Hatice Susam Özçelik [1]
Yazar Muhammed Râtib en-Nâblusî 1939’da Şam’da doğmuş, Dımeşk Üniversitesi’nde Arap dili ve edebiyatı öğrenimi görmüş, Dublin Üniversitesi’nde doktorasını tamamlamıştır. Şam ulemasından tefsir, fıkıh, dil dallarında ilim tahsil etmiş; Arap edebiyatı ve lügati konularında derinleşerek bir yandan da hadis ilminde icazet almıştır. İslami ilimlerin yanı sıra modern bilimlere de merakı olan Nâblusî, bazı bilim kuruluşlarında bilim kurulu üyeliklerine sahiptir. 30 yıl boyunca farklı üniversitelerde öğretim görevlisi olarak çalışmıştır. Avustralya, Amerika, Lübnan, Mısır, Malezya, Libya ve daha birçok ülkede davet çalışmalarına katılmıştır.
Yazarın dedesi Şeyh Abdulgani en- Nâblusî (d. 1143/1731), tasavvufî eserlerinin önemli bir kısmı olan ve vahdet-i vücûd anlayışını temsil eden kitapların şerhini yazmıştır. İbnü’l-Arabî doktrinine genel bir giriş mahiyetindeki el-Vücûdü’l-Hakk’ın Osmanlı döneminde vahdet-i vücûd konusunu sistemli bir şekilde işleyen tek Arapça kitap olduğu belirtilmektedir [2].
Muhammed Râtib en-Nâblusî, 1974 yılında dedesi Şeyh Abdulgani en- Nâblusî’nin ders verdiği caminin minberine çıkmıştır. Orada kendisine haftalık dersler tahsis edilmiş ve akaid, tefsir, hadis, fıkıh ve siyer gibi alanlarda dersler vermiştir. Bu derslerle davet merkezi haline gelen Nâblusî Camii, Şam’ın büyük ilçeleri ve köylerinden toplanan ilim talebeleri ile dolmuştur. Böylelikle Râtib en-Nâblusî, uzun bir süre Şam’daki Emevi Camii’nin vaiz ve hocalarından biri olmuştur. Birçok eser kaleme alan yazarın diğer eserleri şöyledir: Nâblusî Kuran’ı Kerim Tefsiri (10 cilt), Esma-i Hüsna Ansiklopedisi (4 cilt), Kuran ve Sünnette Bilimsel Mucizeler Ansiklopedisi (2 cilt), Öncelikli Kazancımız Çocuklarımız (2 cilt), İslam Üzerine Görüşler, İslam Üzerine Düşünceler, İslam’daki Parıltılar, Kulluk Görevinin Unsurları, Allah’ın Yardımı Ne Zaman? İman’ın İlk Baharı, Allah’ın Müminlere Çağrısı, Kuran’ı Kerim’den Yasalar ve Tövbe Edenlerin Yolu.
Arap dünyasında, Cenab-ı Hakk’ın kendisiyle irtibatının nasıl olması gerektiği ile ilgili sorulara cevap ararken -Arapça biliyor olmanın avantajından yararlanarak- ayetlerden, yani kesin doğrular üzerinden çalışma yöntemine başvurulur. Yazar bu eserinde de ayeti kerimelerden sık sık istifade ederek, inanan insanlar için bilinen ama çoğu kez unutulan hususları hatırlatarak, okuyucularını bir tefekkür yolculuğuna sevk etmiş ve eserine hakikat yolundaki yedi temel unsuru açıklayarak devam etmiştir:
Şüphesiz ki eğer tefekkür edersen, ilim elde edersin. İlim kalbe girerse kalbin hâli değişir. Bu durum seni sevaplı amellere teşvik eder. Öyleyse düşünmek bilginin, bilmek harekete geçmenin, harekete geçmek yol kat etmenin esasıdır. İnsanın çevresiyle ilişkisi üç maddeye tâbidir: İdrâk, heyecan (istek, rağbet), uygulama. Kur’an-ı Kerim’de kâinatla ilgili bin üç yüzden fazla ayet vardır. Yusuf suresi 105.ayette “Göklerde ve yerde nice delil vardır ki, onlar bu delillerden yüzlerini çevirip geçerler.” Bu kâinat, Allah-ü Teâlâ’nın esmâ-i hüsnâsının ve yüce sıfatlarının bir göstergesidir. Allah’ı tanımak istersen, kâinat seni O’na götürecektir [3]. “Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün birbirini takip edişinde akıl sahipleri için birçok delil vardır.” (Al-i İmrân, 190)
Akıl, Allah’ı tanımayı sağlayan aktif bir araçtır. “Aklını yaratıldığı gaye uğrunda çalıştıran kimseye müjdeler olsun” der Yazar Muhammed Râtib en- Nâblusî. İnsan, Rabbini tanıması için, kendisinde bulunan akıldan sorumludur [4]. Nitekim Kur-an’ı Kerim’de akılla ilgili ayetler dikkat çekicidir: “Hâlâ aklınızı kullanmıyor musunuz?” (Kasas, 60), “Hâlâ düşünmüyor musunuz? (Câsiye, 23).
