Zeynep Aktaş [1]
Türk edebiyatının kıymetli kalemlerinden biri olan Sâmiha Ayverdi, köklü bir edebi kişiliğe sahiptir. Eğitimli bir ailenin kızı olmasının yanında yabancı dile, felsefeye, tarihe, tasavvufa olan merakı ve içindeki öğrenme aşkıyla kalemini güçlendirmiştir. Cumhuriyet edebiyatında, bireyin iç dünyasını ele alan yazarlar arasında kendine yer bulan Ayverdi, aynı zamanda güçlü bir gözlemcidir. Gözlemlerini başarıyla yazıya dökerken okuyucuyu yer yer düşündürür. Eserlerinde tasavvufa olan eğilimi yoğun olarak hissedilir buna rağmen ağır ve ağdalı bir dili yoktur. Eserleri kendi hayat felsefesinden uzak değildir. Her bir eserinde mutasavvıf bir yazar olduğunu hissettirir. “İbrahim Efendi Konağı”, “Mesih Paşa İmamı”, ” Aşk Budur” yazarın tanınmış eserlerindendir. Romanlarında okurlarına oldukça gerçek, öğretici, akıcı hayat hikâyeleri sunar. İşte bu eserlerinden biri de 1944 yılında yayımlanan “Yolcu Nereye Gidiyorsun” romanıdır. “Yolcu Nereye Gidiyorsun”, tam anlamıyla insanın dünyadaki meşgalesini anlatır. İnsan, bitmeyeceğini düşündüğü bir yola çıkar. Bu yolun kendisini üzmeyeceğine inanır fakat üzülür, her zaman hüzünle baş başa kalacağını düşünür ama sevinir, her şey tekdüze devam edecektir lâkin hayat alt üst olur. İnsan bu yolda kendini bulamadan yolun sonu gelir. Yazara göre hayat bir yol ve bizler birer yolcuyuzdur. Romanın ana karakteri Adli, bu yolda sıra dışı bir yolcudur. Okur, Adli´nin kendisini arayışına, aradığını buluşuna, her adımıyla bir şeyler öğretişine tanıklık edecektir. Yanlış batılılaşma, yolculuk, mânevî temizlik, aşk, güzel sevmek romanın ana temalarıdır. Ayverdi, özellikle aşk temasını maddî boyuttan çıkarıp mânevî boyuta taşımıştır. Temiz bir kalbin aşkla tanışması, bu aşkı, nefsânî duygulardan uzak tutup kalbiyle şekillendirmesi, aşkı ilmek ilmek dokuması ve her ilmekte mânevî aşka bir adım daha yaklaşması, baş kahramanın en belirgin özelliklerindendir. Yazar her karaktere bu temalardan bir rol biçerken kendi hayatından bağımsız davranmaz. Karakterleri, başta mürşidi Ken’an Rifâî (Büyüksoy) Hazretleri olmak üzere kendi düşünce dünyasına öncülük eden büyüklerinden esinlenerek oluşturur. Romanda kimi yönleriyle Ken’an Rifâî’yi temsil eden insân-ı kâmil Cem Bey, Adli´ye hem dost hem de yoldaş olur. Eser, Tanzimat döneminde geçer. Osmanlı Devleti’nde çıkan ayaklanmalar, padişahların tahttan indirilmesi, Meşrutiyetin ilânı devletin son dönemlerine yaklaştığının sinyalini vermektedir. Adli böyle bir İstanbul’da yaşamaktadır. Adli’nin ailesi, batılılaşma hareketin yanlış anlayan ve hayatına yanlış aksettiren ailelerdendir. Annesi Nemide Hanım piyano çalmaya âşık, babası Asaf Bey edebiyat toplantılarına