Hatice Susam Özçelik [1]
11965 yılı Hindistan doğumlu olan Zakir Naik; Hristiyan, Yahudi, Hindu ve diğer dinlere mensup insanlarla münazara konusunda uzman bir hatiptir. İslam ve karşılaştırmalı dinler konusundaki ikna edici konuşmaları ve hazır cevap kişiliği ile büyük kitleleri etkilemeyi başarmıştır. Naik, Hatiplik yapmadan önce tıp eğitimi almıştır. Aynı zamanda İngilizce, Urduca ve Bengalce uydu yayını yapan Peace TV‘nin sahibidir. ABD başta olmak üzere dünyanın birçok ülkesinde konferanslar vermektedir. Dilimize çevrilen kitapları arasında, Sorun Sorular, İslami Bakışla Terörizm ve Cihat, Kur’an ve Modern Bilim Uyumlu mu, Uyumsuz mu? bulunmaktadır.
Yazar Gençlerin İnanç Soruları isimli eserinde özellikle gençlerin akıllarına takılan inanç sorularına cevap vermeye çalışmıştır. Kitapta toplam otuz altı adet soruya cevap verilmiş olup, tahlil yazımızda bunların en meşhur dokuz sorusu incelenmiş, cevapları için farklı kaynaklardan da destek alınmıştır.
Yazar, bu soruya “Olan her şey Allah’ın iradesiyle olmaktadır ama seçim ve karar sizindir” diye cevap verir [2]. Allah’ın iradesi sonsuzdur, ezelidir, sınırsızdır, herhangi bir şeyle bağlantılı değildir ve mutlaktır. İnsanın iradesi ise sonlu, sınırlı, zaman ve mekân gibi şeylerle bağlantılıdır. Evrende meydana gelen her olay, Allah’ın iradesi ile meydana gelir. İnsan da özgür olarak fiilini seçer. İnsanın fiilinde hür olması demek; hürriyetine inanması, fiili yaparken herhangi bir baskı altında olmadığını kabullenmesi demektir. Kişi iyi veya kötü yönden hangisini seçer ve iradesini hangisine yöneltirse, Allah onu yaratır. Fiilde seçme serbestliği olduğu için de sorumludur. Hayır işlemişse mükafatını, şer işlemişse karşılığını görecektir. Fussilet Suresi’nde şöyle buyurulur: “Kim bir iyi iş yaparsa lehine, kim de kötülük yaparsa, aleyhinedir. Rabbin kullarına asla zulmedici değildir.” [3].
Yazara göre, eğer imtihan olmasaydı, Allah-ü Teala’nın adaleti sorgulanabilirdi. Örneğin “Ben çok iyi biriydim, kötülük işlemezdim. Bu adam hırsızdı. Şimdi birlikte cennetteyiz.” diye düşünüp, sitem edilebilirdi. Oysa Nisa suresi 40. ayeti kerimede “Hiç şüphesiz Allah, zerre kadar haksızlık etmez.” buyurulmuştur. Ayrıca Allah bizlere özgür irade vermiştir. Meleklerin iradesi yoktur. Allah ne emrederse, onlar yüzde yüz O’nun emrine uyarlar. İnsan ise, Allah’ın emirlerine uyup, nehiylerinden kaçınırsa, meleklerden daha üstün konuma gelir [4]. Yine Araf Suresi 142. ayette şöyle buyrulur: Hani Rabbin Âdem oğullarının bellerinden zürriyetlerini almış, onları kendilerine şâhit tutarak: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye sormuştu. Onlar da: “Evet, şâhitlik ederiz ki sen bizim Rabbimizsin” demişlerdi. Böyle yaptık ki kıyâmet günü: “Doğrusu bizim bundan haberimiz yoktu!” demeyesiniz. Evet hiçbirimiz Bezmi alemde verdiğimiz bu sözü hatırlamıyoruz. Ancak hatırlasaydık, imtihanın manası da kalmazdı.
