Hümeyra Bağ [1]
Sezai Karakoç ya da kimlikteki adıyla Ahmet Sezai (1933-16 Kasım 2021), Cumhuriyet Dönemi’nde şiir, çeviri, hikâye, tiyatro, deneme, düşünce yazısı, inceleme ve röportaj gibi türlerde 50’den fazla kitap yazmış Türk şair, hikâye yazarı, düşünür ve siyasetçidir. Sezai Karakoç’un biyografisi incelendiğinde ilkokula Ergani’de başladığı, ardından ortaokulu Maraş’ta ve liseyi de Gaziantep’te okuduğu görülmektedir. Şair, üniversite eğitimini ise Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi Maliye Şubesi’nde tamamlamıştır. Üniversiteden mezun olduktan sonra Maliye Bakanlığı’nın Hazine Genel Müdürlüğü Dış Tediyeler Muvazenesi’nde memur olarak çalışmaya başlayan Karakoç, işi sayesinde Anadolu’yu gezme ve tanıma fırsatı bulmuştur. 1973 yılında memuriyetten istifa etmiş, Diriliş isimli dergiyi çıkarmış, birçok dergi ve gazetede yazılar yazmıştır. Sezai Karakoç, 26 Mart 1990’da Diriliş Partisi’ni kurmuştur. Yazarın “diriliş anlayışı” ile özleşen bu parti üst üste seçime katılamadığı gerekçesiyle kapatılmıştır. 23 Nisan 2007 tarihinde Sezai Karakoç tarafından “Yüce Diriliş Partisi” adıyla tekrar kurulmuştur.
Sezai Karakoç’ un yaşam özeti birçok ödül ve sanatseverin takdiriyle doludur. Eserlerinde kendisi tarafından ortaya konulan diriliş fikrini temel almış, yeni bir ekol oluşturmuş ve Türk şiirinin metafizik alanına büyük katkılar sunmuştur. Şiir dışında pek çok farklı türde eserler de veren Karakoç, kitaplarını kendi yayınevi olan Diriliş Yayınları’ndan yayımlamıştır.
Bizim bu yazıda ele alacağımız eser Sayın Karakoç’un başyapıtlarından biri haline gelmiş “Diriliş Neslinin Amentüsü” eseridir. Eser 13 ayrı bölümden oluşmakta ve ilk sekiz bölümü 1975’te aylık Diriliş Dergisi’nde, son bölümleri ise 1976 Mayıs’ında Diriliş Pazartesi- Perşembe Günlüğü’ nün ilk üç sayısında yayınlanmak suretiyle oluşmuştur. Bu eserin ayrıntılı olarak tahliline başlamadan önce eserin ismine dikkat çekmek isterim. Karakoç’un yukarıda da belirttiğimiz gibi pek çok eserinde yer verdiği ve metaforlarla okurlarına sunduğu bir “diriliş” kavramı bulunmaktadır. Peki diriliş nedir?
TDK’ye göre diriliş: Dirilme işi, canlanma, yeni bir atılımla güç kazanma gibi anlamlara gelmektedir. Amentü kelimesi de TDK’de : “Bir oluş, düşünce veya ideolojinin temelini oluşturan değer yargıları” ifadesiyle açıklanmıştır. Bu verilere göre Karakoç’un kitabın başlığından itibaren vurucu ifadelerle okuru esere çekmeye çalıştığını söyleyebiliriz.
Yazar, eserin ilk bölümünün başında ”Kendimin bir diriliş eri olduğuna inanıyorum” cümlesiyle başlayarak aslında ileride anlatacaklarını okura sezdirmektedir. Bu sezdirme işi öylesine yapılmış bir iş değildir hatta yazarın dirilme işini “savaş” olarak gördüğünün işareti mahiyetindedir. Karakoç bahsettiği bu savaş düşüncesini bedenlerle yapılan savaştan ziyade bir “ruh savaşı” olduğunu belirterek bu kavramı metafiziksel olarak açıklamaya çalışmıştır. Öyle ki ruhu bedene nazaran daha üstün bir konuma koyduğunu şu ifadesinden açıkça anlayabiliriz “Bedenimin, maddi vücudumun; benliğimin özü olan ruhumun bir aleti, bir kemanı, bir silahı, bir donanımı olduğuna inanıyorum”.
