Büşra AKKAYA[1]
Sadreddin Konevî XIII. yüzyıl Anadolu’sunda yaşamış büyük bir mutasavvıftır. Konevî’nin tasavvufi düşüncesi yeni bir tasavvuf anlayışının oluşmasında etkili olmuş, kendinden sonraki sufileri de etkilemiştir. Onun tasavvufi görüşlerini daha iyi anlayabilmek için yaşadığı coğrafyayı iyi bilmeli, toplumsal ortamı iyi anlamalı ve bunun yanı sıra gelişiminde etkisi olan kişileri de iyi tanınmalı.
XIII. yüzyıl Anadolu’suna bakıldığında iki ayrı dönem görülmektedir. İlk dönem Anadolu’ya Türkiye Selçukluların hâkim olduğu ve devletin başında Alâeddin Keykubat’ın bulunduğu refah dönemidir. Alâeddin Keykubat zeki, güçlü ve siyasi açıdan donanımlı bir devlet adamıydı. O devletin başında olduğu sürece, jeopolitik açıdan önemli bir bölge olan Anadolu’nun sınırları genişledi, ayrıca yaptırdığı kale ve surlarla da bölgenin savunmasını güçlü hale getirmeye çalıştı. Böylece Moğol istilası onun döneminde Anadolu topraklarına giremedi. Bu refah dönemi sadece siyasi açıdan değil sosyal, ekonomik, toplumsal ve din hürriyeti açısında da parlak bir dönemdi. Hem müslüman hem gayrimüslim halk hükümdara karşı bağlılık içindeydi. Toplumda barış ve hoşgörü hâkimdi. Bu parlak dönem, II. Gıyaseddin Keyhüsrev döneminde 1243’te Kösedağ’ da yapılan savaşta Moğollar’ın galip gelmesiyle sona ermeye başladı. Asya’dan Anadolu’ya göçler meydana geldi. Moğolların baskı ve zulümleri her açıdan Anadolu halkını buhranlı bir hayata sürükledi. Bu yıkım ve kargaşa ortamının yarattığı bunalımdan Mevlâna, Yunus Emre, İbnü’l Arabi, Sadreddin Konevî ve Hacı Bektaşi gibi bazı tasavvufi şahsiyetler, toplumu yeniden irşad etmek, insanlara destek olmak ve yıkılan yerleri imar etmek için tekke ve zaviyeler inşa etti. Tüm çabalarını halkın müslümanlaşması ve Anadolu’nun İslamlaşması için harcadılar. Bu çabalar büyük değişimleri de beraberinde getirdi. Türk kültürünü geniş bir ölçüde canlandırdı, tasavvuf yükselişe geçerek sanatı, edebiyatı, iktisadi ve içtimai alanı önemli ölçüde etkiledi. Musiki alanında “Sema-Mevlevilik”, edebiyatta “Divan” edebiyatı gelişti. İktisadi ve içtimai alanda ise esnaf teşkilatı olarak bildiğimiz “Ahi” teşkilatı ilerleme gösterdi. Bu yükseliş sadece Anadolu sınırları içinde kalmadı, zamanla Türkiye coğrafyasının da dışına çıktı.
Sadreddin Konevî’nin ilim, fikir ve karakterinin inşasında etkili ilk isim, alim ve mutasavvıf bir şahsiyet olan babası Mecüdüddin İshak’tır. Kaynaklarda Endülüs’ten Malatya’ya göçtüğü zikredilen Mecdüddîn İshâk’ın tam adı, Mecüdüddin İshak b. Muhammed. b. Yûsuf. b. Ali el- Endülisi el-Malati’dir.[2] Mecdüddîn, Anadolu Selçuklu Devleti’nde hem Sultan I. Gıyaseddin Keyhüsrev hem de onun oğlu Sultan I. İzzettin Keykavus’a hocalık ve danışmanlık yapmış, aynı zamanda Abbasi devleti ile Selçuklu arasında elçilik vazifesi üstlenmiş ve ahiliğin Selçukluya gelmesinde önemli bir rol üstlenmiştir. Kendisinin önemli üst düzey yöneticilikler yapması ve saray efradınca da çok önem verilen biri olması, Sadreddin Konevî’nin ilim tahsilinde önünü açmış ve sonrasında onun da babası gibi sarayda sayılan ve sevilen bir kişi olmasında etkili olmuştur. Babasının, Sadreddin Konevî üzerindeki tek etkisi siyasi olarak sınırlı kalmamış aynı zamanda bir mutasavvıf olan babasının çevresinde Evhadüddin-i Kirmani, Sa’deddin Hammu’ye ve İbnü’l Arabi gibi önemli mutasavvıf dostlarının olması onun ilmi ve fikri açıdan gelişmesini sağlamıştır. İçlerinde en önemlisi ve Sadreddin Konevî’nin hayatında önemli bir isim olarak öne çıkan İbnü’l Arabi’dir. İbnü’l Arabi, Mekke’de tanıştığı Mecüdüddin İshak’ın daveti üzerine Dımaşk, Urfa ve Diyarbekir yoluyla Malatya’ya gelmiş, bir süre onunla beraber kalmıştı.[3] Aralarında güçlü bir dostluk bağı oluşmuş, Mecüdüddin İshak’ın vefatıyla bu dostluk bağı Sadreddin Konevî ve İbnü’l Arabi’de güçlenerek devam etmiştir.