düşkün, ikiz kardeşleri Jale ve Rıdvan şımarıklıklarıyla tanınan çocuklardır. Bir ailenin ne kadar dışında kalınabilirse işte Adli de bu ailenin o kadar dışındadır. Bu ailenin bir parçası olmak onun sevilmesine yetmez. Buna rağmen ailesine karşı nefret beslemez. Aksine onları sevmekle birlikte annesine müthiş bir aşk besler fakat hissettiği bu temiz duyguyu hiçbir zaman annesine hissettiremez. Çekinir, utanır. O, sakin ve saygılı, başarılı, yaşından beklenmeyecek kadar hassas bir çocuktur. Kardeşlerinin aksine edebiyattan müthiş bir zevk alır. Babasının arkadaşlarıyla yaptığı edebiyat toplantılarını dört gözle bekler, çünkü sabah, akşamdan kalan beyitlerin yazılı olduğu notları bir hazine bulmuşçasına heyecanla alır ve koleksiyonuna ekler. Bu beyitleri okur, kendince yorumlar, düşünür. Kardeşleri tarafından gülünç bulunan bu durum Adli’nin nefes alma biçimidir. Adli´nin edebiyata olan merakını sadece babasının edebiyat toplantılarından arkadaşı Cem Bey fark eder. Cem Bey, Adli ile her fırsatta sohbet eder. Ona öğrendiklerini paylaşma fırsatı verir. O, bu küçük çocuğun içinde beslediği memleket aşkını görür. Ailesinden farklı oluşu, batılılaşma denen furyaya kapılıp gitmeyişi, bu durumu eleştirmesi Adli ile arasında kuvvetli bir bağın kurulmasına vesile olur. Romanda yanlış batılılaşma fikrinin karşısında duran tipin temsilcisi Adli’nin dayısı Nazım Bey’dir. Nazım Bey, memleketin durumunu yakından takip eden, bunu kendine görev bilen biridir. Adli’nin ailesine ters düşen bir fikir yapısı vardır. Onların yaşam biçiminden dolayı onlar adına üzülür ve doğru yolun milliyetçilik olduğunu düşünür. Elbette düşüncelerinin Adli üzerinde tesiri büyüktür. Adli dayısını kendisine olan sevgisinden, düşüncelerinden, samimiyetinden dolayı sever. İleride, kendi evinde bulamadığı mutluluğu dayısının evinde bulacaktır. Tabii bunda dayısının oğlu Selami, kızı Fahrünnisa’nın da etkisi olacaktır.
Romanda tarif edilen bir tip daha vardır ki okuyucunun aklında zorbalığı, zevk ve sefa içinde yaşamayı, haksızlığı çağrıştırır. Bu tip Adli’ nin amcası Ziver Paşa’ dır. Ziver Paşa, dönemin ünlü hafiyelerindendir. Çevresine korku hissinden başka bir şey aşılamamıştır. Eşi Yekta Hanımefendi süs ve gösteriş meraklısıyken oğlu Rami, babasının varlığını gezip tozarak israf etmekle tanınır. Fakat bu onlar için hiç de sorun değildir, çünkü batılılaşma bunu gerektirir! İşte Adli böyle bir ailenin içinde var olmaya çalışan, en küçük sevgi kırıntısına muhtaç olan bir çocuktur. Onun küçük yaşta çevresinde ters giden ya da doğru olmayan bir şeylerin olduğunu fark etmesi kendisine bambaşka yollar açar. Bu yolda kâh sevinir kâh üzülür fakat her şeye rağmen Adli olarak var olmayı başarır.
