Sümeyye Doğan [1]
Danimarkalı filozof, ilahiyatçı, kültürel ve sosyal eleştirmen Søren Aabye Kierkegaard (1813-1855) çalışmalarının çoğunda, Tanrı’ya inanç, Hristiyan teolojisi gibi dini temaları ele almıştır. Bugün hala felsefe, teoloji, psikoloji ve edebiyatın sınırlarını aşan etkili bir figürdür. Akademisyenler, Kierkegaard’ı varoluşçu, neo-ortodoksist [2], hümanist ve bireyci olarak çeşitli şekillerde yorumlamıştır. İnsanın etik ve dini anlamda kendisi olmayı kolay bir şeymiş gibi tanıtan edebi, felsefi ve dini kurumları eleştirmiştir [3].
Kierkegaard’ın babası baskıcı bir Protestandı. İlk eşi öldükten sonra hizmetçisiyle evlenir ve 7 çocuğu olur, en küçükleri Kierkegaard’dır. Bu aile yapısı Kierkegaard’ın duygusal gelişimini etkilemiş, derin bir suçluluk ve yetersizlik duygusuyla yüklenmiştir. 1830’da Kopenhag Üniversitesi’ne Teoloji okumaya başlar ama mezun olmayı umursamaz. Melankolik yapısıyla dönem dönem hayattan uzaklaşır. Çalkantılı zamanlar yaşar, ailesinden, dinden uzaklaşır. 1841 yılında mezun olur ve eserler vermeye başlar.
Dindar bir Hıristiyan olarak misyonu peşinde ilerlemek için kariyeri reddetmiştir. Eserlerinde çeşitli mahlaslar kullanmıştır. En bilindik kitaplarından Ya/Ya Da [4] kitabını Victor Eremita; Korku ve Titreme [5] kitabını Johannes de Silentio ve Kaygı Kavramı kitabını Vigilius Haufniensis müstear adıyla yazmıştır. 1855 yılında ölümüne kadar devam eden ve dokuz sayı basılan An [6] adında bir dergi çıkarır. Mahlaslarından Johannes Climacus, en büyük felsefi eserlerinin yazarı olarak kabul edilir. Bu ismi, Sina Dağı’ndaki İskenderiyeli Aziz Catherine’in başrahibi olan bir Yunan keşişinden almıştır [7].
Kierkegaard yazılarını Danca yazmıştır ama bunların kabulü başlangıçta İskandinavya ile sınırlıydı. 20. yüzyılın başında yazıları diğer büyük Avrupa dillerine çevrildi ve kısa sürede felsefe, teoloji ve Batı kültürü üzerinde önemli bir etki yaratmış oldu.
Tanrı’ya İhtiyaç Duymak kitabı Kierkegaard’ın kitaplarından yapılmış bir derlemedir. Kierkegaard’ın ele aldığı konuların çoğu yer almış ve her konudan birkaç makaleye yer verilmiştir. 6 bölüme ayrılmıştır: Tanrının davası yoktur; Hakikat ve içedönüklüğün tutkusu; Sevginin işleri; Kaygı ve çilenin müjdesi; Hristiyan Çarpışması; Pasajlar ve Aforizmalar: bu son bölüm çeşitli dua ve tespitlerden oluşmaktadır.
Kierkegaard’ı tanımadan önce yetiştiği ortamı bilmek çok önemlidir. Onun yaklaşımları varoluşsal otantikliğe ne kadar uysa da varoluşçu bakış açısıyla konuşanlar Kierkegaard hakkında uygunsuz bulduğu için dini unsuru dışlama eğilimindedir. Çoğu varoluşçu düşüncenin arka planında Pietizm (dini reform hareketi) vardır ama varoluşçuluğa seküler bir bakış açısıyla baktığımızda bu gözden kaçıyor. Çünkü 20. yüzyılda Jean-Paul Sartre gibi ünlü düşünürlerin ve kendilerini varoluşçu olarak tanımlayan örneklerin çoğu ateistti. Ama Kierkegaard’ı dünyevi bir bakış açısıyla okumak neredeyse imkânsızdır. Kierkegaard’ı tartışırken en çok kullanılan kelimelerden biri de inançtır ve onun çalışmalarının çoğu Hristiyan sevgisi ile ilgilidir. Dogmatik bir Hristiyan değildi, ama dini olarak nasıl yaşanacağı sorusuyla meşguldü.
