Sena Yeni [1]
Cengiz Aytmatov, 1928 yılında Bişkek’te [2] doğmuştur. Moskova’da memur olan babası Törekul Aytmatov, 1935’te ailesini yanına alınca Cengiz Aytmatov ilköğrenimine orada başlamış ve Rusçayı öğrenmiştir. [3] Sonrasında babası 1937 yılında Stalin’in temizlik harekâtında öldürülmüştür. Annesi 4 çocuğunu kendi başına büyütmek zorunda kalmıştır. İlkokula kendi köyüne giden Cengiz Aytmatov, babaannesinden dinlediği masal ve efsanelerle büyümüştür.
İkinci Dünya Savaşı’nın yokluk yıllarını babasız geçiren Aytmatov, çocuk yaştan itibaren çalışmaya başlamıştır. Köy kolhozu[4] sekreteri ve vergi memuru olarak çalıştıktan sonra 1946’da Kazakistan’da Veteriner Teknik Okulu’nda eğitim görmeye başlamıştır. Sonrasında Kırgızistan Tarım Enstitüsü’nde eğitim görmüş ve buradan veteriner hekim olarak mezun olmuştur.
Aytmatov’un ilk eseri 1952 yılında Pravda Gazetesi’nde[5] yayımlanan Gazeteci Cyuda olmuştur. 1958 yılında Novy Mir (Yeni Dünya) dergisinde yayımlanan Cemile adlı eseri ise yazarın dünya çapında tanınmasını sağlamıştır. Aytmatov şöhreti, eser Fransızca ’ya çevrildiğinde yakalamıştır. Cemile’yi yayımladıktan sonra Aytmatov958 yılında Moskova Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ne başlamıştır. Aynı yılın sonunda siyasete atılarak Sovyetler Birliği Komünist Partisi’ne ve Sovyet Yazarlar Birliği’ne kabul edilmiştir. Değişen siyasi şartlarla birlikte Aytmatov hem Kırgız hem de Rus yazarlar arasında yerini pekiştirmiştir. Meslek hayatını da sürdüren yazar, bu yıllarda Literaturnyi Kırgızistan dergisi editörlüğünü ve akabinde 5 yıl boyunca Pravda’nın Orta Asya muhabirliğini yapmıştır.
Aytmatov, 1963 yılında İlk Öğretmen, Deve Gözü, Cemile ve Selvi Boylum Al Yazmalım adlı hikâyelerinden oluşan Steplerden ve Dağlardan Hikâyeler adlı kitabıyla Lenin Edebiyat Ödülü’nü ve 1968’de ise Sovyet Edebiyat Ödülü’nü kazanmıştır. Aynı yıl Kırgızistan’ın millî yazarı seçilen Aytmatov’un bu yıllarda edebî seyri hikâyecilikten romancılığa doğru kaymıştır. İlk romanı olan Toprak Ana 1963 de neşredilmiştir. Edebî kimliğinin yanı sıra diplomatik alanda da aktif olan Cengiz Aytmatov, 15 yıl boyunca Avrupa’da SSCB ve bilahare Kırgızistan büyükelçiliğini yapmıştır.
Hayatının son dönemlerinde kendisiyle yapılan bir konuşmada Tanrı’nın sonsuzluğunu ifade etmiş, Kur’an’ı bildiğini ve ona inandığını belirtmiştir. Tanrı’yı tam olarak bilmeye insan gücünün yetmediğini, fakat her zaman ve her yerde O’na ulaşmanın mümkün olduğunu dile getirmiştir.[6]
Aytmatov, Gün Olur Asra Bedel romanının sinemaya uyarlanma çalışmalarının devam ettiği Tataristan’da rahatsızlanmış ve hastaneye kaldırıldığı Almanya’da 10 Haziran 2008 tarihinde vefat etmiştir.
Aytmatov’un üzerinde Sovyet yazarları ve Marksist estetiğin belli oranda etkisi olmuşsa da kendi milletinin ortak duyuş ve birikimleri, çocukluk yıllarında babaannesi Ayımkan’dan duyduğu şarkı ve masallar, sürekli gittikleri yaylalarda yaşanan hayat, eserlerinin özünü oluşturmuştur. Bunların yanı sıra yaşadığı tarihî süreç, ailesinin başına gelenler, II. Dünya Savaşı yıllarının tükenmez hayat deneyimleri de eserlerinde kendine yer bulmuştur. Hikâye ve romanlarında günlük yaşanmışlıkları kendi hayat felsefesinin içine oturtmuştur.[7] Eserlerinin çoğunda İkinci Dünya Savaşı sırasında Kırgızistan’ı, erkeklerin savaşa gidişi sonrası kadınların ve çocukların ağır işlerde çalışmasıyla yaşanan zorlukları, çekilen ızdırapları ve yaşanan aşkları anlatmıştır. Bunları aktarırken de doğadan yararlanarak teşbih, teşhis ve özellikle betimleme sanatını büyük bir ustalıkla kullanmıştır.
