bir plana tabi olunsa da aşırı plancılıktan kurtularak seyahat esnasında karşımıza çıkan sürprizlere, oluşan anlık gelişmelere açık olmayı bilmek gerekir. Andan nasiplenmeyi bilenler için seyahatten alınacak lezzet üst seviyeye çıkacaktır.
Yazarın dördüncü tavsiyesi de önyargı ve kıyastan uzaklaşmak. Gördüğümüz, ziyaret ettiğimiz coğrafyalar bizden ve birbirlerinden elbette ki çok farklıdır. Bu bilinç düzeyinde olmak seyahat ettiğimiz coğrafyanın bize sunacaklarını önyargısız bir şekilde kabul etmek, kendi memleketimiz ile kıyastan kaçınmak da seyahatten alınacak olan doyumu artırarak bizlere çok kıymetli tecrübeler sunacaktır.
Müellif son olarak “Fotoğraf çekme çılgınlığına son vermek.” noktasına dikkat çekmiştir. Teknolojinin bizlere sunmuş olduğu imkanlardan istifade ederek gördüğümüz mekanları fotoğraflamak ve hatta bir arşiv oluşturmak oldukça kıymetli olacaktır. Ancak bunu yaparken fotoğraf çekmeyi bir esaret haline getirmemek, anın vereceği hazdan ve akıp giden hayattan mahrum kalmamak hayati önem taşımaktadır.
Bütün bunlara dikkat ederek gerçekleştirilen seyahatler, kişinin hayata bakışını ve ufkunu da geliştirecektir.
Kılınç, “Yaslandığımız kültürel arka planı kavramak, sürdürdüğümüz tarihsel yürüyüşün ana duraklarını fark etmek, nereden gelip nereye gittiğimiz hakkında düşünmek ve benliğimizi sağlam temeller üzerine yükseltmek adına.” [6] beş coğrafya üzerinde durmaktadır. Bunlar: Kudüs, Kahire, Balkanlar, Endülüs ve Buhara-Semerkand’tır. Bu beş coğrafyayı mutlaka adımlamalı, çok yönlü olarak tahlil etmeli ve çıkarımlarda bulunulmalıdır. Nitekim “Kudüs’ü görmeden ve çözmeden ne Ortadoğu ne uluslararası dengeler ne de İslam tarihi tam manasıyla özümsenecektir.”[7]
Nam-ı diğer “dünyanın anası” olan Kahire, bütün önyargılardan uzak, derin bir kavrayış ile analiz edilmelidir. Balkanlar’a geldiğimiz zaman, orada çok bilindik mekanlarla sınırlı kalmayarak birçok mekânı adımlamamız gerekmektedir. Geçmişi ve mevcut düzeni anlamak ancak bu sayede mümkün olacaktır. Endülüs’ü kavrayabilmek için de yine Balkanlar gibi
birden fazla noktayı adımlamak ve ayrıntıları gözeterek ziyaret etmek gerekmektedir. Son olarak ise Buhara-Semerkand. Buralarda medeniyetimize ve tarih serüvenimize dair muhteşem ipuçları bulunmaktadır. Bu izler, peşine düşenlere harikulade bir medeniyet hikayesi armağanı sunacaktır. Aslında nasıl seyahat edileceğini bilmenin yanında alaka ve
muhabbetle adımlanan her nokta bizi tahmin dahi edemeyeceğimiz güzelliklere mazhar kılacaktır.
Saydığımız bu beş coğrafya, “Üzerine tarih tefekkürümüzü ve coğrafya şuurumuzu bina edeceğimiz manzaranın ana sütunlarıdır.”[8] Bunlarla beraber ibadet maksadıyla görüleceği ve bunun için kişisel bir çaba gerekeceği için bu beş coğrafya içerisinde ziyaret kapsamında zikredilmeyen Mekke-Medine bulunmaktadır. Ve elbette yaşadığımız coğrafya da zaten görülmesi gerektiğinden burada zikredilmemiştir. Yapılması gerekeni Kılınç, şu şekilde ifade etmektedir: “Şehzadelerin gönderildiği sancaklar, eski başkentler, paşaların cami ve külliye inşa ettirdiği yerler, tarihi köprüler, geleneksel evler gibi çeşitli kategoriler oluşturarak Türkiye’nin altını üstüne getirmek gerekmektedir.”[9] Seyahatler, seyahatlere kapı açmakta ve yeniden yollara düşmek için müthiş bir iştiyak uyandırmaktadır. İbret nazarıyla yapılan her seyahat, kişiye tarifsiz bir lezzet ve benzersiz tecrübeler sunacaktır.
