Dilara Nur Kaplan[1]
Sezai Karakoç çağımızın mütefekkiri, şairi, yazarı, ozanı ve Türk Siyasetçisidir. Diyarbakır Ergani’de 1933 yılında doğmuştur. Liseyi Gaziantep’te parasız yatılı olarak okumuştur. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesini 1955’te bitirmiştir. Bir süre Maliye Müfettişliğinde çalıştıktan sonra Temmuz 1965’te memurluktan ayrılmıştır. Gazetecilik ve yayıncılık alanında çalışmıştır. İlk şiiri 1951’de Hisar dergisinde yayımlanmıştır. Üniversite yıllarında Şiir Sanatı dergisini çıkarmıştır. Başlangıçta Pazar Postası dergisinde ‘’İkinci Yeni Akım’’ doğrultusunda şiirler yazmıştır. Daha sonraki yıllarda tümüyle kendi şiirine yönelmiştir. Gazetelerde ise İslam toplumlarının çağdaş dünyadaki konumlarını ele almıştır. Geride bir çok eser bırakarak hayata veda etmiştir. Mona Roza şairi olarak bir çok kesim tarafından bilinmektedir.[2]
Yitik Cennet, yazarın başyapıtlarından biridir. Kitapta insanın cennetten sürgününden başlayıp dünyaya sevki, dünyada hatasını fark edip tövbe etmesi ve yeniden yitirdiği cenneti araması konu ediliyor. Öncesiz ve sonrasız cennet hayatından faniliğin mayasıyla mayalanıp faniliği tadarak dünyaya iniş ve varoluş mücadelesinin başlaması anlatılıyor.
Yitik cennet bir peygamberler tarihidir de diyebiliriz. Karakoç kitapta, dokuz peygamberi ve yaşadıklarını bildiğimiz tarih anlayışının dışında çok farklı bir açıdan ele almış ve şiirsel dille bir şölen havasında anlatmıştır. Adeta insanlığın ve medeniyetlerin oluşumunda her peygamberin ruhunu bir yapıtaşı mesabesinde bu esere nakşetmiştir. Her şey zıddıyla kaimdir. İnsan da cenneti kaybederken dünyaya bunun için gönderilmiştir. Yitirdiği cennetini bulmak için… Peygamberler de rehberlerdir. İnsanı kaybettiği hakikat şuuruna yaklaştırıp, cennetini tekrar buldurmak için…
Kitap, Kur’an ve Peygamberlerin rehberliğinde insanın ve medeniyetin dirilişini anlatıyor. Zira Peygamberlerin yaşadıkları olayların hem insanda hem de medeniyetlerdeki etkisi aynıdır. Adem (a.s.) cennetten dünyaya bırakılmıştır. Medeniyetler de toprakta şekillenir.
Medeniyetler de insan gibi sınavdan geçer. Çünkü medeniyetler ruhlarımızın aynasıdır.
İnsan dünyada faniliği tatmıştır. Zaman kavramı insanın hayatına girmiştir. Aynı zamanda Âdem (a.s.) düşüşle birlikte yüceliğin kadrini anlamıştır. “Medeniyetler de böyledir. Başlangıçta insan onu bir cennet özlemiyle benimser ve en tatlı yanıyla yaşar. Gerçekle karşılaşınca toprağa düşen âdem gibidir o uygarlık.”[3]
Karakoç, insanın aslını tanımlarken iki açıdan tanımlıyor. Madde aslı ve ruh aslı. “İnsan madde aslının dolaylarında ruh aslını unutur ve tekrar yücelmeye niyetlenmezse, maddeden öteye fırlatılır. Aşağıların aşağısına düşer. Ama bir kere de yüceye yöneldi mi ona bütün kapılar açılır. Mucizeler ülkesinin kapıları. Melekler de onun yardımcısıdır. Zaman bile şuurlanır. Ve insan Ashab-ı Kehf gibi mağaradan çıkar”[4].
Varoluş macerası Âdem (a.s.)’la başladı. Yitik cennetini aramak. İnsan hala arıyor bu cennetini.
Varoluşun temeli ise Nuh (a.s.) zamanında atıldı. İnsan tufan öncesinde kulluğunu unutmuştu. Hz. Nuh, gelmekte olanı açıklıyordu halkına. Bir yandan da “kurtarıcı gemi” yapılıyordu. İnsanlar peygamberi dinlemedi. İmtihanı unutmuşlardı. Yaratılmış olanın Allah’a nasıl boyun eğmesi gerektiğini unutmuşlardı. Hz. Adem’in toprakla imtihanından sonra, insanlık suyla imtihanı yaşadı. Ancak gemiye binenler bu imtihanı geçebildi. Çünkü “Allah’ın razı olduğu kimseye (kişiye) tufan bile sığınaktır. Ey inanmış insan , sen Allah’ın birliğini ve kudretini ilan eden sancaklarla donatılmış gemiye kaç ve sığın. Tufan gelmeden önce.”[5] Diyor; Sezai Karakoç ve ekliyor “Her zaman inananlar bir araya gelmeli ve yol göstericinin etrafında toplanıp inkâr ve isyan bataklarından kurtulmaya çalışmalıdır.”
