Seher Oğuz[1]
Ahmed Sezai Karakoç, 1933-2021 yılları arasında yaşamıştır. 1944 yılında Maraş Ortaokulu’nda parasız yatılı olarak okumaya hak kazanmış, 1947-1950 yılları arasında lise eğitimini yine parasız yatılı olarak Gaziantep Lisesi’nde tamamlamıştır. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni kazanmış ve Maliye Bölümü’nden mezun olmuştur. Maliye Bakanlığı’nda Hazine Genel Müdürlüğü Dış Tediyeler Muvazenesi bölümüne atanmıştır. Daha sonra Maliye Müfettişliği sınavına girmiş ve başarılı olmuştur. 11 Ocak 1956’da müfettiş yardımcılığı görevine başlamış, 1959 yılında ise İstanbul’da gelirler kontrolörü olmuştur. Görevi icabı Anadolu’nun pek çok yerini gezmiş, birçok il ve ilçeyi tanıma fırsatı bulmuştur. Aynı zamanda İstanbul’da Diriliş Yayınları’nı ve “Diriliş” dergisini kurmuştur.
Karakoç, şiirle ilgili görüşlerini yazmaya başladığı dönemlerden itibaren düşünce yapısını geliştirmiştir. Karakoç’un düşünce yapısı, modern sanattaki soyutlamanın İslâm anlayışına uygun olma ve hakikate varma yönündedir. Bu konudaki düşüncelerini “Edebiyat Yazıları” adını verdiği üç kitapta toplayan Karakoç’un, Türk şiirinde ve yazınında özgün, akıcı ve anlaşılır bir üslubu vardır. Diriliş Neslinin Amentüsü, İslâm’ın Dirilişi, Ruhun Dirilişi ve İnsanlığın Dirilişi gibi pek çok eserinde diriliş konusunu ele alarak İslâm ile dirilişin nasıl olması gerektiği hakkında bilgiler vermiştir. Karakoç, İnsanlığın Dirilişi adlı eserinde hakikati, medeniyeti ve ruhu aydınlatacak olanın İslâm olduğunu dile getirmiştir. Aynı zamanda Rönesans ile birlikte gelen hakikatten uzaklaşma, var oluş bunalımı ve insanlığın özgün olmayışı ile bu kötü durumun tetkik edilerek özün değişiminin sağlanması gerektiğini izah etmektedir. Mamafih diriliş insanı, her alanda kendini yenileyerek dirileceğini ve canlanacağını dile getirmektedir. İnsanlığın Dirilişi, insanlığın uyanmasını ve uyanışını sağlayan eserlerden biridir.
Günümüz dünyasının çöküşü, bunalımı ve sıkıntısı var olamayışın durumunu ortaya koymaktadır. Karakoç, dünyanın çöküşü ile var olmayı bilemeyen insanın, “varoluş bunalımı” adı altında değişim ve başkalaşım sarsıntıları yaşadığını ve insanın özünden uzaklaştığını izah etmektedir. İnsanın özünden uzaklaşması, medeniyet ruhundan kopması ve ayrı düşmesi anlamına gelmektedir. İnsanı hakikate ulaştıracak yol medeniyettir, tarihtir, elzem bir anıttır.
Karakoç, bu bölümde akıcı bir üslup kullanmakta ve bozulan ruh kaynağının peşine düşmektedir. Karakoç’a göre bunalım; Rönesans döneminden günümüze ulaşmış ve medeniyete karşı mukavim bir özenti mahiyetinde oluşmuştur. Öyle ki Rönesans, metafiziğin temelini öne sürmüş ve böylece insanlığın bozuluşunu, zayıflığını, tatminsizliğini, memnun olmayışını ve yetersizliğini tezahür ettirmiştir. Binaenaleyh bunalım, ruhların boşluğa düşmesi, bozulması ve bölünmesi âkıbetini meydana getirmiştir. Karakoç’a göre Rönesans akımının kifayetli derecede hakiki ve özgün olmayışı ile İslâm’ın değerlerine uyulmaması, İslam’a karşı ilgisiz kalınması ve ondan uzak durulması, bunalımın iki temel etmenini teşkil etmiştir. Rönesans akımının Türk toplumundaki yankıları, İslâm’dan yoksun ve yoksul bırakılmıştır.
