Tuğba Nur Ökten [1]
17 Temmuz 1913’te Marsilya’da doğan Roger Garaudy, 13 Haziran 2012’de Paris’te vefat etti. 1952’de Sorbonne Üniversitesi’nde, 1954 yılında SSCB Bilimler Akademisi’nden felsefe bilim dalında doktor ünvanı aldı. Fransız Parlementosu’nda milletvekili, Meclis Başkan Yardımcısı ve senatör olarak görev yaptı. Yayınlanan konferansları ve bildirileriyle, yönetiminde bulunduğu sadece Fransız Komünist Partisi’nin değil, Fransa’nın da dünya çapında sözcüsü oldu. Stalin, Fidel Castro, Picasso, Aragon, Jean-Paul Sartre, François Mauriac gibi pek çok bilgin ve sanatçıyla görüşüp tanıştı. Partisinin Rusya’yı desteklemesini tenkit ettiği için ihraç edildi. Üniversite profesörlüğünden emekliye ayrıldıktan sonra telif çalışmalarına daha bir hız verdi. Her biri dünya çapında yankılar uyandıran 60’ı aşkın eser, on binlerce makale ve tebliğ yayınladı, binlerce konferans verdi. İslam’ı seçtikten sonra, pek çoğu İsrail taraflısı olan Batı basın-yayın organları ve büyük yayınevleri kendisini bir anda unuttu ve onu tam bir sükût ambargosuna tabi tuttu. Bazıları gerçek anlamda şaheser olan kitaplarıyla Garaudy, hala bütün dünyada eserleri okunan ve kendisine hayran olunan büyük bir düşünürdür. Bunlardan bir tanesi olan Hatıralar Yüzyılımızda Yalnız Yolculuğum eserinin katkılarından bahsedilebilir.
Yazar Hatıralar eserinin giriş kısmında eserlerini yazmasındaki sebebi şöyle ifade eder: “Ben geçitleri de yaşadım, çıkmazları da. İstedim ki bunca mücadelenin, bunca düşüş ve yanlışın, umudun ve kardeşçe buluşmaların bana kazandırdıkları benimle gömülmesin.” Bu durumu Pavlus’un “Mademki bir ruhum ve mademki bir toz zerresiyim, yeşil buğdayların kökünde yeniden hayat bulacağım.” sözü ile güçlendirerek asıl anlatmak istediğinin kendi yaşamından başka insanların ders alması ve onların kendilerini geliştirmesine ayrıca sözleri ile doğru yola iletmesinin vesilesi olmak istediğine dikkat çeker.
Babası savaşta olan küçük bir çocuğun annesi ile hayata tutunma çabaları. Ölüm ile sevgi arasındaki gerçeği anlamlandırmaya çalışan çocukluk yılları. Koltuk değnekleri ile savaştan dönen babanın mutluluğunu yaşayamadan artan açlık grevleri. İflas eden zenginler ile yumruklarını sıkan ebedi yoksulların bunalımı.[2] Mağripli yani Arap kökenli olan annesinin, babasının ailesi tarafından dışlanmasıyla filizlenen köken ayrımcılığına karşı beslenilen kin.[3] Nürnberg’de yığılıp yakılan kitaplar, Reichstag’da yangın, yakılan buğdaylar, Hitler’in iktidara gelmesi, paylarını almak için en zayıf avlara saldırılar düzenlenmesi. Mançurya, Etiyopya, İspanya, Avusturya, Çekoslovakya’nın sömürülmesi, New York borsasında patlayan, Avrupa’ya yayılan “kriz” ve daha birçok olay… Yazarın çocukluğunun ve gençliğinin geçtiği bu dönemlerde asıl uyanış yirmili yaşlarda kendi kendine sorduğu “hayatta yapmam gereken ne, neler yapabilirim?”[4] sorularıyla başlar. Bu duruma kaynaklık sağlayan en büyük etken ise yazarın “hayatıma yön veren ışık kaynağı” olarak nitelediği, Hz. İbrahim’in, ailenin, sülalenin hasret ile beklenen tek evladının, kurban edilmesinin istenilmesi ve oradaki derin teslimiyet inancıdır.
Aix’te Fakültenin felsefe bölümünde yapmakta olduğu öğretmenlik mesleğinin ilk amacı sevgiyi öğreterek hem mesleğinde hem hayatta başarılı öğrenciler yetiştirmektir. Yine bu dönem tanıştığı Milaine isimli bir kadınla alınan evlilik kararı aynı amaçta birleşen hayale atılan bir adım sayılır.