Fıtrat ve akıl; insanın idrâk etmesini sağlayan iki özellik, onu bilgiye ulaştıran iki yoldur. Biri diğerini tamamlayarak hakkın bâtıldan, hayrın şerden, güzelin çirkinden ayırt edilmesinde rol oynar. Fıtratın varlığına delâlet eden ayetlerden biri şöyledir: “Nefse ve ona birtakım kabiliyetler verip de iyilik ve kötülüklerini ilham edene yemin ederim ki” (Şems, 7-8).
İnsan nefsi bir günah işlediğinde başkasının bildirmesine muhtaç olmadan bunun kötü bir hareket olduğunu bilir. Kıyamet suresi, 14-15.ayetlerde “Hatta mazeretlerini ortaya koysa bile, o gün insan kendi aleyhine şahittir.” Yani insana, takvaya giden yol da günaha giden yol da ilham edilmiştir [5]. Resulullah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: “İyilik güzel ahlaktır, günah ise göğsünü rahatsız eden ve insanların bilmesinden hoşlanmayacağın şeydir.” (Muslim, 2553; Tirmizi, 2389). İşte bu fıtratın ta kendisidir.
Şeriat, ibadet sorumluluğunun en önemli temeli; Allah’ın kitabında ve Resul’ün (s.a.v) sünnetinde geçen emirlerin toplamıdır. İnsan gereği gibi iman eder, sadakat ve ihlas ile salih amel işlerse karşılığını mutlaka bulacaktır. “Yoksa kötülük işleyenler, kendilerini iman edip salih amel işleyenler gibi kılacağımızı, hayatlarının ve ölümlerinin bir olacağını mı sanıyorlar? Ne kadar kötü hüküm veriyorlar?” (Casiye, 21). Nebevi sünnet, Allah Resul’ünden (s.a.v) sahih şekilde nakledilen sözler, yaptığı fiiller ve kayıt altına alınan ikrarlardır. Kur’an-ı Kerim nasıl şeriatin ilk kaynağı ise, sünnet de ikinci kaynağıdır. Sünnet, teorinin açıklanması ve Kur’an-ı Kerim’in ameli olarak uygulanmasıdır [6]. ”Peygamber size ne verdiyse alın; neyi yasakladıysa ondan da kaçının. Allah’tan korkun. Çünkü Allah’ın cezası pek çetindir.” (Haşr, 7)
Şehvetler, kendileri vesilesiyle yükseleceğimiz bir merdiven olabileceği gibi, düşmemize sebep olabilecek bir çukur da olabilirler. Allah içimize yerleştirdiği her şehvetin tatmini için temiz bir yol takdir buyurmuştur. İslam’da doğallıktan mahrum kalmak yoktur, ancak bunları kontrol altında tutup bir düzene koymak vardır.
Şehvetler iki yönlüdür. Allah’ın müsaade ettiği temiz kanalı kullanırsan şükreden bir kul olarak; sana haram kıldığı yöntemden uzaklaşırsan, sabreden bir kul olarak O’na yaklaşırsın. Nitekim dünyamız için ahiretimizi, ahiretimiz için dünyamızı terk etmemeliyiz. Bu ikisinden birlikte azık almak gerekir. Dünya, ahiretin vasıtasıdır [7]. Ebu Hureyre (r.a.), Peygamber Efendimiz ’in (s.a.v.) şöyle dua ettiğini aktarır: “Allah’ım! Her işimin koruyucusu olan dinim ile beni ıslah eyle; içinde yaşadığım, geçimimi sağladığım dünyamı ıslah eyle; ebedi yaşayacağım ahiret hayatımı benim için hayırlı eyle. Hayatımda her türlü hayrı, ziyadesiyle ihsan eyle. Ölümümü de her türlü şerlerden muhafaza eyle.” (Müslim,71).