Eserde insanın yaratılış amacının Allah’a ibadet olduğu belirtilir [5]. Nitekim Zariyat suresi, 56.ayeti kerimede “Ben cinleri ve insanları ancak kendime kulluk etmem için yarattım.” buyurulmuştur. İnsanın neden Allah’a ibadet etmesi gerektiğini anlamak için, önce “ibadet” teriminin ne anlama geldiğini anlamak gerekir. İbadet, “Allah’ın iradesine itaatle teslimiyet” anlamına gelir. Allah’ın insanlığa gönderdiği tüm peygamber mesajlarının özü budur. Ayrıca Cenâb-ı Hak beşerî ibadete muhtaç değildir. İbadete muhtaç olan kulun kendisidir. Tek bir insan bile Allah’a kulluk etmese O’nun izzetinden hiçbir şey eksilmez, bütün insanlık O’na kulluk etse, O’nun izzetini hiçbir şekilde artırmaz.
Allah’ın ibadet edilme hakkı, O’nun varlığının gerekli bir gerçeğidir. Tanrı; tanımı gereği, ibadet edilmeye yetkili olandır. Ayrıca Allah’ın lütfu, ilmi ve hikmeti, noksansız, en yüksek derecededir. Dolayısıyla hamdlerin en büyüğü O’na olmalıdır ve Allah’ı tesbih etmek de bir ibadet şeklidir. Allah tapınmaya layıktır, çünkü isim ve sıfatların en mükemmeli O’na aittir [6].
Yazar bu soruya “yaşamı anlamak için” diye cevap verir [7]. Hayatın kendisi şüphesiz muhteşem bir hediyedir. Hiç kimse bilinçli varlığının sona ermesini gerçekten istemez. Benzer şekilde herkes, yanlışların düzeltildiği ve ilgililerin hesap vereceği bir tür nihai adaletin olmasını arzu eder. Eğer hayatlarımız acı ve ızdırap içindeyse biraz huzur ve rahatlık bekleriz. Karanlık tünelin sonunda ışık olmasını umarız. Eğer huzur ve neşemiz varsa, bu şekilde kalmasını isteriz. Zevklerimizde de, acılarımızda da bir anlam ararız. Aksi halde hayat, bir annenin çocuğuna bir oyuncağı verip sonra sebepsiz yere geri almasına benzer. Hayatta tattığımız bütün zevklerin yok olacağı ve sonsuza dek kaybolacağı düşüncesi büyük bir ümitsizliktir. Oysa İslam’da mutluluğun, hazzın, sevginin, neşenin devamına dair bir umut vardır. Yaşanılan bütün güzel deneyimlerin, dünya hayatımızdan sonra da devam edeceği Kuranı Kerim’de bildirilmiştir: “Orada istedikleri her şey vardır ve bizde onlar için bundan fazlası vardır.”[8].
Yazar, eserinde bu soruya Allah’ın hem merhametli, hem de adaletli olduğundan bahsederek cevap vermeye çalışır [9]. Konuyla ilgili olarak, ateistlikten sonra İslam’ı kabul etmiş bir matematik profesörü olan Jeffrey Lang’in hikayesi de örnek gösterilebilir. Jeffrey şöyle anlatır: “Çocukken annem, babam tarafından her akşam şiddete maruz kalırdı. Annem çok şefkatli biriydi. Hemşireydi. Hastaları, komşuları, tanıdığımız herkes onu çok severdi. Annemi bu kadar sıkıntıya bırakan bir Tanrı nasıl var olabilir diye düşünürdüm. Bir çocuk olarak ben ne yaptım ki, böyle bir babaya maruz kaldım? Tanrı neden çocukların bu derece korkmalarına göz yumuyordu? Tanrı gerçekten umursamaz mıydı? Çocukluk hayatım kaos, şiddet ve korku içinde geçti. Dünya sadece acının olduğu, insanı mahveden bir yer miydi? Neden cennette değiliz de böyle bir yerdeyiz diye sorgulamaya başladım. Tanrı neden bizi de melek yapıp, cennetine koymadı? Neden bizi günaha bu kadar meyilli yarattı? Tanrı’nın bizim için yapabileceği en iyi dünya bu muydu, buna mı gücü yetiyordu? Derken bu düşünceler ile ateist oldum. 