Muhyiddin Muhammed bin Ali bin Muhammed el-Arabi el-Hattımi et-Tai, İslam düşüncesi ve tasavvuf alanında önemli etkileri olan büyük bir mutasavvıftır. Endülüs doğumlu olan İbnü’l Arabi, Mecüdüddin İshak’ın davetiyle geldiği Malatya’dan sonra onunla Konya’ya geçmiştir. Mecüdüddin’in sarayda üst düzey yetkili olması, sultanlara yakın bulunması İbnü’l Arabi’nin de saray efradınca büyük bir itibar kazanmasını sağlamıştır. Mecüdüddin’in vefatıyla İbnü’l Arabi ile Sadreddin Konevî yakınlığı daha da artmış ve Konevî’nin hayatındaki en önemli isim İbnü’l Arabi olmuştur.[4] Bu yakınlığı sadece şeyh – mürid ilişkisi olarak görmemek gerekir. Sadreddin Konevî, İbnü’l Arabi’nin tasavvufi yaşantısından ve felsefi düşüncelerinden büyük bir ölçüde etkilenmiştir.
Sadreddin Konevî’nin asıl adı Ebü’l-Meali Sadrüddin Muhammed b. İshâk b. Yusuf’tur.[5] Çoğunluğun görüşüne göre 1207 yılında Malatya’da doğmuştur. İslam tasavvuf düşüncesine önemli katkıları olan büyük alim ve mutasavvıf Konevî’nin hayatı, varlıklı bir ailede geçmiş, babasının bulunduğu konum itibariyle devlet adamları ve alimlerle iç içe büyümüştür. Varlıklı olmasının verdiği etkiyle iyi bir eğitim aldı. Dönemin önemli ve tanınmış âlimlerinden dersler alırken, felsefi alanda da eğitim alarak kendini geliştirdi. Bunun yanı sıra dönemin kültür ve ilim merkezleri Şam, Halep Mısır, Hicaz ve Konya’da bulunup buradaki âlimlerden istifade etme fırsatı buldu. O dokuz on yaşlarındayken babası Mecüdüddin’in hayatını kaybetmesi ile onun eğitimi ve terbiyesi ile İbnü’l Arabi ilgilenmiştir. Bir rivayete göre İbnü’l Arabi Mecüdüddin İshak’ın vefatı ile onun dul kalan eşi ile evlenmiş ve Sadreddin Konevî’nin üvey babası olmuştur. İbnü’l Arabi’nin vefatından bir süre sonra 1241 yılında Konya’ya gitmiş ve hayatının sonuna kadar burada yaşamıştır.[6] 1274 yılında Konya’da vefat etmiş ve orada defnedilmiştir.
