Hafize Daştan [1]
Arapça “gezmek, gezi” anlamındaki seyahat ile (aslı siyahat) Farsça name (risale, mektup) kelimelerinden oluşan seyahat-name “gezi mektubu, gezi eseri” manasına gelir. Buna Fars edebiyatında sefer-name adı da verilir. Arap edebiyatında “seyahat” ve “seyahatname” anlamında daha çok rihle kelimesi kullanılır.
Edebü’r-rihle, edebü’r-rahalat terkipleri modern zamanlarda ortaya çıkmış, özellikle İbn Battuta seyahatnamesinin XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Fransızca, İngilizce gibi dillere çevrilmesinden sonra Arap edebiyatında kullanılmaya başlanmıştır. Rihle, “bir yerden bir yere göç etmek” manasındaki rahl (veya aynı anlamdaki irtihal) mastarından isim olup “göç” demektir. Eski Arap şiirinde, Kur’an’da ve hadislerde rihle “göç, yolculuk, gezi, seyahat” anlamlarında kullanılmış, Kur’an’da Kureyş kabilesinin ticaret amacıyla yaptığı yolculuk ve seyahatler rihle diye anılmıştır (Kureyş 106/1-2).
Asr-ı saadet ve Hulefa-yi Raşidin dönemlerinden itibaren İslam dinini yaymaya vesile olan fetihleri kolaylaştırma, fetihler neticesinde genişleyen İslam topraklarını oluşturan beldeleri ve halkını tanıma, başta hadis olmak üzere çeşitli ilimleri tahsil etme vb. amaçlarla Müslümanlar tarafından seyahatler gerçekleştirilmiş ve seyahatnameler kaleme alınmıştır.
Ebu Bekir İbnü’l-Arabi’den (ö. 543/1148) itibaren seyahatnamelerin günlük anılar şeklinde olduğu görülmektedir. Bu alanda İbnü’l-Arabi’yi İbn Cübeyr izlemiş, bu türü daha da ileriye götürmüş, eserinde yüksek bir edebi üslup kullanmış olması dolayısıyla seyahat edebiyatının onunla başladığı söylenmiştir.
Dünyanın önemli gezginlerinden sayılan İbn Battuta seyahatnamelere yeni bir anlayış ve üslup getirmiş, ülke ve beldelerin özelliklerinden çok insanların ve halkların durumları, sosyal hayat, inanç ve gelenekleriyle ilgili bilgiler vermiş, bundan dolayı seyahatnamesi tarih, coğrafya ve edebiyat yönünden olduğu kadar etnografik, antropolojik, sosyokültürel açılardan da büyük bir değer taşımıştır.
Ömer Lütfi Efendi ve Yazarlığına Dair
Hakkında kaynaklarda bilgi sahibi olunamayan Ömer Lütfi Efendi’nin, tek eseri olan Ümit Burnu Seyahatnamesi’nde de Battuta üslubu görülür. Ümit Burnu’ndaki Müslümanların batıl inançlara dayalı gruplaşmaları hasebiyle dinin kendilerine doğru öğretilmesi için Osmanlı Devleti’nden âlim talep etmeleri üzerine Ömer Lütfi Efendi’nin yolculuğu başlar. Ümit Burnu’na İslami itikat ve ibadetleri öğretmeye giden Ebubekir Efendi’nin öğrencisi olan Ömer Lütfi Efendi’den, arşiv belgelerinde “bir nefer hizmetçi” diye bahsedilir. Bu eserde yazarın İstanbul’dan Ümit Burnu’na olan vapur yolculuğu ve Ebubekir Efendi’nin Güney Afrika halkı için İslami eğitim süreci ele alınır.
Eser, Ömer Lütfi Efendi’nin İstanbul’dan Ümit Burnu’na kadar deneyimlediği şehirler ile Ümit Burnu’nu anlattığı bölüm ve Ebubekir Efendi’nin Mektuplarının ele alındığı bölüm olmak üzere iki bölümden oluşur. Mukaddime ile başlayan birinci bölümde, İstanbul’dan Ümit Burnu’na kadar, Korsika, Messina ve Sardunya adalarıyla; Marsilya, Paris ve Londra şehirlerine yer verilir. Bu bölüm hatime ile bitirilir. İkinci bölümde ise Ebubekir Efendi’nin Güney Afrika ahalisinin ahvalini anlatan altı mektubuna yer verilir.