27 yaşıma geldiğimde bir arkadaşım bana Kur-an’ ı Kerim verdi. Satır satır, ayet ayet okumaya başladım. Her kelime çok şey ifade ediyordu. Ve dedim ki, bu yazar müthiş bir zekaya sahip olmalı! Bakara suresi 30.ayete geldim. “Hani Rabbin meleklere, ‘Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım’ demişti. Melekler dedi ki: ‘Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birini mi yaratacaksın? Oysa biz sana hamd ederek daima seni tesbih ve takdis ediyoruz.’ Allah da ‘Doğrusu ben sizin bilmediğinizi bilirim.’ dedi.” Bu ayet ilgimi çekmişti. Düşünmeye başladım. Vekil yaratmak istiyorsun ama her günah karşılığında ceza veriyorsun. Hata ve günah işleme potansiyelleri oldukça yüksek iken, neden bu insanları yaratırsın? İnsanları da melek olarak yaratabilirdin? Sonraki ayete baktım. “Allah, Adem’e bütün varlıkların isimlerini öğretti.” Bu ayet birçok şeyi sembolize ediyordu. Adem; dil nimeti verilmiş, öğrenen bir varlıktı. Kur’an-ı Kerim bunu sürekli vurgular. “Oku, Yaratan Rabbinin adıyla oku!” Kur’an’ın ilk vurgulamak istediği şey insanın “akıl” sahibi olmasıdır. Ve tekrar tekrar insanı, “aklı” kullanmaya teşvik eder. “Sonra onları meleklere göstererek, “Eğer doğru söyleyenler iseniz, haydi bana bunların isimlerini bildirin.” dedi. Melekler: “Seni tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bir ilmimiz yoktur. Muhakkak ki Sen, Alîm’sin, Hakîm’sin. Allah dedi ki: “Ey Adem! Eşyanın isimlerini meleklere anlat” Adem onların isimlerini onlara anlatınca Allah: “Muhakkak ki ben göklerin ve yerin gaybını bilirim; ayrıca sizin açıkladığınızı da gizlediğinizi de bilirim” dememiş miydim?” buyurdu. Açığa çıkardıkları ayetin başında söylenen, insanoğlunun bozguncu olduğu, günaha eğilimli olduğu idi. Açıkça söylediler. Bu belli idi. Gizledikleri neydi? Evet insan kötü olabilir, hata yapabilir. Fakat bunların tam tersini de yapabilir. Kötüyü de seçebilir, iyi olanı da. Şiddeti de seçebilir, şefkat ve merhameti de. Bir yanlışın peşinden de gidebilir, gerçek bir hakikatle de yaşayabilir. İnsanın mahiyetinde bulunan kötülük çok kafama takılırdı. Bu ayetleri okuyunca fark ettim ki, en büyük örnek gözlerimin önündeydi. Babam iradesiyle kötülüğü seçmişti. Ama kişi iradesiyle meleklerden bile daha üstün konuma gelebilirdi. İşte bu durum, meleklerin gizledikleri şeydi.” [10].
Yazar Naik, Kur’an-ı Kerim’de birbiriyle çelişen hiçbir ayetin bulunmadığını belirtir ve şöyle devam eder: Eğer çelişki olsaydı, bu sözler Allah’ın kelamı olamazdı. Alkolün yasaklanmasına örnek verecek olursak, alkol ile ilgili ilk inen ayet Bakara suresinin 219. ayetidir. Allah-ü Teala şöyle buyurur: “Sarhoşluk veren şeylerde zararlar ve bazı yararlar vardır. Fakat zararları, yararlarından fazladır.” Bu ayette alkolle ilgili bilgi verildi. İndirilen bir sonraki ayet ise Nisa suresinin 43. ayetidir. “Kendinizi bilmez bir haldeyken namaz kılmayın.” Bu ayette bilgi vermenin bir sonraki aşamasına geçildi. Alkolü haram kılan son ayette “Ey iman edenler! İçki, kumar, dikili taşlar, fal okları şeytanın amelinden birer murdardır. Bunlardan kaçının ki, kurtuluşa eresiniz.” (Maide, 90) Bu ayet inince fıçılar dolusu içkiler bir daha doldurulmamak üzere Medine sokaklarına döküldü.