Sadreddin Konevî’nin, İbnü’l Arabi’ye verdiği önemi kitaplarında da görüyoruz. Kitaplarında genellikle İbnü’l Arabi’ye atıf yapar ve ondan “eş-şeyh”, “el-imam” diye bahseder. Aralarındaki ilişki o kadar derindir ki Konevî, İbnü’l Arabi’nin vefatından sonra onunla “vâkıalar”da görüştüklerinden söz eder.[7] Konevî’nin tasavvuf düşüncesinin oluşumdan ve onun bu alanda saygın bir otorite kabul edilmesinde İbnü’l Arabi’nin etkisi büyüktür. Sadece ilmi anlamda katkı sağlamakla kalmamış manevi hal ve tecrübelerinden feyz almasında etkili olmuştur. Aralarındaki bu yakın ve güçlü bağ sayesinde Konevî, kendisini İbnü’l Arabi’nin öğrencisi olmaktan çok onun düşüncelerine ortak biri olarak görmüş ve bu durum tasavvufi düşüncede de kabul gördüğü için ikisinede faklı ünvanlar verilmiştir. İbnü’l Arabi “şeyhü’l-ekber”, Konevî ise “şeyhü’l kebir” olarak anılmıştır. Sadreddin Konevî ve İbnü’l Arabi’’nin yakın ilişkisine rağmen üslup ve yöntemlerinde farklılıklar vardır. Konevî, İbnü’l Arabi’ye göre eserlerinde daha sistematik ve düzenli bir anlatım kullanır fakat İbnü’l Arabi’nin anlatımı biraz daha dağınıktır. İbnü’l Arabi, halkın genel olarak her kesimine hitap edebiliyorken; Konevî, daha üst kesim insanlara hitap ediyordu. Konevi’nin kitaplarında kullandığı dilden dolayı tasavvuf düşüncesi açısından metinleri herkesle mukayese edilemez derece özgünlüğe sahip görülmüştür. İbnü’l Arabi çoğu alanda eser yazan biriyken Konevî ise daha çok hadis okunmasını kendisinin ve dahi İbnü’l Arabi’nin teorik kitapları ile çok ilgilenilmemesini tavsiye etmiştir. Tasavvuf düşüncesinde İbnü’l Arabi’nin mutasavvıf yönünün ağır basması ve felsefi bilgi ve açıklamaları geri de tutması sebebiyle ona “sufi hâkim” denmiştir. Tam tersi Konevî’de ise felsefi dil kendini hemen hissettirdiği için ona “hâkim sufi” denmiştir. Konevî’nin, İbnü’l Arabi’den ayrılan yönlerinden birisi de onun eserlerinde çoğunlukla kimseyi kaynak göstermek istememesidir o kaynak göstermemeyi özgünlük olarak atfetmiştir. Üslübunun zorluğuna ve hitap ettiği kesimin azlığına rağmen onun eserleri “Tasavvuf Edebiyatı’nın” kurucu metinleri sayılmıştır. [8]
Sadreddin Konevî ve Mevlanâ Hazretleri aynı dönemde aynı bölgede yaşamış ve yakınlık kurmuş iki önemli sufidir. Doğum ve vefat tarihleri birbirine yakındır ayrıca iki sufi de Konya’da faaliyet göstermişlerdir. Kaynaklarda onların öncelikle birbirlerine karşı soğuk oldukları fakat zamanla yakın ilişkilerde bulunarak dost olduklarından bahsedilir. Aralarındaki bu yakın dostluğun örneği olarak ise Mevlana’nın kendi cenaze namazını kıldırmasını için Konevi’ye vasiyette bulunmasıdır. Birbirlerine saygı ve hürmetleri son derece fazla olan iki dostun farklılıklarını görürüz. Bu farklılıktan kasıt üslup anlamındadır, Konevî daha üst düzey kimselere hitap eden bir sufiyken Mevlana’nın her kesimden insana hitap eden birisi olması onun daha geniş kitlelerce tanınan bir mutasavvıf olmasında etkili olmuştur. Menkıbelerde anlatıldığına göre ise Mevlâna geleneksel anlamda bir mutasavvıf, Konevî ise ehl-i zahir olarak tasvir edilmiştir. Onların tasavvufi düşünceleri ekolleşerek “Ekberi – Konevî” geleneği şeklinde isimlendirilmiştir.[9]