Yazar, Endülüs tecrübelerini aktardığı “Endülüs’ten Esintiler” başlıklı yazısını “Ve Endülüs, ezberlerden arınmış bir yaklaşımla, bilgiye ve somut verilere dayalı şekilde yeniden derinlemesine tefekkürü hak ediyor.”10 ifadeleriyle “Nasıl seyahat etmeli?” sorusuna veciz bir cevap niteliğinde nihayete erdirmektedir: Aslında bunu ziyaret edeceğimiz her coğrafya için söylemek mümkündür.
Yazarın, kitabın başlığında da zikretmiş olduğu “coğrafyamız” vurgusunu kıymetli bulmaktayım. Bu vurgu, tarih içerisinde Müslümanların herhangi bir şekilde iz bıraktıkları yerlerin aslında “bizim” olduğunu hatırlatmaya matuf bir seçimdir. Kişi, bizim diyerek ziyaret ettiği yerlerde yabancı hissetmeyecek ve bir turist olarak yapılan seyahatin ötesine
ancak bu aidiyet hissiyle geçebilecektir. Bunun yanında “coğrafyamız” vurgusu kişiye sorumluluklarını incelikle hatırlatan isabetli bir seçimdir. Bir başka dikkat çekilmesi gereken husus ise yazarın, değerlendirme ve tavsiyelerini “görülecek yer” sığlığının ötesine geçerek yapmasıdır. Bu bağlamda gördüğü yerleri zikretmekle yetinmeyerek bölgenin tarihi, kültürü, siyasi yapısı, mimari dokusu, önemli şahsiyetleri ve önemli hadiseleri, mimari eserlerin günümüzdeki halleri, bölgede oluşan mezhepler, farklı oluşumlar yahut bölgeye günümüzdeki bakışın nasıl olduğu gibi mühim malumatları geniş bir perspektiften değerlendirerek okuyucunun istifadesine sunmuştur. Özetle yapmamız gereken; her şeye rağmen bütün gündemlerden, arkasına sığındığımız bütün meşgalelerden sıyrılarak “Yola düşmek.” Yola düşerek ufkumuzu genişletecek, hayaller kurmaya teşvik edecek ve bizlere sorumluluklarımızı hatırlatacak seyahatler gerçekleştirmektir. Ve en önemlisi, gerçekleştirdiğimiz seyahatlerde geçmiş üzerine tefekkürde bulunarak, yaşananlardan ibret alarak şimdi ve gelecek algımızı geliştirmektir.
Bütün bunlar neticesinde derin bir kavrayış ile taassuptan kurtularak yeryüzünde bir iz bırakabilmek ve bir söz söyleyebilmek mümkün olacaktır. Eser, bir çırpıda okunabilecek küçük bir hacme sahiptir. Yazar, kullanmış olduğu sürükleyici ve akıcı üslubu, samimi tavsiyeleri ve kendine has olan tavrıyla kitabı yazma gayesi olan okuru yerinden kalkarak yollara düşmeye teşvik etmeyi ve okurda bir merak uyandırmayı başarmıştır.
Yazar, göstermiş olduğu yöntem ile adeta hakkıyla yapılan her seyahatin nihayetinin tefekkür olduğunu ve her seyahatin aslında tefekküre varmak için yapıldığını haykırmaktadır. Yazarın kitap boyunca vermek istediği asıl mesaj ise çok nettir: “Seyahat ediniz, çünkü seyahat taassubu yok eder.”