Bağdatlı Abdurrahman Efendi’nin Brezilya Seyahatname’si ve Mühendis Faik’in Seyahatname-i Bahri Mühit ’i aynı dönemde kaleme alınan eserlerdir. Hatta Mühendis Faik bu seyahatte Ömer Lütfi Efendi ve Hocası Ebubekir Efendi ile Ümit Burnu’nda tanışma fırsatı bulur. Gerek aynı dönemde kaleme alınmış olmalarından gerekse benzer İslami Deformasyon süreçlerinin ihyasını konu alıyor olmalarından, birlikte okunabilirler.
Bölge halkının Ümit Burnu şehrine yerleşmeleri Avrupalıların Cava adalarını işgal etmesine dayanır. Hollandalıların bu adalardaki zulmünden kaçan Cavalı Müslümanlar, deniz yoluyla 1770 yılında Afrika kıtasının tam güney ucunda bulunan Ümit Burnu şehrine yerleşirler (Görsel 1). Bölgedeki Hristiyan halkının varlığı ise, 16. yy. sonlarında Avrupalıların işgali ile misyonerlik faaliyetlerine dayanır.
İngiliz ve Hollandalı çekişmesinin ortasında kalan Ümit Burnu şehrinde, zamanla göç dalgalarını da fırsat bilen İngiliz yöneticiler bölgeyi İngiliz toprağı ilan ederler. Önceki yönetim olan Hollandalılara binaen İngiliz Kralı’nın daha rahat bir idari yöntem benimsemesi ile Müslüman ahali toplanarak mescit ve mektep inşasına başlarlar. Mabetlerin kilise tarzında inşa edilmesi İslami deformasyon sürecinde dikkat çeken durumlardan biridir.
Aslen Cavalı olan halkın fıkıh ve akaid kitaplarının Cava lisanı ile yazılmış olması, çocukların ise Hollanda lisanıyla konuşmaları dolayısıyla yeni nesle bilgilerin aktarılması durumunda aksaklıklar yaşanır.
Ümit Burnu’nda Müslüman cemaatin batıl inançlara dayalı gruplaşmaları hasebiyle çatışmalar çıkar. Bu durum güvenlik açısından sömürgeci İngiliz yönetimini dahi rahatsız eder ve 1862 yılında Müslümanlar İngiliz valisine başvurarak Osmanlı Devleti ile irtibata geçerler. İslam dininin kendilerine doğru öğretilmesi için âlim gönderilmesi talebinde bulunurlar.
Sultan Abdülaziz’in Emriyle
1862 yılı Nisan ayında İngiliz valisinin de onayını aldıktan sonra İngiltere Krallığı aracılığıyla Osmanlı devletinden bir din âlimi talep edilir. Londra Sefiri Sultan Abdülaziz ile iletişime geçer. Sultan durumdan haberdar olur olmaz konuyla yakından ilgilenir. Mayıs ayı itibarıyla kararlar alınır ve Ebubekir Efendi ile Ömer Lütfi Efendi bu göreve tayin edilir.
Ömer Lütfi Efendi, Ebubekir Efendi ile Fransa vapuruyla Dersaadet ’ten ayrıldıktan sonra Korsika, Messina ve Sardunya adalarına uğrayarak Osmanlı sefirinin de bulunduğu ekiple Marsilya’ya varır. Yüksek katlı yapılardan etkilenen Ömer Lütfi Efendi, altı beygirli at arabası olan Omnibüs ’den bahsederken şehrin sokaklarının genişliğine vurgu yapar. Yazarın Marsilya’da etkilendiği bir diğer yapı Şimendüfer İstasyonu diye bahsettiği tren istasyonudur. Buranın havasının iyi olmasına rağmen suyu bir kuyu suyu gibi acı olduğundan, makine buharından elde edilen islim suyunun içildiğinden de bahseder.
Paris ve Londra Sefarethanelerinde Misafir
Üç günlük Marsilya konaklaması sonrasında Paris’e geçen Ömer Lütfi Efendi, burasının bir tarafından öbür tarafının görülebildiği düz bir şehir olduğundan bahseder. Seyyah “Otuz araba yan yana sığar.” cümlesiyle yollarının geniş olduğunu vurgular.