Sadreddin Konevî tasavvufta İbnü’l Arabi’nin düşüncelerini devam ettirmiş olmakla birlikte o tasavvufa yeni bir yön kazandırmıştır. Konevi tasavvufu dini ilimlerle değil başta felsefeyle ve daha sonrasında İslam düşüncesinin teorik ilimleriyle ele almıştır. O Gazali’nin aksine tasavvufunun “İlmi ilahi” (metafizik) olduğunu ileri sürmüştür.[10] Konevi öncelikli olarak ilimleri sınıflandırma yoluna gitmiş ve metafiziğin bir ilim olup olmadığı konusuna odaklanmıştır. Metafiziğin konusunun Allah’ın varlığı olduğunu söylemiştir. Bu noktada İbni Sina’dan ayrılır çünkü İbni Sina: “varlığı var olmak bakımından varlık” der. Konevi ise “var olmak bakımından varlık haktır” der.[11] Konevi asıl meselenin Tanrı-âlem irtibatı olduğu ve metafizik yapabilmek için ilahi isimlerin önemli olduğunu savunur. Metafiziğin diğer ilimlerle ilişkisini ise metafiziğin üstünlüğü ile açıklar. Ona göre metafizik İlimlerin en şereflisidir ve sahih ilham ve batıl ilhama imkân verir. [12] Konevî’nin tasavvuf düşüncesinin hususi noktalarından biri de tasavvufun hakikat yolu olması, hakikate ulaşmada gereken bir yol olmasıydı. Hakikat yolunda iki yöntem kabul eden Konevî birinci yol olarak istidlali (felsefecilerin kullandığı yol) ikinci yol olarak ise (sufilerin kullandığı) kalbin arındırılması yolunu belirtir. Konevî’nin asıl “Tasavvufi yöntem” olarak gördüğü kalbin arındırılmasıdır. Bu yöntem riyazet, müşahede, nafile ibadetler ve tasavvufi bazı hal ve uygulamalar ile gerçekleşir. Hakikat bilgisine ulaşmak isteyen bir kimse önce kendisi hakkında bilgi sahibi olur yani “marifetün-nefs’e” ulaşır ve buna bağlı olarakta “marifetullaha” erişerek Tanrı hakkında ve âlem hakkında bilgi sahibi olur. Mutlak Tanrı anlayışını benimseyen Konevî, mümkün ve imkân kavramlarını kullanarak Tanrı – âlem ilişkisini ele alır. Onun varlık anlayışı vesilecidir yani Tanrı tüm mümkünlerin sebebidir. Tanrı âlemi bir sebebe göre yaratmıştır ve oda bilinme arzudur[13] Bilgiye ulaşmada ise kıyası savunan Konevî bunun metafizik meselelerde geçerli olmadığını ve bu noktada tasavvuf yönetiminin girmesi gerektiğini savunur.
Miftahu’l Gayb: Bir metafizik kitabıdır, “gaybın anahtarı ve tafsili” olarak açıklanır. Konevî’nin en önemli eseri olarak kabul edilen kitap yeni dönem tasavvufunun temel kitaplarından biri olmuştur. Eserde metafizik bilgiye dair temel ölçü ve kaideler yer alır. Konevî bu kaideleri “tahkik kaideleri” olarak isimlendirmiş ve kaidelerin kaynağını akıl, keşif(müşahede), vahiy olarak üç kısma dayandırmıştır. Ayrıca Konevî eserde felsefi kavramlardan haraketle bir metafizik anlayışı oluşturur. Tanrı-alem ilişkisini yine bu kitapta “sûdur teorisi” ile anlatır. Kitapta son olarak insan konusunu ele alır ve Tanrı ile başlar, insan ile sona erer. Bir kitabın Tanrı ile başlayıp insan ile sona ermesi, sufilerin genel yaratılış teorilerinin istilzam ettiği bir sonuçtur.[14]
İcazü’l-beyan fî tefsiri ümmi’l-Kur’an: Fatiha suresinin tefsiridir. Eser Konevî’nin yeni dönem tasavvuf anlayışındaki görüşleri içermesi bakımından önemlidir. Ayrıca eserde diğer kitaplarında olan görüşleride yer aldığı için kapsamlı bir eser kabul edilir. İcaz’ül beyan bir tasavvuf tefsiri olmasının yanı sıra Tanrı-alem ilişkisinin yorumlandığı bir kitaptır.[15]
Şeyhü’l Esmaillahi’l-hüsna: Allah’ın doksan dokuz ismi üzerinden ilahi isimleri açıklamaya çalışır. Önemli bir eserdir. Yeni dönem tasavvuf düşüncesinde bilgi ve varlık konusunun merkezinde ilahi isimlerde yer alıyordu. Kitapta Konevî’nin isimler teorisi de iki şekilde ele alınıp açıklanmıştır. Buna ilaveten Tanrı’nın isimlerinin anlamları, bu isimler ile ahlaklanmanın manâsı, insanın hangi düzeyde bunlarla ilişkide olabileceği gibi konular üzerinde durulur.[16]
El-Fükuk fî esrari müstenidati hikemi’l-Fusûs: el-Fusûlul-hikem yeni dönem tasavvuf düşüncesinin ilk kitabıdır. İbnü’l Arabi’nin eseridir. Bu eser üzerine ilk şerh Konevî’ye aittir. Bu eserde Konevî’nin el-Fusûlul-hikem için yazdığı şerhtir. Ayrıca Konevî’nin ilk şerh ettiği kitaptır.
