Hanife Alağaş [1]
Sezai Karakoç, 22 Ocak 1933 yılında Diyarbakır’da doğmuştur. Çocukluğu Ergani, Maden ve Piranda’da geçmiştir. Ergani’de ilkokul, Maraş’ta ortaokul, Gaziantep’te liseyi bitirmiştir.
Karakoç, Ankara Üniversitesi Siyasi Bilimler Fakültesi’nin maliye bölümünden mezun olmuştur.
Hayatı, bizlere sanata doyurmuş ve onun zikrini ilklerimizde hissettirmiştir. Yalnızca bir şair de değil, düşünen, halkının derdiyle dertlenen, olaylara kafa yoran, yeni nesillere çıkış yolu sunan bir büyük önderdir. Karakoç, Türk edebiyatına 60’lı yıllarda damga vuran bir sanatkâr olmuştur. Bu eserde, felsefe ve edebiyatın muhteşem bir uyumunu sergilemiştir. Bunu yaparken yer yer ağır bir dil söz konusu olsa da bu, kitabın akıcılığının önüne geçememiştir.
Karakoç bu eserde cennetin sekiz kapısını ifade eden sekiz peygamberden bahsetmiştir. Cennetin tam da kendisi olan Hz. Muhammed’in hikayelerinden yola çıkmıştır. Bu hikayelerden yola çıkarak bir ümmetin doğuşunu, gelişimini, sorumluluklarını ve öz benliğine erişip “Yitik Cennet”ten, bulunmuş gerçek cennete nasıl varılacağının değerlendirmesini yapmıştır.
Cennetin ilk kapısı Âdem olmuştur. Hz. Adem ile açılan kapı, insanın toprakla olan imtihanını sergiler. Ademoğlunun düşüşü, dirilişin gerçekleşmesi için gerekli olan bir düşüştür. Oluştan varoluş etabına gelmesi için, Hz. Adem’in kursağından o yasak elmanın girmesi gerekmiştir. Aslında bu yasak elmadan kasıt, realite ile karşılaşmanın sembolüdür ve Adem’in benlik bütünlüğünün anlaşılması için önce Havva’nın yitirilmesi, sonra şeytanın yitirilmesi ve en son da cennetin yitirilmesi gerekiyordu. Hz. Âdem bunları yaptıktan sonra cennetten çıkarılıp buradan düşmesi, ademoğlunun hakikati anlayıp yeni bir dirilişe ulaşmasının çağrısı olmuş.
Cenneti kaybetmişlik duygusuyla oluşan özlem, cennete tekrar ulaşma çaresi olmuştur. Çünkü bir arzunun oluşması için öncesinde kaybedilmesi gerekir. Şeytanla karşılaştıktan sonra tövbeyi bulan Âdem gibi medeniyetin değişimi için de şeytanlarıyla karşılaşması gerekmektedir.
Buradaki şeytandan kasıt kötülük olmuştur. Cennet kapısında bekleyen kötülüğün sembolü olan yılan, her medeniyette var olmuştur. Birçok medeniyetin de bu iyilik ve kötülük savaşı vermesi gerekmektedir. Bu savaş da Rönesans’ı doğurmuştur. Bir süre sonra da hakikati unutan âdemoğlu Hz. Nuh kıssası ile su imtihanını vermiştir. Hz. Nuh gelmekte olan cezayı insanlara açıklamaya çalışmış ama âdemoğlu onu alaya almıştır. Nuh’un gemisi sadece inananlardan oluşmaktadır. Bundan dolayı inanmış insanlar topluluğu sembolünü doğurmuştur. Her zaman insanlar bir araya gelmeli, kendisini kurtaracak kişinin etrafında toplanmalı ve inkâr edenlerden uzak durmaya çalışmalıdır.
Ademoğlu hakkı unutmuş olsa da medeniyetler de bunu unutunca onları da bekleyen bir tehlike olmuştur. Bir medeniyette batı çanları çalmaya başlandı mı, onun gerçek sahipleri, hemen bir diriliş nezdinde toplanması gerekir. Nuh’un gemisi, bir nevi yeniden doğuşun bir sembolü olmuş, batmaya yüz tutmuş uygarlıklar için Hazreti Nuh sonrası, bu dünya öbür dünyaya bir hazırlanma alanı doğurmuştur. Hazreti Âdem ile atılan ilk tohum bir tarla olmuştur. Medeniyetler de sürekli imtihanlara tabi tutulmuştur.
Hazreti Âdem ve Nuh’tan sonra insanlığı hayvan ile kurtaran bir diğer kişi de Hazreti İbrahim’di. Hakikat medeniyetin şahidi olan, Hazreti İbrahim örneğinde medeniyetler samimiyet özünü kaybetmeden zamanın dostu olmuştur.
Bir başka mesele de devlet ilkeleri, girişimin, düşüncesinin, politikalara yüz tutmuş Hz. Yusuf’un hayatı olmuştur. Hz. Yusuf’a ilk ihanet kardeşlerinden gelmiştir. Daha sonra köle olmuş, ardından hizmet adamlığı yapma, zindana düşme gibi birçok zorlu merhalelerden geçmiştir. Politik unutkanlık, iftira gibi devlet adamının karşılaşabileceği tüm sorunlar ile karşılaşmıştır. Ve bu merhaleleri alnının akıyla aşmış ve devletin diriliş sembolü olmuştur.
