Gülnur Ulusoy [1]
29 Ekim 1926 tarihinde Sinop’ta doğan Necmettin Erbakan, babasının hâkim olması hasebiyle çocukluğunu çeşitli şehirlerde geçirmiş olup ilkokul öğrenimini Kayseri’de, liseyi ise İstanbul’da bitirmiştir. Lise tahsilinin ardından sınavda göstermiş olduğu üstün başarıdan ötürü İstanbul Teknik Üniversitesine doğrudan ikinci sınıftan başlatılmıştır. Sonrasında aynı üniversitenin Makine Fakültesi Motorlar Bölümünde asistan olarak görev almıştır. Doçentlik tezini Almanya’daki Aachen Teknik Üniversitesinde, dizel motorlarda püskürtülen yakıtın nasıl tutuştuğunun matematiksel izahı konusunda hazırlamıştır. Söz konusu tez dönemin Alman Ekonomi Bakanlığının dikkatini çekmiş ve bakan, Erbakan’dan Almanya’da bulunan Leopard tanklarının motorlarıyla ilgili araştırma yapmasını istemiştir. Aynı dönemde yine Alman Ekonomi Bakanlığı, Erbakan’dan Ruhr sahasında mevcut fabrikalar üzerinde inceleme yürütmesini talep etmiştir. Tüm bu çalışmaları yakından takip eden Erbakan, 2. Dünya Savaşı’ndan yeni çıkan bir devletin tekrardan ayağa kalkma noktasında yaptığı hamleleri görmüş ve Türkiye’nin de yerli motorlara ve fabrikalara sahip olabileceğine inanmıştır. Bu inancın ürünü olarak, Türkiye’nin ilk yerli sanayi örneği olan “Gümüş Motor Fabrikası’nı açmıştır. Bunun gibi atılımlarla Türkiye’nin ve bütün Müslümanların saadetini düşünen ve yaptıklarını cihat şuuruyla yapan Erbakan, eserinde çeşitli başlıklarla Hak davada neler yaptığını anlatarak, cihadı kendine dert edinen Müslümanlara örnek teşkil etmiştir.
Söz konusu eserin ele alındığı bu incelemede birbirinden bağımsız başlıklarla Necmettin Erbakan’ın hayatında gerçekleştirdiği mücadelelerinden, işbu incelemenin kapsamı gereği, birkaç tanesi aktarılmaya çalışılmış, değinilen konular üzerinden Erbakan’ın fikir yapısı ortaya konulmaya gayret edilmiştir.
Şeftali Yerine Motor
Erbakan, Türkiye’nin kalkınması için milli sanayinin varlığını olmak ya da olmamak meselesi olarak görür. Kendisi, dışa bağımlı bir sanayinin tam anlamıyla üstünlük sağlamayacağını, ülkemizin ve İslam aleminin haklarının korunması noktasında zafiyetler getireceğini belirtmiştir. Bu anlamda Erbakan için gerçek sanayileşmede önem teşkil eden montaj parçaları birleştirmek değil, o parçaları üretecek seviyede olmaktır. Mezkûr düşüncesinin icrası için ilk milli sanayi örneğimiz olan Gümüş Motor Fabrikasını kurmaya karar vermiştir. Ancak bu karar sonrasında atılan adımlar o dönemde mevcut hükümette yer alan bazı makamlarca engellenmeye çalışılmıştır. Tüm bu olumsuzluklara rağmen yerli motorun üretilmesi Osmanlı’dan devraldığımız sanayi davasına önemli bir katkı sağlamıştır.