Ruhu, savaşçı kimliğiyle bizlere aktaran Karakoç ruhun sürekli olarak benliğiyle ve ötesiyle harp halinde olduğunu betimlemektedir. Ruh, yaratıcısını bilme ve huzurunda olma noktasında sürekli bir mücadele içindedir. Yazar “diriliş” kavramını da bu harbi süreklilik halinde devam ettirme ve bu harpten başarılı bir şekilde çıkma eylemi olarak nitelendirmektedir.
Daha sonrasında yazar, özgürlük düşüncesinden bahsetmektedir. Yazar kendini bu yola adamış bir işçi olarak anlatmıştır ve materyalist düşünceden insanı yalnızca Allah’ın kurtaracağını ifade eder ve ekler “İnkâr tutsaklık, inanç özgürlüktür”.
Karakoç tanrıya inanmanın yaşam için gereklilik olduğunu vurgulayarak Tanrıya olan inancın pekiştirilmediği her saniyenin öz varlığını yok etmeye çalışan saf kötülük olduğunu aktarmaktadır. Burada da yazar değer yargılarına olan bağlılığını iliklerimize kadar hissettirmektedir.
Diriliş erinin edebiyata bakışı da inanca bakışıyla paralellik göstermektedir. “Şiir, ruh pencerelerini Allah’a açtıkça şiirdir. Yoksa balmumundan peteklerdir, bal değil”. Bu alıntıdan da anlayacağımız üzere yazarın hep bir harp içerisinde olduğunu ve bu anlam arayışı serüvenini de Allah’a olan inancıyla anlamlandırdığını görmekteyiz.
Birinci bölümün son kısmında ise yazar davasının nereden ve kimlerin doğrultusunda geliştiğini bizlere sunmaktadır. Son kısımda Karakoç’un “Yitik Cennet” kitabına anlaşılır bir şekilde atıf yaptığını ve “İnsanlığın Dirilişi” kitabındaki kendi ifadesiyle “Peygamber izi” ne bağlılığını ve davasının gerçeklik davası, gerçeklik harbi olduğunu anlamaktayız.
İkinci bölümün ilk paragrafında yazar, inanç ve inançsızlığın sürekliliğinden bahsetmektedir. Karakoç inançsızlığı inancın oluşturduğu etkinin tepkisi olarak ortaya çıktığını savunarak bu şekilde sürüp gittiğini aktarır.
Yazar, insanların anlayışındaki hakikat yanılgısına değinir. Yazara göre inanç sahibi her toplum hakikati kendine yontmaktadır. Hristiyan, Yahudi veya Komünizm İnanırları hakikati kendileri için önemli olaylardan sonra başlatırlar ve bu hakikat kavramı için büyük bir yanılgıdır. Çünkü hakikat tek ve değişmez olandır. Karakoç ise kendi inancına göre olan hakikat kavramının ilk insandan itibaren başladığını ve bunun son peygamberle en iyi konuma gelerek bu hakikatin kıyamete kadar sürüp gideceğini söylemektedir. Yani burada Karakoç gerçeklik kavramının toplumdan topluma değişmeyeceğini değişiyorsa onun gerçeklik olmadığını vurgulayarak “Hakikat” kavramını aydınlatmaktadır.
Daha sonrasında Sayın Karakoç; tarihi, hayatı ve insanı hakikat kavramı çerçevesi içerisinde nasıl değerlendirdiğine değinir. Tarih ve hayat Karakoç için harp halinden başka bir şey değildir. Bana göre burada da yazarın en başında kendini “Diriliş eri” olarak tanımlamasının nedenlerinden bir tanesi yatmaktadır. Karakoç’un insanları sınıflandırmasına baktığımızda da farklı cepheler görüyoruz. Bunu daha iyi anlamak için Karakoç’un şu alıntısına bir göz atalım: “İnsanları da şöyle bölümlüyorum: Hakikate uyananlar, sağcılar; karşı çıkanlar, solcular; hakikat yolunu sürdürenler, gerekirse bu uğurda bütün çıkarlarını hatta canlarını feda edenler, hakikat yarışçıları, öncüler.” Daha sonrasında yazar bu insan sınıflandırmaları arasından kendisin içerisinde yer aldığının sağcılık olduğunu vurgulayarak solcuları ise sömürücü, yıkıcı, acımasız gibi ibarelerle açıklamaktadır.