Yazar, Nazilerin saldırısı ile başlayan bir savaşta yeni bir sürgün yeri olan Celfa’ya gönderilir. Burada Senegalli askerlerin arasında ilerlerken verilen ateş emrine itaat etmedikleri için kırbaçlanan askerlere şahit olur. Bunlar silahlı bir insanın silahsız olana ateş etmesini şeref ve haysiyete bağdaştırmayan bir Müslüman ahlakı örneği sayılır. Bu sayede İslam ile ilk kez tanışmaya vesilesi olur. Nihayet hürriyete kavuşarak başladığı radyo program sunuculuğundan da partizanca konuşmaları nedeniyle çıkarılır. Fakat hiçbir olumsuzluğun doğruyu savunmaktan alıkoyamayacağı bir karakter olarak akıllarda yer eder. Garaudy, tüm bu yaşanmış gerçekleri, yazın hayatının, düşünce dünyasının, dava inancının filizlendiği dönemi Çıraklık Yılları adı altında aktarır.
Yazarın Cezayir’de hafızasında kalan en değerli sima, amacı dünyayı Allah’ın rızası doğrultusunda şekillendirme olan Şeyh İbrahimî’nin hatırasıdır. Bu durum yazarın “hayatımın ana meselesine yeni bir bakış açısı” diye nitelendirdiği bir hadisedir.[5]
1945’te parti yönetimi döneminde Bonnardel Baba’nın, inancın ve onun insanları yücelten gücünün tanığı olarak yol gösteren “gerçek diriliş, ancak inancın yeniden dirilişiyle olacaktır. Katedralleri inşa edenlerin inancının dirilişiyle. Derin ve yeni bir güçle çağımıza bağlanan bir imanın dirilişiyle.”[6] cümlesini uyanış vesilesi olarak sıkça tekrar eder.
İlk eşinden ayrılmasının üzerinden belli zaman geçtikten sonra cam fabrikasının inşası sırasında tanıştığı, eşini savaşta kaybeden, bir çocuğu olan ve parti için özveri ile çalışan bir bayanla tanışır. Israrla yaşadığı acılarından ve hayal kırıklıklarından bahsetse de bu bayanın yaydığı olumlu enerjiye karşı yaşadıklarını bir tecrübe ve bir zenginlik olarak görmeye başlar. Yazarın hayatını başka türlü değerlendirmesine ve hayatında yeni bir ufuk açmasına vesile olan Bayan Paulette’yle yeni bir hayata adım atılır.
Yazar, 60 günlük grevin henüz 6. haftasındayken boy gösteren açlığın önüne geçmek için kurulan Toplama Kampı Mağdurları Derneği’ndeki yardım çağrılarına destek verir. Ve böylelikle sömürülen hayatlara, çekilen ızdıraplara şahit olur.
Yazar, eserde “siberinsan” diye adlandırılan “bilgisayarinsan” ve “sibernetikle uğraşan ilkel insan” kavramları ile insan beynini bilgisayarla özdeşleştiren her türlü yeniliğe karşı çıkar. Hayatında ilk defa felsefeyi içselleştirerek onu hayatı aydınlatmak ve yapıları dönüştürmek için bir alet olarak kullanır.
Garaudy, Cezayir’de rahip olan eski öğrencisi ile karşılaşır. Kardinal Duval ile yaptığı görüşmede “Cezayir’de eskisi kadar Hristiyan kalmadı bu durumda din adamlığınızın maksadı nedir?”[7] sorularıyla sıkça karşılaştıklarını öğrenir. Bir rahibinin güneyde bir köyde tek Hristiyan kaldığını hatta başkan okuma yazma seferberliği başlattığında Arapçayı çok iyi bildiği için seferberlikte gönüllü olarak çalıştığını ve ona yöneltilen “din adamlığınızın maksadı ne?” sorusuna karşılık “belki bu Müslümanlardan bazılarının daha iyi bir Müslüman olmalarına yardımcı olabilirim.”[8] şeklinde verdiği cevaba karşı duyulan hayranlığı dile getirir. Maksat ne olursa olsun yapılan işe verilen değerin öneminden bahseder.