İncelediğimiz eser, Cengiz Aytmatov’un büyük bir kitle tarafından tanınmasına vesile olan Cemile isimli eseridir. Bu eser, tabiatın yüceltilerek çocuk dikkati ve masumiyetiyle okuyucuya sunulduğu bir aşk hikâyesidir.
Geçmişte ve günümüzde aynı temayı işleyen birçok eser kaleme alınmıştır. Aşk konusu, kimi zaman henüz o kabiliyete ulaşmadığını düşünen yazarların değinmeye çekindiği yüce ve teferruatlı bir konu olmuş, kimi zaman ise “kolay lokma” olarak görülüp yazı hayatına yeni atılan yazarların kaçış noktası olmuştur. Her ne şekilde görülürse görülsün, sonuç olarak geçmiş ve günümüz yazarlarının en çok üzerinde durduğu tema “aşk ve sevgidir”. Bu konuda kaleme alınmış birçok eser vardır. Yüzlerce sayfalık bu eserlerin her sayfasında yüreğimizi dağlayacak şekilde kendimizden bir şeyler buluruz. Çünkü ne yazık ki bu konuda adı anılmış hemen hemen bütün eserler imkânsız aşkı konu almış ve kavuşamamayla sonlanmıştır. Bunların arasında dillere destan olmuş Kürk Mantolu Madonna, Aşk ve Gurur, Masumiyet Müzesi, Genç Werther’in Acıları, Vadideki Zambak gibi eserler mevcuttur. Aytmatov’un Cemile’sinin benzer eserlerden bir farkı vardır; Cemile’de sadece aşk konusu işlenmemiştir. Cemile, dönemin sosyokültürel yapısının, çekilen zorlukların, aile yapılarının ustaca aktarıldığı; tabiatın adeta manzara gibi betimlendiği ve bu arada birbirini seven iki gencin de betimlenen bu manzarada kendilerine yer bulduğu geniş çaplı bir eserdir. Benzer diğer eserlerden farkından bahsederek eseri takdim eden Fransız şair Louis Aragon şöyle demiştir:
“İşte şimdi burada, Villon’un, Hugo’nun, Baudelaire’nin Paris’inde, kralların ve devrimlerin Paris’inde, ressamların yüzyıllık Paris’i olmakla övünen her taşı ya bir tarihi ya bir efsaneyi hatırlatan şu Paris’te Werther, Bérénice, Antoine ve Kleopatra, Manon Lescaut, Education Sentimentale, Dominique, hepsi birdenbire gözümden düşüverdi. Çünkü ben Cemile’yi okudum. Romeo Juliette, Paolo ve Francesca, Hernani ve Dona Sol, artık bunların hiçbiri gözümde değil, çünkü ben İkinci Dünya Savaşı’nın üçüncü yılı yazında, 1943 yılının o Ağustos gecesinde Kurkureu Vadisi’nde bir yerde Zahire arabaları ile giden Danyar ve Cemile’ye, bunların hikâyesini anlatan küçük Seyit’e rastladım.”
Eser, İkinci Dünya Savaşı yıllarında Kırgızistan’da geçmektedir. Erkekler savaşa gittiği için sadece asker eşleri, anaları ve çocuklardan oluşan bir toplum mevcuttur. Bu sebeple kadın ve çocuklar, önceden erkeklerin yaptığı ağır işlerde türlü zorluklarla çalışmaktadır. Savaşan askerlere göndermek için tahıl üreten, bu tahılı at arabalarına yükleyip kilometrelerce taşıyan, fiziki şartlarda yetersizlik içinde onlar için hayat oldukça zor geçmektedir. Bu sebeple insanlar birbirine yakın evlerde, neredeyse aynı çatı altında yardımlaşarak yaşamaktadırlar.