Adli’nin asıl hikayesi, bir gün kardeşi Jale’nin kolyesini görmesiyle başlar. Bu Adli’ye göre sıradan bir kolye değildir. Üzerinde Napolyon’un baskısı olan, Batı ve kültürünü temsil eden bir kolyedir. Adli buna dayanamaz ve kolyeyi paramparça eder. Batı’yı temsil eden bir sembolü boyunda taşımak da neyin nesidir? Bu düşünceyle suçunu takdir edilesi bir cesaretle itiraf eder ve yatılı okula gitmesi için kollanan fırsat, Adli tarafından ailesine sunulur. O gün hiçbir şey annesinden ayrılacak olmanın verdiği hüznü geçemez. Bir kere bile “Seni çok seviyorum anneciğim.” diyemediği annesinden…
Adli, Selami ile aynı okula gider. Bu durum onun okula uyumunu kolaylaştıracak gibi görünse de öyle olmaz. Selami, Adli’ye göre kaba, yer yer zorba, pek de başarılı olmayan bir çocuktur. Herkes Adli’yi sever fakat o kimseye kendini tam olarak yakın hissedemez. Ta ki Sinan’la tanışana kadar. Sinan sınıfın en haşarı çocuğudur. Öğretmenlerin şikâyet ettiği öğrenci tipidir. Adli ile tam manasıyla zıt tiplerdir fakat ortak bir noktaları vardır. Bu da ikisinin annelerine olan aşklarıdır. Sinan da tıpkı Adli gibi annesini sadık bir sevgiyle sever. Adli’nin gıptayla baktığı, imrendiği bir ilişkidir onların arasındaki. Sinan ve Adli gibi zıt kutupların birleşmesini Adli şöyle açıklar:
“Zira onunla aramda gizli bir sır kalsın istemiyordum. Nasıl isteyebilirdim ki, sevmek için yaratılmış olan bana, yüzlerce arkadaş içinde bir o el uzatmış, beni bir o tanımış, anlamıştı. Bu muhabbete Cem Beyin sevgisinin çeşnisi olmakla beraber, belki yaş uygunluğunun belki izahından aciz kaldığım sebepsiz, garezsiz bir alakanın kudreti de vardı. Ben belki Sinan´ı biraz da annesi için seviyordum. Onların muhabbetlerinin gözle görülmez bir peyki olmak ihtiyacı ile, bütün hislerimle beraber o tarafa itiliyordum.”
Zaman bu şekilde geçip giderken hayat, Adli için yeni bir kapı açar. Bu kapıdan giren kapının güzelliğine aldanır. Kapının ardındaki çiçekli yollara kanar. Bu yollarda yürüyen geri dönmek istese de yol izin vermez. Yolun kenarındaki çiçekleri ara sıra göstererek güzel şeyler olacağına inandırır. İhtimaller hayal ettirerek yolun sonuna getirir. Sıradan kalpler bu yolun sonunda derin bir acı hissederken Adli, bu yolda kalbini ve nefsini terbiye edecek sınavlardan geçer. Sevmek üzere yaratılan kalbi, bu sınavları başarıyla verir. Adli artık zamanın büyük bölümünü dayısında geçirir. Bir gün, yeterince kalabalık olan bu eve birinin daha geleceğini öğrenir. Gelecek kişi, Adli’nin uzaktan bir akrabası olan Mecbure’dir. Mecbure’nin önce annesi sonra da babası vefat eder. Nazım Bey ve annesi, Mecbure’yi kendi evlerine yerleştirme kararı alır. Mecbure, zayıf, sessiz, sakin ve kendisini tanımlayacak kadar esmer bir kızdır. Fahrünnisa’nın yanında sönük bir güzelliği vardır. O, Adli için açılan kapının arkasındaki kişidir. Artık bu evin bambaşka bir havası vardır. Mecbure bu havanın sebebi olurken eve de zamanla alışır. Bunun nedenlerinden bir tanesi de Adli´nin onunla arkadaşlık etmesidir. Aralarında tatlı bir muhabbet hâkimdir. Adli´nin hafta sonu Sinan´ı da alıp eve gelmesi farklı muhabbet ortamları oluşturur. Adli bu durumu şöyle anlatır:
“O, evin içinde kendisinden üstün olduğumu hissettiğim tek insandı. Belki biraz da onun manen emrim altında oluşuna memnun oluyordum. Hasılı dayımın evi, bu kız geldikten sonra beni büsbütün dost ve samimi olarak kucaklamıştı. Güzel günler geçiriyorduk. Bazen aramıza Sinan da karışıyor ve biz, saatlerin nasıl gelip gittiğini fark etmeden, rahat, düzgün, katışıksız bir dostluk neşesi içinde gülüp eğleniyorduk.”