Rönesans, Batı Uygarlığı adı altında ortaya çıkmasıyla birlikte insan ruhunu bozguna ve canavarlaşmaya itmekte ve böylece insana birikmiş bir zehir aşılamaktadır. Batı Uygarlığı, anlam dünyasını ve değerler sistemini yok etmeye çalışmakta, “İslâm karşıtı” bir tutum sergilemekte, aynı zamanda insanlığın fıtratını değiştirmek için çabalamaktadır. Toplum, Batı Uygarlığı’nın sistemine, özenti, taklit, benimseme ve ilgi duyma tavırlarıyla yaklaşmaktadır. Karakoç bu durumu “insanlık batıyı içiyor” cümlesiyle ifade etmektedir.[2] Bu ifade şöyle anlaşılmaktadır: Batı Uygarlığı’na mahkûm olan bir yaşam ve o yaşamı isteyen insanlık! Batı Uygarlığı’ndaki yaşam, doyumsuzlukları ve tatminsizlikleri ortaya çıkarmaktadır. İnsanlar bu yaşama sorgulamadan aldanmakta, olduğu gibi kabul etmekte ve hem ruhunu hem de bedenini Batı’ya yöneltmektedir. Şunu belirtmek gerekir ki Rönesans bir yenilik değil, geriye dönüş hareketidir.
Karakoç, hakikatin insan hayatındaki yerini ele almış ve Rönesans ile birlikte insanın metafizik kaynaklara yönelmesinin hakikatin yolunu unutmasına sebep olduğunu belirtmiştir. Hakikatsiz yaşam, insanın kendisinden uzaklaşmasına ve varoluş bunalımına girmesine yol açmıştır. Müellife göre, ruhun hakikatten uzak oluşu, bunalımın temelini teşkil etmektedir. Bu bunalım, insanın kendi iç dünyasında daimî olarak varoluş çatışması yaşamasına sebep olmaktadır. Binaenaleyh insan durmaksızın hakikat arayışı içerisine girmektedir. İnsanoğlunun sürekli hakikat arayışı içerisinde olması hakikat yolunu kaybetmesinden kaynaklanmaktadır. Filhakika İslâm’ın hakikat sistemini terk ettiğinden beri yolunu bulamamıştır insanoğlu. Bulduğunu sandığı yollarda geçici ve aldatıcı zevklerden başka bir şey elde edememiştir.
İnsanların bireyselleşme yönünün ön plana çıkması ve somut eşyalara daha fazla önem vermesi kalbin diriliğini söndürmüştür. Kitleleşme akımına kapılan insanoğlu, kendini ruhun ve özün kuruyuşuna itmiştir. Müellifin bu düşüncelerine katılmakla birlikte Peygamber yolunun insan hayatındaki tesirine dikkat çekmek isterim. Bu bakımdan Peygamber yolundan uzaklaşan insan, ruhun yıkımıyla baş başa kalmakta ve ruhsuz bir yaşama mahkûm olmaktadır.
Müellife göre, Peygamber yolu insana tükenmeyen bir yolu takdim etmiştir. İnsanın özel ve eşref-i mahlûkat bir şahsiyet olduğunu belirtmiştir. Buna göre kalbin diriliği ve hakikat özünün yeniden oluşması Peygamberin yolu ile gerçekleşecektir.
Karakoç’a göre ölüm, insanların hayatlarında nizam ve muvazene sağlamaktadır. İslam uygarlığında ölüm, dünya ve ahiret arasında bir geçiştir. Ölümün var olması, dünya ve ahiret yaşamları arasındaki mizan ilkesine dayanmaktadır.
Özellikle belirtmek gerekir ki İslam’ın ışığından uzaklaşma ve peygamber yolundan sapma durumuyla birlikte insanlar, ölümü unutmuştur. Sanki insanlara ölüm hiç uğramayacakmış gibi, ölümün varlığına yüz çevirmiş gibi düşünülür. Somut düzene önem vermekle beraber ruh ve ölüm arasına yerleşen bir çığır açmıştır insanoğlu. Batı uygarlığı bu çağda inanç sistemini çökertme ve ölümü unutturma idealine ulaşmıştır. Öyle ki bu çağ; karanlığın çağı, terörün çağı, soykırımın çağı ve egosantrizmin çağıdır.
Karakoç, kitabında ibadethanelerin turizm amaçlı kullanıldığını belirtmiştir. Ne yazık ki insanoğlu ibadethanelere gönül gözüyle değil, yabancı bir gözle bakmaya başlamıştır. İbadethane, hane dışında tutulmuş ve hanesi olmayan bir ibadet haline dönüşmüştür. Hanelerde olmayan ibadet, ruh ve anlamını yitirmiş; mamafih insanlar arasında sevgi, sadakat, kardeşlik ve kulluk bilinci kalmamıştır.