Hikâyede iki komşu ev vardır. Büyük Ev diye nitelendirilen evde, savaşa giden Seyit, abileri, anne ve babası ile yaşamaktadır. Seyit küçük bir çocuk olmasına rağmen yaşından daha olgun düşünüp gözlemleyebilen, savaştakilere tahıl gönderebilmek için çok ağır işlerde çalışan, Cemile’yi çok seven ve onu diğer erkeklerden kıskanan, aynı zamanda Cemile’nin kocası askerde olduğu için ona üzülen, yengesinin yanından ayrılmayan küçük bir çocuktur. Kurmaca dünyanın kahraman anlatıcısı Seyit, Cemile etrafındaki gözlemlerini, düşüncelerini ve duygularını lirik bir söyleyiş ile aşkı yücelten bir ifadeye kavuşturur.[8]
Küçük Ev’de ise başkahraman Cemile ile kocası ölmüş, oğlu savaşa gitmiş kayınvalidesi yaşamaktadır. Cemile’nin kayınvalidesi, kocası ölünce gelenek üzere Seyit’in babası ile evlendirilmiştir ve böylece iki ev farklı çatı altında tek bir aileymiş gibi hayatlarını devam ettirmektedir. Cemile; sert tabiatlı, kuvvetli, sivri dilli ama iki ev tarafından da bir o kadar sevilen, atılgan, saygılı ama boyun eğmeyen genç ve güzel bir kadındır. Yazar, onun güzelliğini;
“Kalın iki örgü yapıp omzuna salıverdiği saçları ince, uzun boyuyla ona pek yakışırdı. Başına sardığı beyaz yazmasını hafifçe alnına indirmesi düzgün esmer yüzüne ayrı bir güzellik verirdi. O güldükçe koyu lacivert badem gözlerinden sanki gençlik fışkırırdı.”
şeklinde tasvir ederek anlatır.[9] İki evin hanımları Cemile’yi çok seven, ona sert davranmayan ve annelik eden kadınlardır. Bu anneler ondan tek bir şey istemektedirler: Tanrı’ya ve kocasına sadık kalmasını.[10] Ama ne yazık ki Cemile için tek sorun kocasının savaşta olması değil, kocasının ayda bir gönderdiği mektuplarda bile kendisinden hiç söz etmeyip yalnızca son satırlarda Cemile’ye selam göndererek Cemile’nin umut ve sevgi kırıntılarını tüketmesidir.
Bazı askerler savaşta yaralandıkları için evlerine dönmektedir. Danyar da bu askerlerden biri ve eserin diğer başkahramanıdır. Danyar; uzun boylu, biraz kambur, sol bacağı aksayan bir askerdir.[11] İçine kapanık, kimseyle konuşmayan, konuştuğunda da başka bir şeyi düşündüğü anlaşılan, sessiz ve uysal biridir.
Danyar geldikten bir zaman sonra köyün onbaşısı Orozmat, Büyük Ev’in annesine Cemile’nin tahıl taşımada çalışması gerektiğini söyler. Anne ilk başta karşı çıksa da oğlu Seyit de giderse Cemile’nin başına kötü bir şey gelmeyeceğini düşünüp izin verir. Seyit ve Cemile çalışmak için ambara gittiğinde yeni bir hikâyeye başladıklarından habersizdirler.
Artık Seyit, Cemile ve Danyar aynı işte birlikte çalışırlar. Birlikte tahılları at arabalarına yükler, atları birlikte sürüp tahılları taşırlar. İlk zamanlar Danyar yokmuş gibi normal bir şekilde işlerini yapan kahramanlar zamanla Danyar’a da alışırlar, birlikte çalışmaktan keyif alırlar. Tahılları bırakıp boş at arabalarıyla ağustos ayının yıldızlı gecelerinde köylerine dönerken Danyar’ın söylediği türküler onlara eşlik etmeye başlar. Seyit olanları gözlemler, Danyar ve Cemile’nin birbirlerine bir şeyler hissettiklerinden şüphelenir. Ancak çok sevdiği yengesini mutlu görmek hoşuna gider ve mutluluğun artık Cemile’nin de hakkı olduğuna inandığı için sesini çıkarmaz. Hatta bu gecelerin birinde Seyit, manzarayla birlikte Danyar ve
Cemile’nin arkalarından bakarken resimlerini bile çizer.