Yavru Vatan Ağlıyor
Kıbrıs, stratejik önemini asırlardır koruyan bir adadır. Ada’nın jeopolitik konumu, Türkiye’nin güvenliği açısından dikkat edilmesi gereken bir noktadır. Erbakan’a göre Kıbrıs Türkiye’nin bütünlüğünün sigortasıdır. Bunun yanında diğer dünya devletlerinin de adada menfaatlerinin olması Kıbrıs’taki siyasi ilişkilerin dikkatle takip edilmesini gerektirmektedir. Tarihsel süreç incelendiğinde Kıbrıs’ın Osmanlı’dan alınmasını müteakip adada huzur ve sükûnet yitirilmiştir. Sonrasında Ada’da Rum nüfusun arttırılması için çeşitli politikalara başvurulmuş, yapılan katliamlarla Türklerin sayısının azalması istenmiştir. Bunlardan biri olarak, 1960-1963 yılları arasında Rumlar tarafından gerçekleştirilen katliamda 364 Türk vatandaşımız şehit edilmiştir [2]. 1974 yılına gelindiğinde ise Kıbrıs Barış Harekatı’nın yapılmasını tetikleyecek olan olay gerçekleşmiş, terör örgütü EOKA [3] lideri Sampson, Rum lideri Makarios’a darbe yaparak Ada’yı Yunanistan’a ilhak edeceğini açıklamıştır. Tüm bu olup bitenleri yakından takip eden Türkiye’de ise aynı tarihte Milli Görüş (MSP) hükümette koalisyon ortağıdır ve Kıbrıs Harekatı’nın başarıya ulaşmasında önemli kararlara imza atmıştır. Ancak Batı’nın siyasi çıkarları, haklı mücadelemizi baltalamak için çırpınmıştır. Durum böyle olsa da her türlü engele rağmen Milli Görüş’ün temsilcisi Erbakan, Birleşmiş Milletlerin Kıbrıs için aldığı ateşkesin durdurulması kararını hiçe sayarak o gün toplanan Bakanlar Kurulunda dönemin başkanı Ecevit’i harekatın devam etmesine ikna etmiştir. Zira kendisi, Türkiye’nin güvenliğini Kıbrıs’ta yürütülen politikalara bağlamıştır. Bu nedenle Kıbrıs’ın egemenliği noktasında hiçbir şekilde taviz vermeye yanaşmamıştır.
İslam, yeryüzünde adaleti sağlayacak yegâne dindir. İslam’ın hâkim olduğu 13 asır [4] boyunca herhangi bir zümrenin ayrıcalığı söz konusu olmamış, ırk ayrımı yapılmamıştır. Ne zaman ki dinimizin uygulanmasında aksaklıklar yaşanmaya başlamış o vakit yöneticiler yönetilenlerin isteklerini dikkate almamış, diktatör rejimler gün yüzüne çıkmıştır. Şimdiki durumda sayılan rejimler yıkılmışsa da ikamesi olarak modern sömürgecilik varlığını sürdürmektedir. Sözü edilen sistemde, küresel sömürücüler mazlum Müslüman coğrafyalar üzerinde savaş, açlık, kargaşa vb. durumlar ile tahakküm kurmaya çalışmaktadır. Özellikle Müslümanların hedefe konulması İslam’a olan düşmanlıklarını açık bir şekilde göstermektedir. İslam’ı saf dışı bırakmaya azmetmiş zümrenin çalışmalarına karşılık olarak Erbakan, yeryüzünde huzurun yeniden tesisi için birtakım öneriler sunmuştur. Ona göre, mevcut sistemde materyalizm değil maneviyat esas alınmalıdır. Bilindiği üzere, maddeciliğin [5] ön planda olduğu bir toplumdan sağlıklı ilişkilerin doğması beklenemez. Zira ideal bir toplumda bulunması istenen şefkat, iyilik, kardeşlik, barış, huzur vb. duygu durumlarının, materyalist görüşle izahı mümkün olmamaktadır. Bu nedenle, insanlığın Asr-ı Saadet seviyesine tekrar gelebilmesi için materyalist anlayıştan uzaklaşıp engin ve sınırsız maneviyat iklimine tekrardan bürünmesi gerekmektedir.