Müellife göre, ibadetlerin özü olan camiler uygarlığın ana merkezidir. Dolayısıyla cami ruhtur. Cami, dirilen ruhun yuvasıdır; diriliş ocağıdır. İnsanlar yeniden dirilmeli, yeniden yuvalarına dönmelidir.
Müellifin düşüncesine göre; inancın temelini arşa çıkarmak için “diriliş çekirdeğinin” oluşması gerekmektedir. Diriliş çekirdeği, şah damarın miracıdır. Öyle ki şah damarı, Allah’a olan büyük bir yakınlık duymak ve razı oluştur. Dünyanın eşyalarını bırakıp ruhun hakikatine ermektir. Şah damarı; insanlara, nesnelere ve sembolik olgulara tapmaya tövbeli olmaktır.
Anlamını anlamlandırdığın Allah’a daha yakın olmaktır.
İçinde yaşadığımız çağ Karakoç’a göre, Allah’a yakın olma heyecanı ile değil; suni heyecan ve umutlarla oluşmuştur. Binaenaleyh bu çağ, insan ruhunun devrimleşme durumunu ortaya koymaktadır. İnancın yitirilmesiyle birlikte ruh tazeliğini yitirmiştir. Maalesef ki insanoğlu ruhunu kalabalıklarda aramaktadır. Bu arayış, yalancı ve aldatıcı bir çağda Allah’tan uzaklaşan, yenilenmeyi bilmeyen ve içgüdü sürüsü hâlinde ilerleyen alanlarda aramayı ortaya çıkarmaktadır.
Kalbin ve ruhun anahtarı dirilişin çekirdeğidir. Diriliş çekirdeği var oldukça şah damarının varoluşu devam eder. Bu durum, Allah’a olan yakınlık ve teslimiyet ile ruhun yenilenmesi ve alçakgönüllü olmasını kapsamaktadır. İnsanoğlu yeniden Allah’a yakın olmalıdır, bir şah damarı kadar.
Batı uygarlığıyla birlikte Batı kenti meydana gelmiştir. Müellife göre Batı kenti, kendi isteklerini yerine getirmek ve insanları ezme amacıyla kurulmuştur. Yüksek binalar, siteler ve gökdelenlerin inşa edilmesiyle birlikte fabrikalar da ortaya çıkmıştır. Bu fabrikalar insanları hem maddî hem de mânevî olarak fabrikadan çıkan dumanlar gibi kirletmiştir.
Karakoç, Doğu kentinde bir eziliş değil, hizmet yoluyla Allah’a yakın olmak için çabalama durumunun var olduğu kanaatindedir. Doğu kenti, ruhun özünü ve medeniyet şehrini ortaya çıkarmaktadır. Tabiat ile iç içe olan bu kent, uygarlığın aynasını oluşturmuştur. Batılılaşmaya çalışan doğulular, Doğu kentinin muazzam şehri yerine ne yazık ki Batı kentinin taklidine başvurmuşlardır. Bu taklitle birlikte medeniyetin yıkımına sebep olmuşlar ve Batı kentinin esiri hâline gelmişlerdir.
Karakoç’un düşüncesine göre, putlaşma eylemi, Rönesans döneminde din duygusunun ortadan kaldırılmaya çalışılması ile meydana gelmiş ve Fransız Devrimi ile birlikte putlaştırılıcılık girişimi tam anlamıyla oluşmuştur. Yazarın bu düşüncesine katılmakla birlikte put dikiciliğin yaygınlaşmasının insan ruhunun bozguna uğramasına sebebiyet verdiğine dikkat çekmek gerekir. Öyle ki insan, Allah ile bağını kopararak eşyalara irrasyonel bir şekilde tapmaktadır. Bu durumda da put dikiciliğinin çokluğu ve çeşitliliği öne çıkmakta ve aşağılık duygusunun oluşmasına yol açmaktadır.
Modern Batı; bilim, sanat, edebiyat, politika, reklam ve kent alanlarında olumsuz bir değişime uğramakta ve Batı toplumu da bu değişim ve başkalaşımdan etkilenmektedir. Toplumun bu değişim için, bilinçli bir hakikat uygarlığına yol alması, özünü bulması ve ruhun hakikate yaklaşması gerekmektedir.