Bu bakımdan Avrupa’da erken modern dönemde kültürün etkili bir parçası olan, dindarlığın yenilenmesi amacını güden ve kişisel dindarlığı savunan Pietizm’i anlamak önemlidir. Pietist geleneğin en belirgin yönü dinsel duyguyu vurgulaması ve örgütlü dini eleştirmesidir. Bu akıma göre kişi Tanrı’yı ve Tanrı’nın iradesini kendi kalbinde aramalıdır. Bu, Kierkegaard’ın yazarlığını şekillendiren entelektüel güç olmuştur.
Kitap daha çok dini kimliklerinden emin olmayan ve bu soru(n)ları keşfetmekle ilgilenen insanlara hitap eder. İnsan her zaman olma sürecindeyken ve bu süreç hep değişirken doğru bir hayat yaşamanın ne anlama geldiğiyle ilgilenir. Kierkegaard dini inancı ve kimliği daha geleneksel bir şekilde savunmaktan çok, ruhani arayış diyebileceğimiz konuları ele alır, bireysel tercih ve tutkuyu savunur. Okuyuculara neye inanacaklarını söylemez veya bir doktrini açıklamaz onun için temel yaklaşım Tanrı’ya duyulan arzu ve özlemdir. Ve asıl mesele bu özlemin peşinden gitmenin yollarını bulmakla ilgilidir. Burada öznellik kavramı Kierkegaard’ın en çok üstünde durduğu konulardan biridir. Bireyin Tanrı ile içsel, samimi ilişkisine öncelik verir ve anlamlı bir yaşam için “öznel gerçeği” sunar. Bilim, yolun nesnelleşmekten geçtiğini söylerken, dünyayı gözlem yoluyla öğretir ama ruh dünyasının iç işleyişini ortaya çıkaramaz. Nesnel gerçeklikle doğruluğu kanıtlanabilecek varsayımlar arayanlar matematiğe bakabilir. Kierkegaard’a göre yol öznelleşmekten geçer. İnsanın özü birey olarak var olmaktır ve bu özü ortaya çıkaracak şekilde yaşaması gerekmektedir.
İnsan ve Tanrı arasındaki ayrıma ve bireyin inanç yoluyla gelen Tanrı-Mesih-insan ile öznel ilişkisine odaklanır ve şöyle bir soru sorar: “Yaşam yolunda doğru yolda yürümek için nasıl yürümemiz gerekir?” [8]. Ona göre doğru soru budur, yolcunun asıl öğrenmesi gereken şey yolun nasıl yürünmesi gerektiğidir, nerede olduğu değil. Gerizim Dağı’ndan, Moriah Dağı’ndan veya belirli doktrinler ve davranışları öğrenmekten geçmez. Bu bir kandırmacadır. Hristiyanlığın ders anlatılır gibi anlatılması ve temsilcilerinin olması korkunç bir hatadır. Hakikati kendin için elde edecek, sınanacak, savaşacak ve çile çekeceksindir. Hakikatin kestirme bir yolu yoktur, her birey baştan başlamalıdır. Ona göre hakikat Mesih’in yaşamıdır. Hakikat bilme değil olma meselesidir. Mesih’e “Hakikat nedir?” diye sorulmaz, önünde duran birine “Sen var mısın?” diye sormak gibidir. Mesih hem hakikat hem yoldur. Biz de hakikati kendi içimizde bir yaşama döndüğünde bilebiliriz.