Garaudy, Başkan Bin Bella’nın teklifiyle Cezayir’de kısa aralıklarla profesörlük yapmaya başlar. Burada geçirilen süre zarfında yeniden uyanışın vesilesi olarak bazı kavramlara yeni anlamlar verilir. İman da bunlardan bir tanesi olarak, geleceğimizin geçmişin uzantısı olmadığı düşünülür. İnsan ölmek için değil, başlamak için doğduğu savunulur.[9]
Yazar, Londra Üniversitesi Komünist Öğrenciler Birliği tarafından “Çin meselesi” hakkında konuşmak üzere davet edildiği Brüksel’de çeşitli faaliyetlerde bulunur.[10] Fransa’da katıldığı bir konferansta sosyalizmin zaferi için bildirilen görüşler ve sonunda herkesin kendinden kaçması karşısında hayal kırıklığı yaşar. Bütün bunlar onun zihin dünyasında üzüntü ve umutsuzluğa neden olur.
Sinema yapımcısı bir arkadaşından aldığı cesaretle siyah Afrika’ya doğru bir yolculuğa çıkar.[11] Görüşlerin daha korkusuzca ifade edildiği, inandığı değerlerin sonsuz savunucusu olarak başlayan yeni bir dönemde yazar, tarihi önce ve sonra diye ikiye ayıran Hiroşima ve ideal silah gerçeğinden bahseder. Yeni bir çağa, yeryüzündeki bütün hayatı yok etmenin hedeflendiği bir çağa ayak basarak seyyah bir okurun “aydınlıkta gördüğün şeyi, karanlıkta iken unutma.”[12] sözünü sıkça tekrar eder.
Garaudy, cumhurbaşkanlığı seçimlerinden iki yıl önce açıklanan adaylık sürecinde insanın fert olarak büyümesinin çarelerini göstermesinin yanında kurumların savurganlıklarını ve nükleer enerji monarşisini gelen tepkilere inat açıklar. Geleceği ve doğayı önemsemeden sadece anı kurtarıp daha ucuza mal etmeye çalışarak insan hayatını riske atanlara karşı çıkar. Buradan yazarın inandığı ufak bir tez dahi olsa bunun arkasında durup bunu savunduğu ve yine de başka fikirleri de dinlemek gerektiği yani yeniliğe açık olduğunu düşündüren davranışları gözlenir.
Eserde, Mağripli Şamir isimli bir gencin gözlemlerini, “zengin ülkelerde yetişkin intiharları, bizdekinden daha çok. Çünkü onların tabiriyle üçüncü dünya ülkelerinde araç yokluğundan olan intiharlar, Batı da amaç yokluğundan, yani gayesiz hayatlar neden olmaktadır. Yeni dinin arması şu: hiçbir yere gitmemek üzere, habire daha hızlı dönüp duran arabalar.”[13] şeklinde aktarılır.
Larzac yaylalarında yapılan gözlemler sonucunda yazar geleceğin o topraklarda keşfedileceğini savunur. Bir düzine ailenin şiddete başvurmadan tohumlarına, zekalarına, imanlarına sarılması o topraklarda gözü olan fırsatçıları ve onları destekleyen bakanlıkları zor duruma düşürür. Böylece bencilliğin geçmediği ve yaratıcı teşebbüsün geçerli olduğu, tümüyle insana özgü başka bir hayatın var olduğu gerçeği ve başka türlü de yaşanabileceği umudu yeniden canlanır. Yazara göre amaç, her olumsuzluğa karşı yeniden ayağa kalkıp ilk günkü heyecanla başarma isteğinde olmaktır. Buna göre en yeni tarihi tecrübeler, ders alınması gereken Vietnam ve Cezayir yenilgileri gösteriyor ki, bir halkın gerçek bir imanı varsa herhangi bir ordunun, isterse bu ordu çok üstün araçlara sahip olsun, hakkından gelebilecektir. İnancı olmayan bir millet savunmasızdır.[14] “Bir köle, köle ruhuyla iktidara gelirse, yeni bir kölelik düzeni kurar. İlkin insanı değiştirmeli, şayet yapılar değiştirilmek isteniyorsa…”[15] cümleleri değişimin önce zihinde başladığını ve inanç ile değerlenebileceğini gösterir.
Eserde her tür sömürgeciliğin ve her çeşit işgal rejimlerinde baskının adının düzeni koruma, direnişin adının ise terör olarak isimlendirilmesinden bahseder. Londra’da İsrailli diplomata yapılan saldırıya terörizm, İsrail’in Lübnan’ı istilası ise Galile’de barış diye anılır. Yazarın bunları yazıya dökerek başlattığı yardım çağrılarının yanında medyatik susturma başlar. Yayınevlerine gelen tehditler, televizyon programlarından gelen red, geri çevrilen yazılar ile başlayan yasadışı direniş ağlarını ortaya çıkaran 6 yıllık süreç başlar. Bütün bu gerçeklerden bahsederken yazar, bir Batılı olarak tarafsızlığın arkasında kendini gizlemez ve inandığı doğrulara dayanarak rehberlik yapmayı görevi bilir.