İnsan tercih hakkına sahiptir. Bahanelerini ortadan kaldıran delil apaçıktır. Allah bizi itaat etmeye mecbur etseydi, bunun karşılığında bir sevap olmazdı. Bizi isyan etmeye mecbur etseydi, bunun karşılığında da bir ceza söz konusu olmazdı. Bizi ihmal edip, başıboş bıraksaydı, kudret konusunda bir âcizlik olurdu. Bu yüzden Allah tercih hakkı vererek emretmiş, sakındırarak yasak koymuş, kolay sorumluluklar yüklemiş ve az amele çok sevap bahşetmiştir [8]. Bakara suresi 148.ayette şöyle buyrulur: “Herkesin yöneldiği bir yön vardır. Siz hayır yapmakta birbirinizle yarışın. Nerede olursanız olun, Allah hepinizi huzurunda bir araya getirecektir. Çünkü Allah, her şeye kâdirdir.” Yine İnsan suresi 3.ayette: “Biz ona yolu gösterdik. Artık ister şükreder ister nankörlük eder.”
Zaman, Allah-ü Teâlâ’nın insana bahşettiği, hikmeti gereği belli bir süre tayin ettiği ömürdür. Ömür, insanın dünya hayatındaki sermayesidir. Şafağı söken her gün şöyle seslenir: “Ey Âdemoğlu! Ben Allah’ın yarattığı yeni bir günüm ve yaptığın amellere şahidim. Öyleyse benden azığını temin et, zira kıyamete dek bir daha geri dönmeyeceğim.”[9]. Asr Suresi’nde önemine dikkat çekmek için zamana yemin edilir: “Asra yemin ederim ki, insan gerçekten ziyan içindedir. Bundan ancak iman edip salih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesnadır.” Vakit en büyük sorumluluktur. Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Kul kıyamet günü ömrünü ne uğurda tükettiğinden, ilmi ile ne amel ettiğinden, malını nereden kazanıp, nereye harcadığından ve bedenini nerede eskittiğinden hesaba çekilmedikçe bir adım dahi atamaz.” (Tirmizi, 2417)
Sonuç olarak, yazar Muhammed Râtib en-Nâbulsî’ye göre, insan, bahsi geçen bu yedi unsurun tefekküründen uzaklaşıp, dünyayı sadece egosunu tatmin için okursa, hakikate düşmanlık etmesi kaçınılmazdır. İnsan, imandan ve Allah’ı tanıma gayesinden uzaklaşarak, menfaatçi yaklaşımla yaptığı bu okuma sonucunda sahip olduğu ilimle haddi aşar. Öyle ki bu kimse, şanını başkalarının enkazı üzerine, zenginliğini başkalarının fakirliği üzerine, kuvvetini başkalarının zayıflıkları üzerine, izzetini de başkalarının zilleti üzerine inşa eder [10]. “Gerçek şu ki insan kendini yeterli gördüğü için mutlaka haddi aşar.” (Alak, 6-7)
Neden Dünyadayız? Kulun Misyonu isimli bu kitap, yazarın muhtelif yerlerde yapmış olduğu İslami konuşmalarının, dijital ortama taşınmasıyla oluşturulmuştur. Bu sebeple konular hakkında yazarın sistematik, öznel ve derinlikli düşünceleri tam olarak aktarılamamıştır. Eserde başlıklar halinde anlatılmaya çalışılan unsurların her birinin çok derin mânâlara sahip olduğu aşikâr olmasına rağmen çevirmenin sadece konu ile ilgili ayetleri yazması eserin muhteviyatının temel seviyede kalmasına neden olmuştur. Ancak söz konusu unsurlar ile özdeşleştirilen ve dikkat çekilen ayeti kerimelerin hissiyatı okuyucuya hatırı sayılır miktarda aktarılmıştır.
Hakikat Yolunda Yedi Temel Unsur PDF