Yazar asıl sağcı-solcu kavramını kurana göre amel defteri sağından veya solundan verilen topluluklara atıf yaparak anlatmaktadır. Kuran’ı Kerim’ e göre sağcılık: “O gün (kıyamet)te, insanların hepsini önderleriyle çağıracağız; Kimin kitabı(amel defteri) sağından verilirse onlar, kitaplarını(sevine sevine) okurlar ve kıl kadar bir haksızlığa uğratılmazlar.” ifadesiyle belirtilmiş, solcular ise: “Kitabı solundan verilen ise der ki: “Keşke kitabım bana verilmeseydi!”
Karakoç kendini “erdem sitesinin işçisi” kavramıyla anlatmaktadır. Bunun sebebi şeytani akılla kurulmuş her uygarlığın dağıtılmasında görev alması gerektiğini düşündüğündedir. Anarşizm, Terörizm ve Nihilizme karşın inançlıdır Karakoç. Yazar kendi üzerinden “diriliş nesline” öğüt vermektedir. Eski uygarlıkları incelemesi ve yüce İslâm toplumunun nasıl bu durumlara geldiğini derinlemesine bilmesi gerektiğini ve bunları bilmek içinde ilime olan ihtiyacı vurgulamaktadır. İnancı diri tutmak ve korumak her Müslüman’ın kendi görevi mahiyetindedir. Ümitsiz olmaksızın fakat hep bir korkuyla inancına sarılmalıdır diriliş nesli.
Ruh fıtraten İslâm disiplininin dairelerinin içerisinde olmak istemektedir. Yazara göre birçok kavram ruhla ve inançla ilgilidir. Hatta düşünce ve sanatın anlamdan yoksun olmayıp ruhta anlam bularak ruh ile yaratıcı arasında sonsuzluk geçidini oluşturduğunu savunmaktadır. Karakoç disiplin ve ruh kavramını metafiziksel bir bakış açısıyla bizlere sunmaktadır. Üstat ortasında özgür bir ruh ve onu çevreleyen disiplin dairelerinin olduğunu düşünmektedir. Ruhu çevreleyen ilk daire eşya, tabiat, toplum ve aile gibi aydınlık ve realist bir ağdan oluşmaktadır. Ruhu çevreleyen ikinci daire tarih, kahramanlar, önderler ve veliler dairesidir. Bu daireler farklı sınıflandırmalar yapıldıktan sonra yedinci daireyle son bulmaktadır. Bu sıralama zaman veya mekâna bağlı bir sıralama değil tam aksine metafiziksel bir sıralama olup ancak ruha yakınlık veya ruha etki gibi olgularla sıralanabilir olduğunu bizlere nakletmektedir. Yazar ruhun nurani ve şeytani yönlerinin olduğuna da değinerek ruhunun sürekli doğru yol üzerinde kalmaya çalıştığını ifade etmektedir. Sezai Karakoç bu eserinde ruhunun kendisinden tamamıyla bağımsız bir varlıkmış gibi söz eder. Ruhunun farklı düşünce ve ideolojileri İslam inanç yapısı üzerine katıldıklarını aktararak ruhunun sürekli olarak hakikatin peşinden gittiğini aktarmaktadır.
Yazar, aynı zamanda maneviyat ve İslam inancı doğrultusunda da bu mutedillikten bahsetmektedir. Karakoç herhangi bir şey hakkında direkt olarak bir kanıya varmamaktadır. Düşünce, inceleme ve araştırma yollarıyla sonuca varmak gerektiğini düşünülmektedir.
Üstat bu bölümde kendi amentüsünü bununla beraber de diriliş neslinin amentüsünü aydınlatmaktadır. Yazara göre diriliş neslinin amentüsünde tekilliğin derinliği çoğulluğun da ahengi vardır. Bu amentünün bireye ve topluma yüklediği sorumluluk bilinci sürekli tetikte olma gereğini doğurmaktadır.
Karakoç bu amentünün zamandan bağımsız olduğuna inanmaktadır. Geçmiş zamandan gelmekle birlikte geleceğe yön vermektir bu amentü. İşlevini yitirmekte olanı tekrar diriltmektir. Toprağın kayışına engel koyuştur. “Toprağın çatlak dudağının beklediğidir”. Benim buradan anladığım yenileniş ve direniştir. Ölümü kabullenişin ardından yeniden doğuş için çabadır.