Mecbure, Fahrünnisa gibi bilgili, yeterince gösterişli, cıvıl cıvıl bir kız değildir fakat karşı tarafa kendisini sevdiren bir tavrı vardır. Karşısındakini sakin bir şekilde dinleyişi, her şeye hemen fikir belirtmeyişi kendisinde bir giz oluşturur. Bu durum en çok da Adli´nin dikkatini çeker. Onunla muhabbet etmek, şifreli bir kitabın şifrelerini çözmek gibidir. Yıllar hızlı bir şekilde fark ettirmeden geçip gider. Adli arkadaşlarıyla, dayısıyla, Mecbure´yle ve çevresindeki diğer insanlarla muhabbetini sağlamlaştırır. Bu kabiliyetini yalnız ailesine karşı kullanamaz. Gün geçtikçe onlardan biraz daha uzaklaşır. Onlardan uzaklaştıkça Sinan´a daha çok yaklaşır. Sinan görünüşü itibariyle dikkat çeken bir gençtir. Karşı tarafın ona olan ilgisi onu mutlu eder ancak bu ilgi biraz artınca Sinan, geri çekilir. Hem Jale hem Fahrünnisa Sinan´a aynı ilgiyi gösterirler fakat karşılık alamazlar. Jale´nin kendine olan özgüveni, şımarıklığı onu başka yollara iter. Amcasının oğlu Rami ile Rıdvan´ nın yakın ilişkisi onu da dolaylı yoldan etkiler. Rami ile arasında duygusal bir bağ oluşur. Bu bağın kesin ve kopmayacak olmasına olan inançlarından dolayı evlenmeye karar verirler. Adli yoğun olduğu dönemlerden birindedir ama bu yoğunluk, Mecbure´yi her fırsatta düşünmesine engel olmaz. Ona karşı olan duygularını kendi kendine ölçer, biçer, yazar, çizer. Tabii bu arada İstanbul´dan ayrılan Cem Bey ile ilişiğini kesmez. Onunla mektuplaşır. Kelimelerin izin verdiğince, içinde bulunduğu durumu anlatır, Cem Bey´in yazdıklarını kendine rehber kılar. Cem Bey, Adli´nin kalbinde olup bitenlerden haberdardır. Ona mektubunda şöyle bir tavsiye verir:
“Sen tuttuğu hamuru yoğurmasını bilmeyen acemi bir aşçıya benzersin. Korkarım ki henüz yumuşak ve kat´ i hatalarını almamış olan bu taze ruhu da iradesizliğin, gevşekliğin, fazla zaafınla çürütmeyesin. Dikkat et Adli, kadınlar sırasında bir kıvılcım, sırasında bir yangındır ve onların bir huyları da yanarken karşılarındakini de yakmaktır.”