Erbakan, dünyaya huzurun hâkim olması için yeryüzündeki topluluklar arasında çifte standardın değil, adaletin uygulanmasının gerekli olduğuna inanmıştır. Günümüzde ve yakın tarihimizde cereyan eden olaylara bakıldığında Batılı devletlerin insan haklarının uygulanması hususunda ikili davrandığı tüm belgelerle ortadadır. Somut bir örnek vermek gerekirse, 24 Şubat 2022 tarihinde Rusya’nın Ukrayna’ya savaş ilan etmesinden sonra Ukrayna halkı tüm dünya tarafından mağdur kabul edilip tüm kapılar sözü edilen halka açılırken İsrail devletinin(!) Filistin’i bombalaması durumunda ise Filistin halkı kendi başına bırakılmakta, sosyal medyada İsrail’i kınayan birkaç gündem maddesi ile olaylar geçiştirilmektedir. İnsan hakları evrensel olup uygulanması hiçbir zümrenin insafına bırakılamaz. Bunun yanında toplumlar arasında eşitlikçi bir tutumun sergilenmesi de zorunludur. Aksi takdirde huzursuz toplumların sayısı günden güne artacaktır.
Erbakan’ın adil bir dünya düzeni için bu anlamda belirlediği ilkeler ve öncüsü olduğu örgütlenmeler; Hakk’ın davasında, siyaset yoluyla nasıl adımlar atılabilir sorusuna güzel bir örnek teşkil etmek üzere dünyada iz bırakanlar arasına girmiştir.
En büyük fetihler, o fethin kazanılacağına inanmak ile başlamıştır. Öyle bir inanıştır ki bu, umutsuzluğa bir an dahi yer vermez. Çünkü mücahitler bilir ki zafer inananlarındır. Aynı zamanda inancının yanında çağın teknolojisi hangi tekniği gerektiriyorsa o tekniğe başvurur ve hatta çağ açıp çağ kapatacak donanımla mücadeleye girişirler. Gecesi gündüzü, varı yoğu haklı davası olmuştur. Gerekirse, karadan gemi yürütür gerekirse 90 yaşında cihada katılır [6]. Çünkü bilirler ki davada hedefe ulaşmak için o davanın delisi olmak lazımdır [7]. Kuvvetli bir inanç ve alınması gerekli tedbirler ile yıkılmaz sanılan surlar yıkılır, güç odakları dağıtılır. Erbakan bu gerçeğin farkında olarak, son sözlerinde İslam sancağını tutacak olan gençlere seslenmiş ve gençlerin sağlam bir imana sahip olması gerektiğini belirtmiştir.
Ona göre, bu davanın motor gücü imanlı gençlerdir [8]. Genç; gündemi yorumlayabilmek için, tarihini iyi bilmeli, şuurlu hareket etmelidir. Ecdadımızın tarihteki şerefli yerini unutmayıp bugün de o yüce mevkiye ulaşmak, yeryüzüne saadeti getirmek ve huzurun hâkim olduğu yeni bir dünya düzeni kurmak en temel gayemiz olmalıdır. Bu yolda Erbakan’ın kendisine bayrak edindiği “Davamız İslam’dır. Hedefimiz Hak nizamı hâkim kılmaktır. Arzumuz tüm insanlığın saadetidir. Yolumuz cihattır.” [9] ifadeleri parolamızı teşkil etmelidir. Bu davada çoğunluğa karşı azınlık kalınsa da asla usanç gösterilmemelidir. Çünkü Mücahit’in de dediği gibi “Bir çiçekle bahar gelmez ama her bahar bir çiçekle başlar.” [10].
Yukarıda tahlili gerçekleştirilen bu eser, mevcut şartların ötesine geçerek sınırlarının Allah’ın rızasının belirlediği yeni bir dünya düzenini kurmak için İslam’a dayalı yönetimin gündemde olmasını arzulayan her kişinin okumak isteyebileceği türdendir. İlmini, Hakk’ın davasında ve Allah’ın rızası doğrultusunda kullanmaya gayret etmiş Mücahit Erbakan’ın bu eseri, “Müslümanların faydasına olacak şekilde ilmi nasıl kullanabilirim” derdini kalplere aşılayacaktır. Bu nedenle ilim tahsil etmek ve sonrasında hayırlı işler yapmak isteyen herkes bu kitabı okumalıdır.