Bir haftalık Paris konaklamasının ardından Londra’ya geçen yazar, şehri sakin bulur. Cumartesi olunca Londra halkı lüzumlu olan yiyecekleri alır, pazar günü ne bir dükkân açık kalır ne de bir fabrika. İki ay kadar ikamet ettiği bu şehirde geçirdiği günlerde yalnızca bir pazar günü güneş yüzü görmesinin sebebini, hane ve fabrikalardaki kömür kullanımının havaya olan etkisine bağlar.
Londra halkının tabiatının gayet güzel olduğuna değinirken, ekserisinin şapka çıkarıp, el verip, musafaha edip, kahve ısmarlayışlarından pek bir memnundur. Yaptığı kıyasta Fransızlar’ı ise dönemin nezaket anlayışıyla, kötü ahlaklılar olarak eleştirir.
Londra sefaretini ziyareti sırasında yeni bir ayakkabıya ihtiyacı olan Ömer Lütfi Efendi’nin, İngilizce ile olan samimiyetine “giv mi van bot” cümlesiyle şahitlik ediyoruz.
Londra’dan ayrıldıktan sonra 44 gün kara yüzü görmeden süren yolculuğun son gecesi Ümit Burnu’na varmak üzere olmanın sevincinden uyuyamayan gemi halkı, limana ulaştığında, baş direğe İngiliz bandırası, ikinci direğe ise Osmanlı bandırası çekilip üçer adet karşılıklı top atışı sonrası sandallarla nihayet iskeleye çıkarlar. Ebubekir Efendi ve Ömer Lütfi Efendi ilk olarak hamama uğrayıp temizlenmelerinin ardından dışarı çıktıklarında, Müslüman ahaliyi kapı önünde saf saf dizili bulurlar. Devlet-i Aliye’nin Ümit Burnu elçisi Mösyö Robins faytona binmeyi teklif etse de Ebubekir Efendi ve yazarımız kalacakları konağa kadar Müslüman ahali ile yürümeyi tercih ederler.
Bunun aksine Ebubekir Efendi’nin oğlu Ömer Celalettin Efendi “Cape Town’a ulaşınca babam kendisini kimsenin beklemediğini gördü. Royal otelde gelecekleri beklemek maksadıyla, endişe içinde üç gün bekledi, fakat kimse gelmedi.” ifadeleriyle durumu anlatmaktadır.
On beş gün içinde büyük bir mektep açılarak talim ve tedrislere başlanır. Oldukça hevesli olan üç yüz kadar öğrencinin talimlerine Ebubekir Efendi önayak olurken, yazarımız Ömer Lütfi ise dersi ezberlettirme ve anlatmakla görevlidir.
İki sene içinde üç hafız çıkarıldıktan sonra, öğrencilerin kalabalık olması hasebiyle içlerinden hızlı ilerleyenleri kalfa tayin ederler. Yaşlıların talim ve tedrisleri ise akşam mektepte toplanılarak yapılır. Talimlerde telaffuz problemi yaşayanlar için yazar “Bu biçareler doğru telaffuz edeceğiz diyerek son derece sa’y u gayret eylediklerinden kan ter içinde kalırlardı” diye bahseder.