Dayısının, memleket meseleleri sebebiyle yurt dışına çıkması evin düzenini değiştirir. Adli, artık daha çok sorumluluk sahibidir. Geliri az da olsa bir işe girer. Sinan´ın yanında olmayışı işini iyice zorlaştırır. Dostuna manen ihtiyaç duyar. Bir akşam eve geldiğinde Sinan´ın dönüşünü kendisine Mecbure haber verir fakat bu normal bir haber verme değildir. Mecbure bunu söylerken adeta havalara uçmaktadır. İşte o akşam Adli, içine düşen kurtla uzun süre boğuşacaktır. Adli için zor günler yeni başlar. Kardeşi Jale ve Rami arasında iyi gitmeyen bir şeyler olduğu bellidir. Kopmaz sanılan o bağ kopar ve Jale baba evine döner. Bu dönüş aileyi her anlamda zarara uğratmıştır. Ziver Paşa’nın servetinden faydalanma dönemi biter. Artık bu evde ekonomik sıkıntılar baş gösterir. Adli kazandığı parayla hem kendi ailesine hem de anneannesine yardım etmeye mecbur bırakılır. Önceleri ailesinin gözünde pek kıymeti olmayan Adli, o evin en çok aranan ferdi olur. Bir yandan okul, bir yandan iş, bir yandan ekonomik sıkıntılar ve bir yandan da Mecbure´ye olan aşkı Adli´yi epey yorar. O, şikâyet etmek yerine kendisine elem veren bu aşkla nefes almayı tercih eder. Sinan´ı kendisine rakip olarak görmesine neden olan tavırlarını yakından gözlemler ve yer yer haklı çıkar ama her şeye rağmen Mecbure´yi sevmeye devam eder. Hele Sinan’a asla kızmaz. Hâlâ onun dostluğunu arar. Mecbure, günden güne Sinan´ a olan hislerini açık seçik belli eder. Bunu Adli´den başka anlayan olmaz. Yine o yolun çiçeklerini gösterdiği, her şeyin düzeleceğine inandırdığı bir zamandır. Sinan ve Adli´nin eve geldiği bir akşam, yardımcı kız Sinan´a bir zarf uzatır. Sinan zarfı açtığında, Balıkesir İdadisi Müdürlüğü´ne atandığını görür. Adli bunu duyduğu ilk anda, kendine rakip olarak görmek istemediği arkadaşının artık olmayacağına sevinir. Mecbure´nin kendisine alâka göstereceğine inanarak sevinir. Hem utanır hem sevinir. En yakın arkadaşı, dostu giderken nasıl bunları düşünür? Fakat içindeki hislerin arasında en kuvvetlisi, en cesuru, en parlağı Mecbure´ye olan aşkıdır. Diğer hislerinin üstünü hemencecik örtüverir. Adli Mecbure´yi ne denli seviyorsa Mecbure de aynı aşkı Sinan´a karşı duyar. Sinan´ın gidişi onu tam manasıyla alt üst eder. Adli´nin onu gerçekten anladığına emin olduktan sonra onunla acısını paylaşır. Bu dertleşme aralarındaki muhabbeti bir kat daha artırır. Tüm bunlar olurken memleket, bulunduğu dönemin gereği hareketliliğini sürdürür. İnkılaplar tüm yurtta büyük bir değişim oluşturur. Ziver Paşa´nın görevine son verilir. Asaf Bey işten çıkarılır ve ikisinin de evlerinde âdeta matem havası eser. Bu hadiselerden sonra artık tüm yük Adli´nin omuzlarındadır. Hem maddi hem mânevî ailesinin yanında olmak zorundadır. Adli, kocaman evde kendisine bir odayı çok gören ailesine, kendisine karşı en ufak bir sevgi belirtisi göstermeyen annesine tüm gücüyle yardım etmeye hazırdır. Çünkü Adli sevmek için yaratılmıştır. Kalbi, sevgiden başka hiçbir duyguyu içinde barındırmayı kabul etmez. O sevgi, ailesine sırtını dönmesine izin vermez. Adli bu meselelerle ilgilenirken Mecbure´nin iyileşip kendisine ilgi göstermesini bekler. Bekler fakat Adli, Mecbure için bir sığınak, kendisini avutacak bir araçtır. Mecbure ve Adli arasındaki münasebet her geçen gün biraz daha artar. Adli bundan müthiş bir