Diğer bir peygamberimiz de Hz. Musa, kendi gücüne ve egosuna tapan bir kişinin asla unutamayacağı ve narsisizmle oluşan hiçbir kavramın kendisinden kurtulamayacağı bir kader ironisidir. Hazreti Musa, toplum ve devletini bütünüyle ve diğer insanların düzen ve yaşamlarından sıyrılmıştır. Onun bu sıyrılışı bir kitap ile olmuştur o da Tevrat’tır. Artık bu devletin ve insanların düzenini sağlayacak yasa koyucudur. Bu yasalara uyan toplum mutlak cenneti bulacaktır.
Bahsettiğimiz yasa koyuculuğu Hz. Musa ile olmuş, ideal devlet modeline de bir diğer peygamberimiz olan Süleyman peygamber ile ulaşılmıştır. Burada putlaştırma, diktatörlük, zulüm son bulmuştur. Hakikat artık her yeri kuşatmıştır. Artık hikmet devlet olmuş, devlet de hikmet olmuştur. Burada yitik cennet bulunmuştur.
Hazreti Yahya’da ise suça karşı tam kınayış, suçlunun kınanışı ve Roma’ya karşı gerçeklerin söylenmesidir. Roma’dan öncesi Roma’ya teslim olanları kınayış ve hayasızlığı kınayıştır. Buradaki en büyük sembol Roma’nın hayasızlığı karşısında gösterilen sabır olmuştur. Buradaki yitik cennetin yalancı dünya cennetine dönüşmesi, yalancı dünyanın cenneti ise takibinde indirdiği yumruğu olmuştur.
Hazreti İsa’nın babasız bir şekilde dünyaya gelmesi, Roma’nın onu ilah olarak ilan etmesine yetmiştir. Hz. İsa’nın mucizevi bir şekilde doğması buradaki dirilişin sembolü olmuştur. Bundan dolayı sekizinci yani son kapı olan “Yitik Cennet” in tamamlanması burada sağlanmıştır. Buradan sonra cennet, ruhta dirilecekti.
Yeniden bulunmuş cennettir aslında o, o ki sadece cennetin kapısı değil, cennetin ta kendisidir.
Başlarda da ifade edildiği gibi sekiz cennet kapısıyla bağlantı kurduğumuz sekiz peygambere ve diğer peygamberler aslında kurtuluş kapısı olarak hep ona açıldılar.
Hazreti Âdem ilk peygamber olsa da gerçek de onun hakikatinde idi. Her ne kadar kurtuluş Hz. Musa’nın gemisinde olsa da aslında kurtuluş İslam’daydı. Hazreti İbrahim onun topluluğunu kurdu, onun adına kötülükleri yok etti, putları kırdı ve onun sevgisiyle Allah’ın dostu oldu. Hazreti Yusuf’un hükümdarlığı, onun tedbirinden oldu. Hazreti Musa onun toplumundan toplum kurdu, Hazreti Süleyman onun devletini kurmak ile görevlendirildi. Hazreti Musa ümitsizliğin en yüksek merhalesinde hakikatin sesi oldu, tebliğ sesi. Ve onun son nişanesi de Hazreti İsa ile tamamlandı. İşte bunların vûcud bulmuş hali Hazreti Muhammed (s.a.v) içindi, o Yitik Cennet’i yeniden cennete dönüştürdü. O yeniden dirilişin ta kendisiydi.
Değerlendirmesi yapılan bu kitap, hayatı boyunca çeşitli fikirler üzerine insanlığa en iyi sistemi bulmak üzere çalışmış, medeniyetini yitirmiş ademoğlunun Batı’nın taklit cehenneminden kurtulup bir diriliş esintisinden kendini sıyırabilecek bir eser olmuştur. Bu alanlarla ilgilenen kişilerin, konularına farklı bir gözle bakmayı sağlayacak bu eseri okumaları, daha küresel düşünmelerine katkıda bulunacaktır. Ayrıca kendini kaybetmiş yolunu arayanlar için muazzam bir eserdir. Ancak içerdiği zor cümleler ve kalıplar okuyucunun anlamasını zorlasa da derine inebilecek felsefi ve ruhi bir alt yapı oluşturulmuştur. Bununla birlikte yazarın diğer eserlerini okumak da ifade etmek istediği düşünceleri anlamayı kolaylaştırmıştır Kitap okuyucuya varoluşun kaynağını vermiş, aslında bunu da dost edasıyla yapmış, kitabı okuyanların ufkunu genişleten sağlam bir altyapı oluşturmuştur. Bu kitap varoluş amacını bulmak isteyen, kitap okumayı seven, okuyarak derin düşüncelere dalmak isteyen herkes okuyabilir. Okuduğunuzda asla pişman olmayacağınız bir eserdir.
[1] Siirt Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, 3.sınıf öğrencisi, hhanife56@gmail.com
(Bu yazı Young Academia ve Server Genç Hanımlar Derneği iş birliğinde Doç. Dr. Yusuf Bahri Gündoğdu yönetiminde ‘’Sezai Karakoç ve Medeniyet Bilinci ’’ kapsamında üretilmiştir.)