Bazı insanlar Maide suresinin 90. ayetinin, Bakara suresinin 219. ayetini geçersiz kıldığını ve birbiriyle çeliştiğini söyler. Burada asla bir çelişki söz konusu değildir. Sadece daha fazla bilgi verilmektedir. Bu ayet hâlâ geçerlidir. Alkolün tıpta kullanıldığı biliriz. Ancak zararının, faydasından çok olduğunu da biliriz. Yasağı koyan son ayet de diğer ayetlerle çelişmez, aksine onları içine alır ve kapsar [11].
Naik bu sorunun cevabına, çoğunluğun İslam’da olup olmamasının bir kıstas olmadığını belirterek başlar. Çünkü İslam’da çoğunluk değil, hakikat galiptir. Çoğu insan yüzyıllar önce dünyanın düz olduğuna inanmıştır. Ancak dünya düz değildir. Yani çoğunluk hata yapabilir. Ayrıca insana özgür bir irade verilmiştir. Allah-ü Teala hiç kimseyi müslüman olmaya veya kafir olmaya zorlamaz. Bilakis O, hak ile batılın yollarını açıklamış, sonra inananlara mükafat vadiyle ve kafirlere nasihatiyle birlikte insanlara seçme hakkı vermiştir [12]. “Ve de ki: Hak, Rabbinizdendir. Artık dileyen inansın, dileyen inkar etsin.” [13].
Naik’e göre bu bir irade meselesidir. Müdahale etmemesi O’nun iradesidir. Gücünün yetmeyeceğini ya da merhametinin eksik olduğunu göstermez. Bununla beraber Allah bir şeyi yaratırken, hayırlı neticeler vermesi için de yaratmaktadır. Ancak insanlar kâinatta yaratılan bu hayırlı şeyleri kendi iradeleriyle şerre çevirebilmektedirler. Mesela ateşin yaratılması hayırdır. Ancak bir insan gidip elini ateşin içine sokarsa, ateş o insan için şer olmuş olur. Halbuki Allah ateşi, insanlar onunla ihtiyaçlarını görebilsinler diye yaratmıştır. Ancak o insan kendi iradesiyle elini ateşe sokmuşsa artık “Allah neden bu ateşi yaratmış, neden bu ateş elimi yaktı, Allah neden buna müsaade etti” gibi iddialarda bulunamaz. Çünkü Allah’ın kâinatta koymuş olduğu kanunlar vardır. Bu misaller çoğaltılabilir. Allah’ın bu dünyada kötülüklere engel olmamasındaki diğer husus, imtihan dünyasında olmamızdandır. Bu dünya bir imtihan salonudur ve insanların özgür iradeleriyle kötülük yapmasına da, iyilik yapmasına da müsaade edilmiştir. Eğer kötülük yapanlara müdahale olsaydı, bu imtihan salonunun bir anlamı olmazdı.
Yazar bu soruda öncelikle Allah’ın rahmetinin çok geniş olduğundan bahseder. İhlas ve pişmanlıkla, nasuh bir tövbe ile Allah’a “tövbe” eden kimsenin, O’nun sonsuz rahmetine iltica ettiği için, O’nun af ve mağfiretine nail olabileceğini anlatır [14]. Ebedi cehennemde kalma konusunda da şu örnek verilebilir: Nasıl ki dünyada bir saniyelik gaflet ile tetiğe basan adam cinayet işliyor ve bu bir saniyenin bedelini belki 60 sene hapiste geçirerek, yani bir saniyelik hatanın karşılığını yaklaşık 1,9 milyar saniye ile ödüyor ve bu da adalet oluyor, aynen öyle sonsuz olan Allah’ı, isim ve sıfatlarını inkar etmek, sonsuz bir cinayettir, sonsuz cinayet ise ancak sonsuz bir cezayı gerektirir.
Bu kitap; tekrarlanan ve akla takılan sorulara genel cevaplar sunmuştur. Sorulara daha derinlikli cevaplar bulmak için, ek kaynaklardan araştırma yapmak zaruridir. Ancak soruların en çok düşünülen konulardan derlenmesi ve yazarın hazır-cevap kişiliğinin yansıması, okuyucuyu sıkmadan esere odaklanmasına imkân sağlamıştır. Okuyucu kitlesi olarak gençlere uygundur.