2 Temmuz 1982’de İmam Buzuzu’nun önünde getirilen kelime-i şahadet ile bu kararın getireceği bütün sorumlulukları üstlenmeye hazır olarak başlayan tertemiz bir sayfa. Bu durumdan dolayı kendini reddedecek Batı dünyasına karşı Hz. İbrahim’in Allah’a teslimiyetine sarılır. Endülüs’te yapılan Müslümanların ilk kongresinin başkanlığında bulunarak mezheplerden doğan çatışmaya karşı çıkarak Arap ülkelerinden gelen gözlemcilerle aralarında gerginlik yaşanır. Katıldığı konferansta asıl amacının, imanındaki şahsi tercihini haklı çıkarmak ya da imanının sürekliliği göstermek olmadığını aksine Kur’an’ı Allah’ın sünneti, Allah’ın geleneği diye adlandırdığı Hz. İbrahim’den Hz. Musa’ya Hz. İsa’dan Hz. Muhammed’e gönderilen mesajın sürekliliğine dikkat çekmek olmuştur.
Garaudy, yapılan konferanslar, geziler sonucu birçok siyasi ile tanışma imkânı elde eder. Bağdat’ta savaşla ilgili Saddam Hüseyin’le görüşmeler yapar. Lübnan’da “İslam Hürriyet Dini” isimli bir televizyon programı yayınlar. Türkiye’de Süleymaniye Cami ziyareti sonrası verilen basın açıklamasında kadınların örtünmesiyle ilgili gelen soruya o dönem başörtüsü yasağı olduğunu bilmeden “başörtüyü yasaklamayı onu empoze etmek kadar utanç verici buluyorum.”[16] cümleleriyle cevap vermesi ile tepkileri üzerine çeker. Konya gezisindeki semazen gösterilerinden üniversitesinde “bir aşk mesajı, bir umut mesajı, bir iman mesajı”[17] olarak bahseder. Türkiye ziyaretini son olarak İslami Muhalefetin lideri Erbakan’ın siyasi mitingine katılarak noktalar. Hindistan’da verilen konferanslarda genellikle az kültürlü dinleyicilere seslenilmesi gerektiği için içerik dini sohbet havasında geçer. Malezya’da bir iktisatçı ile yapılan görüşmede tarım reformundaki hedeflenen değişiklikleri açıklar ve bu reformda, bir Müslüman, dikilebilir araziyi karşılıksız bir şekilde diğer din kardeşine bırakmak zorundadır. Nihayet İslam’a dair bir uygulama yapılmaya çalışılması takdir edilir. Kahire’de İslam’ın geleceği, Hüsnü Mübarek, bir Arap liderinin, Amerikan hükümetinden destek istemesi ve bir hain olduğunun ilan edilmesi ile başlar. Burada İslam ya korkulu ve korkunç dar bir mezhep olarak kalacak ya da dini bir uyanışın ruhu olacaktır. Bu da aslında İslam’ın çöküşünün temel sebeplerinden birini fıkıh mezheplerinin tutuculuğundan kaynaklandığını gösterir. Yazar şeriatın, bir eğitim sistemi kurmadan ve bir siyasi düzeni ortaya koymadan işe insanları cezalandırarak başlamak değil, Allah’ın vahyin ışığında ve kendisinin her yaptığını görüp bildiği şuurunda olarak yaşamak olduğunu savunur.[18]
Yazarın geçmişi canlandırma projesine Belediye Başkanı Anguita, büyük vadi kıyısındaki kalede, Calahorra kulesini bu projenin merkezi olması için kullanılmasına izin verir. Merkez, 12 Şubat 1987’de Yahudileri, Hristiyanları ve Müslümanları bir araya getiren Hz. İbrahim ilmi toplantısı ile açılır. Dini polemiklerden uzak bir şekilde dünyanın birlik ve beraberliği için beraberce neler yapılabileceğine karar verilir. Gerçekten insanî bir düzen, yani dünyadaki her kadın ve erkeğin Allah’ın kendilerine bahşettiği bütün fırsatlardan yararlanabildiği, herkese aynı hayat ve kültür fırsatının tanındığı bir düzen kurulmalıdır. Sosyalizmi ilahi mesajla canlandıran bu insanlık projesi çağımızda doğabilecek en değerli projelerden sayılır. Aslında bu çağrı, İslam’a yani kana, toprağa, pazara, dile, tarih ve kültüre bağlı kapalı ve bölgesel toplulukların ötesinde yer alan, sınırları olmayan açık bir topluma, yani her insanın kalbinde yaşayan iman toplumuna davet eden Kur’an İslam’ınadır. Yazar “Şunu söylüyor ve şuna inanıyorum: 20. ve 21. yüzyılın sorunlarını Kur’an’ın sonsuz ilhamına göre ele alıp çözmesi için bugün İslam’ın bir güncelleştirmeye ihtiyacı vardır. O ilk sosyal adalet ihtiyacını yeniden duyması için ‘kurtuluş ilahiyatına’ ihtiyacı vardır.[19]“diyerek Kurtuluş ilahiyatının uyanışı ile Allah’ın hükümranlığı projesinin vücut bulabileceğini, bu nedenle de bu sorumluluğun bütün aileler tarafından üstlenilmesinin çaba edinmek gerekeceğinden bahseder.