Kierkegaard’ın eleştirisi düzene ve kurumsal dinedir: üniversite -ilahiyat, akademi kurumu- ve Danimarka Devlet Kilisesi. Dindaşlarının “Hıristiyan olmak” olarak gördüğü şeylerin çoğuna karşı çıkar ve Hristiyan olmanın veya olmamanın ne demek olduğunu yeniden tanımlamaya çalışır. Bireyin Tanrı deneyimi hiyerarşik kilise yapısının en üstündedir. Hristiyanlığa sıkı sıkıya bağlıdır ama Hristiyan doğmak Hristiyan olmak için yeterli değildir. Bulduğu şekliyle Hristiyanlığın öğretilerinden nefret etmiş, özellikle kilisenin siyasetle bağlantısını kirli bir şey olarak görmüştür. Ona göre Hristiyanların büyük çoğunluğu münafıktır. Çoğunlukla tembel ve aptal olmaya bir bahanedir. Kendi zamanında uygulanan Hıristiyanlık kayıtsız ve kendini beğenmiştir. Bir keresinde şöyle demiştir, “Kendine güvenen mümin, Tanrı’nın gözünde, sorunlu bir kâfirden daha günahkârdır.”[9].
Kitap Kierkegaard’ı ilk kez tanımak için ideal bir eser. Okunması rahat ve anlaşılır konular ele alınmıştır. Ama kitabın kendisi hakkında hiçbir bilgi yok. Böyle bir kitap ne Danca ne İngilizce dilinde mevcut. Kierkegaard hakkında yarım sayfadan az bir biyografi ile başlıyor. Çevirmene dair hiçbir bilgi yok. Giriş, önsöz veya sunuş yok. Yazıları nerelerden aldıklarına dair herhangi bir bilgi veya dipnot da yok. Ne amaçla çıkarıldığına, nasıl bir yöntem ve çalışma izlenildiğine dair bir açıklama, Kierkegaard’ın neden felsefe ve teoloji müfredatının önemli bir parçası olduğuyla ilgili bir yazı olmasını beklerdim.
Kierkegaard, insanı manevi varlıklar olarak görüyor ama bunu insanın kendi olabilmesi için yeterli bulmuyor: Hepimiz Tanrı’ya bağımlıyız. Bilsek de bilmesek de hoşumuza gitse de gitmese de hepimizin Tanrı ile bir ilişkisi vardır. Tanrı’nın ne olduğunu ya da Tanrı’yı bulmanın nasıl bir şey olduğunu gerçekten bilmiyor olsak bile, hayatımızdaki Tanrı’ya yönelik dile getirilmemiş bir arzuyu ifade etmenin yollarını bulmalıyız.
Kierkegaard’ın inanç hakkında söylediklerinin hemen hemen hepsi Müslümanlar için de çevrilebilir. Din bir paradokstur, ancak bu paradoksu aşmak, anlamak için tutkulu bir inanç gerekiyor. Her çağın paradoksu ayrıdır ve günümüzün aşılması zor paradokslarından biri göründüğü kadarıyla, Tanrı’nın kayıtsızlığıdır. Bunun anlamı şudur: her şeye gücü yeten, sonsuz merhametli yaratıcı neden bu kadar kötülüğe, haksızlığa izin vermektedir? Tanrı’nın bu sessizliğinin üstüne, kendisini Tanrı temsilcisi ilan edenlerin yönlendirmeleri de eklenince insanın Tanrı’yla ayrılış noktası gittikçe belirginleşti: Kendi iyilik-kötülük, haksızlık anlayışı Tanrı’nınkiyle uyuşmuyor.
Kierkegaard’ın paradoksa bakış açısıyla günümüz paradokslarına bakılabilir, çözüm üretilebilir mi? Bir sonraki derleme belki buna yönelik olabilir.
Felsefesi ile Atina’ya Değil İnanca Hizmet Eden İsim PDF