zevk duyarken Mecbure için aynı şeyi söylemek güçtür. Sinan için atan kalbini, Adli için atmaya zorlar. Kalbine yüklediği bu ağır görevi, aklı ve mantığıyla kendine kabul ettirmeye çalışır. Masanın üzerine en mantıklı fikirlerini koyar. Kalbinin söylediği şarkıyla tezatlıklarına bakar. Evet mantığının söyledikleri en makul olandır fakat kalbinin söylediği şarkı daha yüksek seslidir. Mecbure´ye kızmak imkânsızdır çünkü hiçbir kalp, mantığa karşı mağlup olmamıştır. Tüm bunlara rağmen başka yönlere bakan bu iki insan evlenmeye karar verir. Adli, sevincini ailesiyle paylaşmak için Mecbure´nin kararından emin olmasını bekler, bekler, bekler… Zaman tüm hızıyla geçip giderken Adli, Sinan´dan gelen bir mektupla onun İstanbul’a geleceği haberini alır. Sevinip sevinemeyeceğine karar veremez o an. Dostunun gelişi kendisi için tüm koşuşturmacanın arasına bir mola niteliği taşıyacakken Mecbure için acılarının tazelenmesinden başka bir şey değildir. Sinan´ın gelişi evde bayram havası estirir. Adli´nin hem dayısı hem anneannesi hem de Selami bu ziyaretle mutlu olur. Aynı zamanda Fahrünnisa için de yeni bir fırsat doğar. Burada en çok mutlu olacak kişi Mecbure´dir aslında ama Adli, onların karşılaşmaması için Mecbure´yi yatılı olarak annesine gönderir. Bu Adli´nin son çırpınışlarıdır. Adli şu sözler üzerine, bıkmadan usanmadan kalbinde büyüttüğü aşka veda etmeye şu diyalog sonrası karar verir:
— “Bak Sinan dedim hepsinin seni ne kadar görecekleri gelmiş.
— Benim de onları
— En fazla kimi özlemiştin Sinan?
Çirkin, münasebetsiz, soğuk bir gülüşle güldüğümün farkında idim. O hep ciddi ve ağırdı. Bir an düşünür gibi durdu cevap verdi:
— Mecbure´yi!”
Adli için tüm savaş işte bu cevapla son bulur. Özenle bakıp büyüttüğü, uğruna her şeyi göze aldığı, dünyasının merkezine koyduğu aşkı tek bir kelimeyle kalbini paramparça eder. Evet, yolcu çiçekli yolun sonundadır. Bu yolda zaman zaman üzülmüş, bazen umutlanmış, çoğu zaman hayal kırıklığına uğramıştır. İşte bu duygular, Adli´ye kendisini bulmasında yardımcı olmuştur. Bu duygular Adli´yi nefsinden uzaklaştırıp ruhuna yakınlaştırmıştır. Kalbinin bir yanını kasıp kavuran bu acılar, diğer yanını da olgunlaştırıp pişirmiştir. Adli, maddî aşkı aşıp mânevî aşkı, bu aşkı vereni, verenin güzelliğini fark etmiştir ve bitmeyecek olan asıl aşkı tanımıştır. Sevmek için yaratılan kalp amacına ulaşmıştır. Adli Sinan´a kendi duygularından bahsetmez. Aksine Mecbure´nin aradığı kadın olmadığına inandırır Sinan´ı. Kimsenin Mecbure´yi kendisi gibi sevemeyeceğine emindir. Onu bu zaman kadar sevgiyle büyütmüş, her anında yanında olmuş, onu iyi hissettirmek için elinden gelen her şeyi yapmıştır. Ama tüm bunlar aşkına karşılık bulmasına yetmez ve artık çabalamasına gerek de kalmaz. Uzun bir mektupla Mecbure´ye veda etmeye karar verir. Mecbure´ye, Sinan´ı her yönüyle tanıyıp mutlu olması için tavsiyeler verir. Mektubunu ne kadar uzun yazsa da bir sonu olması gerekir bu vedanın. Şu sözlerle mektubunu bitirir:
“Sana şu ayrılık dakikasında, adetimiz olduğu gibi, son defa günün havadisini de vereyim: Dün hususi olarak Dahili´ye nezaretinden çağrıldım; Mülkiye Müfettişliği´ne tâyin edildiğimi haber verdiler. Emrimi alır almaz hareket edeceğim. Son havadisimi verirken son ricamı da söyleyeyim: Bu birkaç gün içinde artık birbirimizi görmeyelim.”