Müslüman çağdaş olmalıdır. Peki, çağdaşlık nedir? Üstada göre çağdaşlık İslam’dır. Çağın gerekliliğini yapmak değil İslam’ın gerekliliğini yapmak yani çağı İslam’a uydurmaktır. Müslüman, Müslümanlığı var oluş haline getirmektir. Burada yazar aslında Müslüman’ın her anlamda Müslüman olmasından bahsetmektedir. Müslümanlığın ferdi ve toplumsal Müslüman olarak şuurlu olmak olduğunu düşünmektedir. Karakoç çağın sunduğu ve düşmanımızda olan silahları edinerek cephede yer almamız gerektiğini savunmuştur. Sayın Karakoç burada da görüldüğü gibi tekrar “savaş” düşüncesine değinmektedir. Bu varoluş harbi çağın yakasına yapışmaktır. Diriliş erinin görevi inançtan hız alarak savaşın öncüsü olmaktır.
Altıncı bölümün girişinde yazar batıdaki ve İslam’daki teklik ve çokluk kavramlarını karşılaştırmaktadır. Bu paragrafta yazar İslam’daki bireyselliğin şahsiyeti şahsiyetlerin de toplumu oluşturduğu görüşündedir. İslam’ın ideal insan fikrini de şöyle açıklamaktadır: “Ferdiyet, şahsiyetle örtülüdür İslam’ın insan ideasında”.
Sonrasında yazar İslam insanının fizik ötesi planda olması gerektiğini savunmaktadır. Fakat İslam’daki bu fizik ötesi kavramı ilkel insanda olduğu gibi bilincin rol oynamadığı ve metafiziğin kişide asla şahsileşemediği metafizik düşüncesi olarak değerlendirilmemiş metafiziğin şahsiyetin özü ve mayası olduğunu savunarak İslam insanının ebedi özünü bu şekilde bulacağını düşünmektedir. “İslam insanı İslam’a bir çağırıştır. Hem kendisini hem başkasını sürekli olarak mutlak’ın, insan şahsiyetinde, toplumda, tarihte ve tabiatta zamanda ve mekânda yansıması demek olan İslam’a çağıracaktır İslam insanı,”
Karakoç İslam insanının yitirmiş olduğu imanını fizikte ve fizik ötesinde arayarak tekrardan imanına kavuşacağını belirtmektedir. Burada yazarımızın İslam insanını çok önemli bir noktaya koyduğunu ve diriliş erinin hep bir arayışta olduğunu vurgulamaktadır.
Bu bölümde üstat bu dünya ve öteki dünyayı ayırmadığından bahsetmektedir. Yazar için ölümlülüğü sonsuz hayatta yorumlamak gibidir bu. Sanki hesap günündeymiş gibi olarak hep bu şuurda olmaktır. Böylelikle yazar kendini diğer din mensupları ve absürt inançlılardan ayırmaktadır.
Bu metafiziksel düşünce biçimi Sayın Karakoç’un “Diriliş uygarlığı” düşüncesinde de vardır her yapı tapınakmışçasına bu şuuru taşımalıdır ona göre ve böylelikle Diriliş sitesiyle birlikte kendi dirilişini gerçekleştirecek diğer bir değişle varoluşunu bulacağını savunmaktadır.
Karakoç bu bölümde ideal site anlayışından bahsetmektedir. Siyasetinden eğitimine eğitiminden giyim tarzına kadar adeta ütopik gibi görünen diriliş sitesini resmetmiştir üstat.
Diriliş sitesinde imanın haykırılması gerektiğini ve bu haykırışında önce ailede başladığını ve ailenin adeta tek başına bir site olması gerektiğini tasvir etmektedir.
Birçok alanda denetleme ve inceleme yapıldığını faiz, çıkarcılık, fuhuş, kabalık kalitesizlik gibi şeylerden uzak durulduğuna değinmektedir
Aynı zamanda bu diriliş sitesi kapitalizm, komünizm, faşizm gibi toplum düzenlerine karşı çıkarak bunların insanı köleleştirmekten başka bir şey yapmadığını anlatmaktadır.