Günler böyle devam ederken bir gece her zamanki gibi dinlenmek için köyü gören tepeye çıkan Seyit, her zamankinden farklı olarak Danyar’ı orada bulamaz. Bir zaman sonra uzakta ellerinde bohçalarla iki silüet gören küçük Seyit, canından çok sevdiği yengesi ve Danyar’ın kimseye haber vermeden mutluluğa gittiklerini anlar. Onlar iyice uzaklaştıktan sonra belki de gitmelerine engel olmaya çalışmış olmak için onlara avazı çıktığı kadar bağırır. İşte şimdi Danyar, Cemile ve Seyit mutlu, kalpleri mutmaindir.
Eser, bir aşk hikâyesi gibi görünse de yazar bu konuyu, birçok yan konu ile ele almıştır. Bu yan konular ana konunun o kadar önüne geçmiştir ki o dönemin toplumunda keskin olarak “yasak aşk” nitelendirmesine tabi olan böyle bir olay örgüsüne rağmen okuyucu, kitap sonunda “keşke gitmeseymiş, keşke yapmasaymış, iyi ki mutluluğun peşinden gitmiş” değerlendirmesi yapma ihtiyacı bile hissetmemektedir. Çünkü eser salt bir aşk hikâyesi değildir. Eser bittikten sonra okuyucunun aklında, eserde nasıl bir aşk hikâyesi geçtiği değil; hikâyenin yaşandığı dönemin sosyokültürel özellikleri, aile ilişkileri ve hatta o dönemde küçük bir çocuğun çektiği zorluklar kalmaktadır. Hacim olarak küçük bir kitap olmasına rağmen yazar, anlatımı ve tasvirleriyle okura adeta yeni ve kocaman bir dünyayı her şeyiyle anlatmış ve okuru o dünyaya dâhil etmiştir. Bu dâhil etme öyle bir hâl almıştır ki eser, anlatıcının betimlediği bir tabloyla başlamış; yazarın deyimiyle “mütevazı çerçeveli tablo[12]”nun betimlemesi yapılarak da sona ermiştir. Sonradan anladığımız üzere söz konusu bu tablo, anlatıcı küçük Seyit’in çizdiği tablodur. Eser boyunca olan bütün olaylar bu tablonun içine ilmek ilmek işlenmiştir. Okuyucu ise eserin başından beri yazarın başarılı doğa ve durum tasvirleri sayesinde o tablonun bir yerlerinde kendine yer bulduğunu, kitap bittiğinde fark edecektir. İşte hacminden bağımsız olarak bu denli geniş bir dünyaya açılması sebebiyle eser, küçük büyük herkesin yaşamında muhakkak birçok kez okuması gereken bir eser niteliğindedir. Zira 11 yaşındaki bir çocuk tarafından okunduğunda yalnızca “aşk hikâyesi” niteliğini haiz olarak algılanabilecek olan eserin; 65 yaşında, hayatın evrelerinden geçmiş bir kimse tarafından okunduğunda bambaşka değerler içeren, anlatılan zaman ve toplumun özelliklerini âdeta içinde yaşamışçasına aktarabilen yüce bir eser olduğu dikkatlerden kaçmayacaktır.
[1] Stajyer Avukat, Bursa Barosu, senaayenn@gmail.com
(Bu yazı Young Academia ve İdeal Bilge Derneği iş birliğinde Dr. Kemal Yavuz Ataman yönetiminde “Küresel Düşünme Yazarlık Atölyesi” kapsamında üretilmiştir.)
[2] Kırgızistan’ın başkenti.
[3] Âlim Kahraman, “Aytmatov, Cengiz”, TDV İslam Ansiklopedisi, Ankara 2020, EK-1, s. 147-149.
[4] Sovyetler Birliği’nde Tarım Üretim Kooperatifi.
[5] 1912-1991 yılları arasında Eski Sovyetler Birliği’nde ve Rusya’da yayımlanan günlük gazete.
[6] Âlim Kahraman, a.g.m., s. 147-149.
[7] Âlim Kahraman, a.g.m., s. 147-149.
[8] Cafer Gariper, Cengiz Aytmatov’un Cemile Adlı Hikâyesinde İnsanın Kendisi Olması Problemi ve Aşk, İlmî Araştırmalar, Sayı 23, 2007, s. 59-72.
[9] Cengiz Aytmatov, Cemile, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2018, s. 18.
[10] Cengiz Aytmatov a.g.e., s. 16.
[11] Cengiz Aytmatov a.g.e., s. 28.
[12] Cengiz Aytmatov a.g.e., s. 7. (Yazarın Çizdiği Tabloya Yaptığı İsimlendirme.)