Eserde, müşterek baş düşman diye nitelendirilen ABD’ye karşı onu en zayıf noktası olan ekonomiden vurarak karşı koyulabileceği ve bunun devamında ABD ile suç ortaklarından ne bir şey almalı ne de bir şey satmamak gerektiği dile getirilir. İsrail’e karşı sistemli olarak yürütülecek bu boykot, sahip olunan en güçlü, en sonuç aldırıcı silah olarak kabul edilir.
Yazar, hayatındaki değer cümlesini “geçmiş bir hayatın hikayesi o hayatın güzergahı üzerinde geleceğinin hikayesinin en azından bir taslağını ihtiva ediyorsa ve de değişim imkanları sunuyorsa ancak o zaman bir anlam taşır.[20]” şeklinde ifade eder. Buradan hareketle davranışların her birinden sonsuzluğu içinde taşıdığı için sorumlu olduğunu, yön değiştirişlerinin, dönüşümlerinin veya dönemeçlerinin bir şartlanmışlıktan kurtuluşun aşamaları olduğunu belirtir. İslam’la tanışmasını ise “Ben geçmişin hasretini Müslümanlarla birlikte paylaşmak veya Batı’yı taklit etmek için değil, aksine Kurtuluş İlahiyatları, misalinde olduğu gibi yeni bir hamleye iştirak etmek için İslam’a girdim.” sözleriyle ifade eder. Bütün bunların gelişmesini ise ancak ölüm durduracaktır diyerek 99 yaşında vefat eder. Fakat ölümden bahsederken bir bitiş değil onu ebediyete taşıyan bir proje olduğunu ifade eder ve bu yolda hayatın gelişip genişlemesi olarak değerlendirir. Ölüm yaşanmış ebediyet…
Kitabın hacminden de anlaşılacağı üzere betimlemelerle zenginleştirilmiş ve okuyucuya yaşıyormuş hissini veren tasvirler kullanılmış. Olay örgüsü Fransa-Paris ağırlıklı birçok çevrede olduğu için hem kişi isimleri hem de mekân adlarının yabancı olması konu bütünlüğünün daha iyi kavranabilmesi için detaylara dikkat edilmesini gerekli kılmıştır. Anlatılanların yanında arka planda asıl verilmek istenen ise hayatın devam ettiği bilinci ile insanın kendini sorgulayarak ve yeniliğe ayak uydurarak gelişmenin bir parçası olabileceğidir.
Eserde anlatılanlar bölümün sonunda yazarın arşivinden alınarak paylaşılan fotoğraflar ile anlam bütünlüğü sağlanmıştır. Bu bağlamda konu bütünlüğü açısından görsel hafıza ile desteklenmesi anlamı güçlendirmiştir. Bu eseri daha iyi anlayabilmek ve içselleştirebilmek için başlamadan önce Stalin, Marksizm, Sosyalizm, Konformizm, Puşkin vb. konularına hâkim olmakta fayda vardır.
Yazar, yayınladığı bir yazıdan dolayı yazı hayatına son verilmesi üzerine uzun bir süre inzivaya çekilerek bu süre içerisinde Kur’an-ı Kerim’i baştan sona okuyup anlam vermeye çalışır. Bu sürenin sonucunda ise Müslümanlıkla tanışır. Bu durum Batı’nın bize dayatmaya çalıştığı hızlı yaşamayı gerektiren maddi dünya ile ilişkilendirecek olursak kenara çekildiğimizde, bazı şeyleri durup düşündüğümüzde, idrak ettiğimizde maddenin arkasındaki asıl gerçeğin görülebileceğini gösterir.