Hristiyan mekteplerinde bir mektebin açılışına vesile olan her kim ise onun bir duası olurmuş. Her cumartesi akşamı ertesi günün tatil olması dolayısıyla bu duayı okuyup evlerine dağılırlarmış. Bunun öğrencileri tarafından dile getirilmesi sonrasında Ömer Lütfi Efendi, aruz ilmine de aşina oluşuyla dualardan oluşan beyitleri yazarak, her perşembe akşamı Cuma gününün de tatil olması sebebiyle talebeleri bu beyitleri okutarak dağıtır. Bu beyitlerden bir kısmı şöyledir:
Hakka ki ulül’l-emre ita’at bize lazım
Gel eyle ita’at olasın dinine ka’im
Seyyah olarak Lütfi -i bi-çare-i nazım
Her hatıra geldikçe bu beyti oku da’im
Durdukça zemin ü feleğin mihr ile mahı
Efzun ola ol padişehin ömrü ilahı
İslam’a Mal Edilen Yanlışlar
Ümit Burnu Müslüman ahalisinden 20 kişi hacca gidip döndükten sonra imam olarak bilinir ve onlara uyanlara ise mürit denilirmiş. Bu imamların her biri Müslüman ahaliyi yirmiye bölerek ayrıştırırlar, fitre ve sadakalar bu imamlara verilir, imamdan başkasına verilirse Allah indinde kabul olunmayacağı hükmü verilirmiş. Yine bir başka hurafe sebebiyle, Ömer Lütfi hanesinden cenaze çıkanlar için “biçare” diye bahseder. Çünkü cenaze çıkan hanenin sahibi fakir dahi olsa, müridi olduğu imamın tüm müritlerini yedi gün yedirirmiş, kırkıncı gün, yüzüncü gün ve sene davetlerinde de bu yemek tekrarlanırmış. İmamlara kendi hanelerinde yemek yemek az nasip olur, davetten davete koşarlarmış. Bu toplanmalar esnasında ortaya bir buhurdan getirip, bağırarak Yasin Suresi’ni okurlar, hiçbir şey anlaşılmadığı gibi etraftaki hanelere de rahatsızlık verirlermiş.
İnsanların kendi tükürüklerini yutmasının orucu bozduğu düşünülerek odalarında ve boyunlarına asılı bir şekilde tükürük hokkası bulundururlarmış. Fakat ağızlarına aldıkları Ebu Bekir Efendi’nin Enfiye diye tanımladığı tozun oruçlarını bozduğunu kabul etmezlermiş. Koyun ve sığırın baş ve işkembesini haram sayar, insanların kuzenleri ile evlenmelerini caiz bulmayıp, sütkardeşlerin birbiriyle evlilikleri ve bir adamın çocuksuz bulunan validesi ile evlenmesine cevaz verirlermiş.
Ebubekir Efendi ve Ömer Lütfi Efendi işte tüm bu İslam ile alakası olmayan fakat İslam’a mal edilen fiillerin düzeltilmesi için burada çalışmalarına devam ederler.
Yazarımız dört yılın ardından Ümit Burnu’ndan ayrılarak dönüş yoluna girer. Yolculuğunda bir durak olan Mısır’da Camiü-l-Ezher ziyaretinden etkilenerek, binlerce ilim talebesinin buradaki ilim yolcuğuna olan hayranlığından Ezher’de ilim öğrenmek için kalmaya karar verir. Dört ay okuduktan sonra bir hastalığa yakalanır ve yataktan kalkamaz hale gelir. İki ay hastane süreci sonrasında her ne kadar Ezher’de kalmak istese de bu hastalığa bir daha yakalanmak endişesi ile Dersaadet’e dönmeye karar verir.
Ömer Lütfi Efendi Seyahatnamesinde, Ebubekir Efendi’nin gönderdiği mektuplara da yer verir. Ebubekir Efendi bir mektubunda 13 yıldır harcadığı emeklerin semeresine erdiğini söyleyerek yetiştirdiği kimselerin hocalık yapmaya başladığından bahseder.
Fakat aynı dönemde yazılan Türk Denizcilerin İlk Amerika Seferi- Seyahatname-i Bahri Muhit’te Mühendis Faik Bey ‘in açıklamalarında ise Ebubekir Efendi’nin başarısız olduğu, istifa etmek istediğine yer verilmiştir. Hatta Ebubekir Efendi’nin burada evlenip eşine ev hapsi uyguladığı iddia edilmektedir.
Ömer Lütfi’nin kaleme aldığı bu kıymetli eser, ecdadın kendi iç ve dış meselelerinde yoğun olduğu bir dönemde dahi, kıtalar ötesindeki Müslüman kardeşlerinin İslam’ı doğru öğrenmesi için verdiği mücadeleyi adım adım anlatmıştır. Aynı zamanda yazar, Güney Afrika Müslümanları arasında dinin yanlış anlaşılması ile ortaya çıkan karışıklıkları oldukça detaylı örnekler ile ele almıştır. Gerek bu coğrafya ve bu coğrafyada dini deformasyonların nasıl olduğu gerekse bu süreçte ecdadın kıtalara uzanan İslam hizmeti hakkında bilgi edinmek isteyenlerin merakla ve şaşkınlıkla tek solukta okuyabileceği bir eserdir.