Karakoç, günümüzde insanların tabiattan uzaklaşmasının, savaşların artmasının ve savaş korkularının meydana gelmesinin saiki olarak Batı’nın yanlıştan yanlışa sürüklenmesini, üstelik dirilişe geçme cesaretinde olmamasını ve dirilişin gerçekleşmemesi için direnmeye devam etmesini görmektedir. Müellif, geçmişle kök bağlantısının kesilmesi sebebiyle hakikat sisteminin oluşmayacağını kesin ve keskin bir ifadeyle belirtmiştir. Karakoç “eskimez bir yeniliği özünde barındırması anlamında yeni bir oluş”[3] diyerek dirilişin mahiyetini ifade etmiştir. Sonuç olarak diriliş; özün değişimidir, geçmiş ve gelecek arasında yeni bir oluştur ve hakikati geçmiş birikimiyle yenilemektir. Bu bağlamda ruhun özü olan diriliş, aynı zamanda geleceğin izidir.
Diriliş sahibi insanın geçmiş ve gelecek, fizik ve metafizik arasında bir muvazene kurması gerekmektedir. Karakoç, muvazene ilişkisinin iyi bir biçimde oluşması gerektiğini, bu ilişkinin aslının “metafiziğe dalıp fiziği, fiziğe dalıp metafiziği kaybetmemek”[4] olduğunu ifade etmektedir. Şunu vurgulamak gerekir ki fiziğe sırtını dayayarak metafiziği, metafiziğe sırtını dayayarak fiziği omuzlamak daha iyi bir muvazene sağlamaktadır. Bu durum sağlanmazsa dengesiz ve uyumsuz bir durum oluşmakta ve omzun çökmesine yol açmaktadır.
Karakoç’a göre diriliş insanı; Allah’ın varlığını bilen, yaratıldığının farkında olan, madde yerine ruha üstünlük tanıyan, geleceğe yönelik geçmişi değerlendiren, özdeğişim için kendini adayan ve fiziği gerek teoride gerekse pratikte dengeleyen insandır. Bu durumda diriliş insanı, İslam’ın insanıdır. İslam’ı bilen insan, özgürlüğün Allah’tan geldiğini bilir ve özgürlüğün sorumluluk olduğunun farkına varır. Velhasıl, özgürlük sorumluluğu oluştururken sorumluluk da özgürlüğü oluşturmaktadır.
Karakoç, İslam davasını hayatı boyunca benimsemiş, ruhun davası için mücadele etmiş ve bu dava anlayışını eserlerine açık bir şekilde yansıtmıştır. Kitap, farklı bölümlerden oluştuğu için takip edilmesi kolay ve akıcıdır. Bu özellikleriyle kitap, her yaş ve kesimden okuyucuya hitap etmektedir. Filhakika bu kitap hem okunmalı hem de okutulmalıdır. İnsanlar doğru bildikleri yanlışları öğrenmeli, kendilerine çekidüzen vermelidir. Ruhunu bozguna uğratmaktan korunmalı ve hakikatin yitiminden sıyrılmalıdır.
Bu eser, düşünmemizi sağlayarak bizlere yol göstermekte hakikate ulaşmak için neler yapabileceğimizi anlatmaktadır. Var olamayan insanların bunalımda olduğu, insan özünden uzaklaştığı, medeniyet ruhundan koptuğu bir dünyanın çöküşünü anlatmaktadır. Bunun yanı sıra eser sadece problemler ve sıkıntılardan bahsetmekle yetinmemiş, çözümleri de okuyucunun dikkatine sunmuştur. İnsanı hakikate ulaştıracak olan yolun medeniyet, tarih ve İslam olduğunu belirtmiştir. Hakikat ise varoluştur; varoluşu temsil etmektedir.
Kitaptan çıkarılabilecek diğer önemli bir ders ise kalbin diriliğini sağlamada Peygamber yolundan gidilmesi gerektiği ve bu yolun tükenmeyen bir yol olduğudur. Ayrıca kitapta, insanların dünya ve ahiret arasındaki muvazeneyi sağlayabilmeleri için ölümü unutmamaları gerektiği vurgulanmıştır. Unutulmamalıdır ki ruhun yuvasını sağlayan diriliş ocaklarıdır ve diriliş ocakları, dirilten ruh kuruluşlarıdır. Hakikat ise diriliş ile ortaya çıkar ve hakikat yolunun dirilişi İslâm ile var olmaktadır.
[1] İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi, Sosyoloji mezunu, oguz.seher@std.izu.edu.tr (Bu yazı Young Academia ve İdeal Bilge Derneği iş birliğinde Dr. Kemal Yavuz Ataman yönetiminde “ Küresel Düşünme Yazarlık Atölyesi” kapsamında üretilmiştir.)
[2] Sezai Karakoç, İnsanlığın Dirilişi, Diriliş Yayınları, İstanbul 1976, s. 20.
[3] Sezai Karakoç, a.g.e., s. 137.
[4] Sezai Karakoç, a.g.e., s. 145.