Adli için vereceği savaşlardan belki de en zoru başlar. Diğer sorunlarla bir şekilde başa çıkabilmiştir çünkü Mecbure´nin varlığı, belki de tek desteğidir. Ama şimdi? Mecbure´nin yokluğuyla tek başına mücadele etmek zorunda kalmıştır. Aslında Adli, hayatının her döneminde yalnızdır. Bu mânevî bir yalnızlıktır, anlaşılmıyor olmanın verdiği bir yalnızlık. Her geçen gün bu his, bir kara delik gibi Adli´yi daha da çok içine çekerken Mecbure´nin gelişi bunu değiştirmeye kapı aralamıştır. Ama her kapı gibi bu kapı da suratına kapanmıştır. Adli buna alışıktır. Kendisini güçlendiren belki de bu kapılardır. Adli, her kötülüğe bir iyilikle cevap verir. Bu iyilikler onun kalbini güzelleştirirken çevresine ders verir niteliktedir. Sevmek ve sevgi üzerine her konuda ustalık gösteren Adli, kendi aşkı için en gösterişli savaşı verir. Bu savaştan yenik çıkan taraf gibi görünse de kendi içinde bir zaferi vardır bu yenilginin. Adli, yolculuğa neden çıktığının farkında olan bir yolcudur. Ne aradığını bilen ve aradığını bulan… Bu bilinç onu zafere götürmüştür. Kendini bulmanın, hakîkî olan aşkla tanışmanın zaferi…
Kitap Hakkında Kısa Bir Yorum
“Yolcu Nereye Gidiyorsun”eseri genel mânâda sade bir dille yazılmıştır ve kendini okutan bir dile sahiptir. Eserde eski Türkçeden sözcüklerin kullanılması okuyucuyu ilk sayfalarda zorlasa da dipnotlar yardımcı olmaktadır. Özellikle Ayverdi´nin okuyucuları bu konuda zorluk çekmeyecektir. Okur, yoğun tasavvufî temaların kullanıldığı bir eserle karşı karşıyadır. Bu konuyla ilk kez karşılaşan ya da ilk kez Ayverdi okuyan bir okur, kitabın tahlil edilmesiyle aklındaki soru işaretlerine cevap bulacaktır. Okur kitabın sonuna geldiğinde mutlaka çıkarımlarda bulunacaktır fakat farklı pencereler, eseri daha anlaşılır kılabilir. Genel anlamda romanın içeriği öğretici ve akılda kalıcıdır. Yazar okuyucuya nasihat etmek yerine, doğruyu sezdirmeyi tercih etmiştir. Eserde mürşid-i kâmil Cem Bey ve ana karakter Adli arasında mektuplaşmalar geniş yer tutar. Bazı okuyucular tarafından felsefî bulunan bu mektuplar, okuma hızını düşürüp okuyucuyu sıkabilir. Bu konulara ilgisi olan okuyucu ise mektupları zevkle okuyacaktır. Diğer taraftan Adli´nin içsel konuşmaları, okuru düşünmeye itebilir. Bu konuşmalar, Adli´nin karakterini daha iyi anlamak için büyük önem taşır. Eserin geniş bir kadrosu vardır fakat olay ana karakterler etrafında geliştiği için okuyucunun aklını karıştırmaz. Burada okuyucuya düşen, karakterlerin temsil ettiği tipleri tahlil edebilmektir. Romanın sayfa sayısı, Adli´nin hikayesi için yeterlidir. Kimi okuyucuya ilk bakışta kalın gibi görünse de kitap, akıcı oluşundan zevkle okunabilir niteliktedir.
Bu eserle okur; kütüphanesine, sözcük dağarcığına, hayata ve aşka olan bakış açısına mutlaka bir şeyler katacaktır. Adli´nin hikâyesi derin ve anlamlıdır. Okur, kitabı bitirdiğinde Adli ile tanıştığına memnun olacak ve zaman zaman onu hatırlayacaktır.
Sıradan Bir Yol ve Sıra Dışı Bir Yolcu PDF