Çocukların eğitiminden muhtaçların bakımına doğanın korunumundan cezaların ve ödüllendirmelerin olduğu tam anlamıyla diriliş sitesi tasarısı oluşturmuştur yazar ve bu diriliş sitesi ne kadar ütopik gibi görünse de diriliş erlerinin, pirlerinin yani diriliş öncülerinin liderlikleriyle önceki İslam uygarlıkları gibi tekrardan dirilişe ereceğini düşünmektedir.
Bu bölüme geldiğimizde yazar Fârâbî’nin “Medine’t-ül Fâzıla” eserine atıf yapar gibi kendi devletinin “Erdemliler devleti” olacağını söylemektedir. Yöneticiler liyakatli olmalıdır. Burada yazar önemli olanın maddi güç veya soy değil işin ehli olmak olduğunu belirtmektedir. Sezai Karakoç, bu ideal devletteki toplumun öncülerinin sağcılar olmaları gerektiğini düşünmektedir. Bu topluluk, devletin teoride kalmasını önleyici toplumu dirilticidir.
Diriliş sitesinin temelde ele aldığı şey Kuran’ı Kerim’in varoluş ilkesi olduğunu ve bu devletin amacının ideal olana ulaşmak olduğunu savunmaktadır. Bana göre bu devlet mücadele devletidir. Ruhla, bedenle, toplumla ve erdemle tam anlamıyla bir diriliş çabasıdır.
“Ne rahiplik, ne materyaliz. Ne kapitalizm ne komünizm. Her an ibadet ruhu içinde sürekli ve metotlu bilim ve tecrübeyle donanmış, kahramancasına İslâm düzenini ruhi, sosyal, kültürel ve ekonomik planda gerçekleştirme şuuru!”
Başka bir bölümde yazar Müslümanların tek bir noktada birleşmeleri gerektiğini düşünmektedir. Birlik ve beraberliğe ererek “özülke” olunması gerektiğini savunmaktadır.
Yazarımız birliği yalnızca coğrafi olarak veya manevi olarak düşünmemektedir. Müslümanlar arasındaki birlik kültürel ve tarihi bir birlik oluşturarak Diriliş fikrinin temeli olan “Millet idealini” oluşturmaktadır. Ve bu şekilde İslâm medeniyeti dirilişini gerçekleştirmiş olacaktır.
Bu yazıda ele aldığımız “Diriliş Neslinin Amentüsü” eseri temelinde ruhen, bedenen, toplumca ve inanç değerlerince diriliş fikrini ve diriliş için kişide, toplumda ve devlette bulunması gereken özellikleri ayrıntılı ve metafiziksel olarak ele almış bir eserdir. Sayın Sezai Karakoç’un edebi yönüyle de zenginleştirdiği eser başyapıt niteliği taşımaktadır. Bu ince sayılacak kitap, içerisinde pek çok yeni kavram ve düşünsel ifadeler bulundurduğundan birçok okuyucuyu tatmin edecek bir eser olmakla birlikte eserin bazı bölümlerinde tekrara düşülmüş ve bazı açıklamalar fazlasıyla ağdalı bir şekilde açıklanmıştır.
Bu eser 18 yaş ve sonrası yaşlar için, daha iyi anlamlandırılabileceği bakımından, metafiziksel alanlarla uğraşan ya da İslam dini üzerinde çalışma yapanlar için büyük bir kaynak niteliği taşımaktadır. Kitap, öldüğünü kabul edip dirilmek isteyen kişiler tarafından okunmalıdır. Eseri okuyunca sürekli betimlenen “diriliş” kavramına daha geniş bir perspektiften bakarak dirilmek için ne yapmanız gerektiğini daha iyi kavrayacaksınızdır.
Sezai Karakoç’u yeni okumaya başlayan bir okuyucuysanız yolunuz uzun ve keyifli demektir. Artık bu diriliş yolculuğunda yazarın metafiziksel ve edebi anlatım önderliğiyle dirilmek için çabalamak görevimizdir sevgili Diriliş erleri.
(Bu yazı Young Academia ve İdeal Bilge Derneği iş birliğinde Doç. Dr. Yusuf Bahri Gündoğdu Yönetiminde “Sezai Karakoç ve Medeniyet Bilinci Atölyesi” kapsamında üretilmiştir.)