Şerhu Erbaine Hadis: İbnü’l Arabi’de olduğu gibi tasavvuf için hadis İlmi önemli bir yer teşkil ediyordu. Sufiler her zaman Hz. Peygamber’in ahlakını ve zühd yaşantısını örnek almaya çalışmış ve bu anlamda hadislere önem vermişlerdir. Konevî’de Hadis ilmini “hakikati Muhammediye” olarak görmüş. Yani Hz. Peygamber’in cevamiü’l kelim özelliğinden haraketle bu kitapta 29 hadisin şerhini yazmıştır. Kitap Ekberi sufi geleğenin hadis anlayışı açısından önemlidir.[17]
En-Nefehatü’l-ilahiyye ve en-Nusûs fî Tahkiki tavri’l-mahûs: Konevî’nin tecrübelerine ve düşüncelerine yer verdiği kitaptır. İlk Nefhalar’da kendi kişisel gelişiminin yanı sıra İbnü’l Arabi ile ilişkisine ve hayatı hakkında bilgilerine yer vermiştir. En-Nusûs’ta ise görüşlerine kısa bir şekilde yer verilir.
El-Mürselat: Nasuriddin Tusi ile Konevî’nin mektuplaşmalarının yer aldığı kitaptır. Konevî’nin tasavvufi düşüncesi ve felsefeye yönelik görüşlerini anlamak açısından önemli bir kitaptır. Mektupların genel konusu İbni Sina felsefesi üzerinedir ve sorulan sorulardan oluşur.
Sadreddin Konevî’nin Hayatı ve Tasavvuf Anlayışı PDF
[1] Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi 4. Sınıf öğrencisi, busraakkaya0804@gmail.com (Bu yazı Young Academia ve İdeal Bilge Derneği iş birliğinde Dr. Kemal Ramazan Haykıran yönetiminde “Asya’nın Sönmeyen Kandilleri 13. Ve 15. Yüzyıl Sufileri Atölyesi” kapsamında üretilmiştir.)
[2] Mehmet Ali Hacıgökmen “Mecüdüddin İshak”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, 2019, C. Ek-2. s. 210-211 .
[3] Mehmet Ali Hacıgökmen “Mecüdüddin İshak “, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, 2019, C. Ek-2, s. 210-211.
[4] Ekrem Demirli “Sadreddin Konevî“, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, 2008, C. 35, s. 420-425
[5] Ekrem Demirli, “Sadreddin Konevî“, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, 2008, C. 35, s. 420-425
[6] Ekrem Demirli, “Sadreddin Konevî”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, 2008, C. 35, s. 420-425
[7] Ekrem Demirli, “Sadreddin Konevî“, İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2010, 171 s.
[8] Ekrem Demirli, “Sadreddin Konevî “, İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2010, 171 s.
[9] Ekrem Demirli, “Sadreddin Konevî “, İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2010, 171 s.
[10] Ekrem Demirli, “Sadreddin Konevî “, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, 2008, C. 35, s. 420-425
[11] Ekrem Demirli, “Sadreddin Konevî “, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, 2008, C. 35, s. 420-425
[12] Ekrem Demirli, “Sadreddin Konevî “, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, 2008, C. 35, s. 420-425
[13] Ekrem Demirli, “Sadreddin Konevî”, İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezleri (İSAM), 2010, 171.s
[14] Ekrem Demirli, “Sadreddin Konevî”, İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezleri (İSAM), 2010, 171.s
[15] Ekrem Demirli, “Sadreddin Konevî”, İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2010, 171 s.
[16] Ekrem Demirli, “Sadreddin Konevî”, İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2010, 171 s.
[17] Ekrem Demirli, “Sadreddin Konevî”, İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezleri (İSAM), 2010, 171.s