Yazar, Kahire ve Sudan’a yaptığı gezilerde 80 yaşında olduğunu söyler. Günümüzde o yaşlarda olanların çoğunun kendini evlere kapatıp, dünyadan elini eteğini çekerken örnek olabilecek şahsiyetin İslam için, davası için bu denli çabası bize umut olmaktadır. Buradan anlaşılıyor ki Garaudy, son nefesini verene kadar davasına sahip çıkma niyetinde olmuştur. Eserde verilen bilgilerin sayısal verilere ve güncel kaynaklara dayandığı görülmektedir. Bu durum yazarın, davası üzerinde titizlikle çalıştığını bunun tüm gerçekliğiyle aktarılması için çaba harcadığını kanıtlar. Aynı şekilde eserde, yakın çağ tarihinde gerçekleşen birçok olayı o dönemde yaşayan ve etkilerini hisseden birinin gözünden okuyucuya aktarırken yaşıyormuş hissi verdiği de söylenebilir.
Yazar, kitapta yakın çağdaki işsizlik, göç ve açlık gibi sorunlara da çözüm arar ve bu konuda hem yaptığı görüşmelerle hem de gözlemleri sonuçlarına dayanarak birçok öneride bulunur.
Ayrıca Avrupa, Amerika ve Japonya’nın hâkim olduğu dünya ticaretinde ve güçler dengesinde, içinden bir göz olarak yaşananları, yapılan oyunları, asıl amaçlarından da bahseder. Sömürge altında olan yerlerde ise kurtuluşun kendilerine güvenerek, inanarak ve kendilerini dışa bağımlı halden kurtararak olabileceğini öngörür. “Afrika insanı, tabiatla ve Tanrı’yla tam bir uyum içinde yaşadı. Zaten bu uyum olmadan hakiki insanlıktan asla söz edilemezdi.” diyerek sürüklendikleri sefaletin aslında hakiki insan boyutuna çıkardığını ve toprağın hükmedeni olabileceğini gösterir.
Yazarın eseri yazdığı dönem incelendiğinde günümüzde de sorunların aynı olduğu ve hala çözüm bulunamadığı görülmektedir. Müellifin öngörülerinde ABD hükmünden kurtulma yolları eğer uygulamaya başlanmış olsaydı yüksek ihtimalle günümüzde kültür deformasyonu ile başlayan sorunlarla baş etmek zorunda kalınmazdı. Her ne kadar sorunlar değişmese de çözümün de tek olduğu ahenkli bir birliktelik çalışması sonucunda bunların aşılabileceği aşikardır. Tarihler değişse de yazarın en büyük hayali olan değişime katkıda bulunmayı, eserlerini okuyanlarda oluşturduğu hislerle başardığı söylenebilir.
Teslimiyete Adanan Bir Ömür PDF
[1] Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Sınıf Öğretmenliği Bölümü Mezunu okten700@gmail.co (Bu yazı Young Academia ve Server Genç Hanımlar Derneği iş birliğinde Dr. Kemal Ataman yönetiminde “Küresel Düşünme Yazarlık Atölyesi” kapsamında üretilmiştir.)
[2] Roger Garaudy, Yüzyılımızda Yalnız Yolculuğum, Timaş Yayınları, İstanbul 2019, s. 25.
[3] Garaudy, a.g.e., s. 31.
[4] Garaudy, a.g.e., s. 35.
[5] Garaudy, a.g.e., s. 80.
[6] Garaudy, a.g.e., s. 106.
[7] Garaudy, a.g.e., s. 189.
[8] Garaudy, a.g.e., s. 190.
[9] Garaudy, a.g.e., s. 203.
[10] Garaudy, a.g.e., s. 230.
[11] Garaudy, a.g.e., s. 253.
[12] Garaudy, a.g.e., s. 277.
[13] Garaudy, a.g.e., s. 282.
[14] Garaudy, a.g.e., s. 299.
[15] Garaudy, a.g.e., s. 300.
[16] Garaudy, a.g.e., s. 363.
[17] Garaudy, a.g.e., s. 365.
[18] Garaudy, a.g.e., s. 379.
[19] Garaudy, a.g.e., s. 438.
[20] Garaudy, a.g.e., s. 446.