“Bir medeniyette batış çanları çaldı mı, onun gerçek sahipleri durumu bütün acılığıyla görmeli ve hemen bir “diriliş merkezi” etrafında toplanmalıdır ki inanç, düşünce, sanat, edebiyat, ahlak ve davranışlarındaki olağanüstü medeniyet oluşumu duraklamaya yüz tutmuşsa o tohum gibi olan noktadan yeniden yol göstersin; boy versin, neşvünema bulsun”[6].
Millet kavramını oluşturan peygamber ise Hz. İbrahim’dir. İbrahim’de toprak ve sudan sonra ateş imtihanına tabi tutuldu. En büyük imtihan ateş imtihanıydı. Hz. İbrahim bu imtihanı aşkla geçti. Allah’a dostluk makamına yükseldi ve Halilullah sıfatını aldı. İnsanları Allah’ın dinine davet etti. Kâbe’nin etrafında bir milleti topladı ki biz buna İbrahim’in milleti diyoruz.
Bu millet ne ırklardan ne düşünceden meydana geliyordu. Bu millet sadece inanç üstüne kurulan bir milletti. Böylelikle İslam Milletinin Dirilişi gerçekleşti. Karakoç’un değerlendirdiği diğer bir peygamber Hz. Yusuf’tur. Hz. Yusuf kuyuya atılmak ve zindana atılmakla imtihana tabi tutulmuştur. Nihayetinde devlet tecrübesi kazanmıştır. O dünya devleti içinde ötelerin devletini gerçekleşmiştir. Devleti ancak Allah’ın buyruklarıyla yönetmiştir.
Diriliş erlerinden biri de Hz. Musa’dır. Firavun ’un karşısına mutlak yasayla, on buyruk levhasıyla çıkan peygamberdir. Yönetimde ilke ve uygulama ise Hz. Süleyman’la gerçekleşmiştir… Karakoç’a göre hakikat medeniyeti ideal devlet formuna Süleyman (a.s.) zamanında ulaşmıştır. Hz. Yahya ise Dirilişin mayası olmuştur. Roma’ya karşı hakikati haykırmıştır. Hz. İsa ile toplum değerleri değişmiş, İsa (a.s.) babasız doğmuştur. Halbuki Romalılarda baba adeta putlaştırılmış durumdadır. İhtiyarların tecrübesine çok kıymet verilen Roma’da Cenab-ı Hakk bir çocuk peygamber ile Roma’ya karşı koymuştur. Onun politikası, Romanın politikasına göre bir anti politikadır. Roma’nın kibrine karşı, insan olma politikasıdır.
Karakoç’a göre “Diriliş her zaman için beklenebilir. Zekeriyalar ve Meryemler olduğu sürece Yahya’lar ve İsa’lar her zaman gelebilir. Karakoç’a göre ‘’Roma nefsimizdir. Ama kalbimizdeki bir mihrap ışığı yandığı sürece ruhumuzun Zekeriyaları, Yahyaları, Meryemleri ve İsaları gelecek ve ölmüş olan ruhumuz dirilecektir.”[7]
Yazar en son Hz. Muhammed (a.s.)’dan bahseder. Artık Dirilişin son ve ebedi halkası tamamlanmıştır. Habibullah alemlere rahmet olarak gelmiştir. Karakoç bu durumu şöyle ifade eder; “O, cennetin bir kapısı değil, cennetin ta kendisidir. Cennetin sekiz rahmet kapısıyla ilintili olarak sekiz peygamber ve onlara bağlı öbür Peygamberler birer kurtuluş kapısı olarak hep O’na açılırlar.”[8]
Üstadın diliyle “Her Peygamber O’nun bir cephesiydi. Bütün cepheler O’nda (Resulullah a.s.) bütünlendi. Bu yüzdendir O’nda (Resulullah s.a.s) tamam oldu. Yitik Cennet yeniden bulunmuş cennete döndü O’nda.”[9]
Karakoç’a göre; O’nun (Resulullah’ın) gelişiyle alemde denge kuruldu. Yitik Cennet kitabı her Müslümanın okuması gereken bir kitaptır. Ölmeden önce ölünüz çağrısına muhatap olan müminlerin, bu dünyada iken dirilişe hazırlanan, İbrahim milletinden olan fertlerin ufkunu açacak, dirilişe dair yazılmış bir kitaptır. Peygamberleri ve O’nlara verilen vazifeleri, insanın varoluş mücadelesini, medeniyetlerin doğuşunu ve aşamalarını, inanan bir milletin nasıl olması gerektiğini bir bütün halinde ele alan bir kitaptır. Dirilişe aday olan, talip olan herkesin okuması ve faydalanması dileğiyle…
Peygamberler Rehberliğinde Yitik Cennet Arayışı PDF
[1] Araştırma Görevlisi, Karabük Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü dilarakaplan@karabuk.edu.tr
(Bu yazı Young Academia ve İdeal Bilge Derneği iş birliğinde Doç. Dr. Yusuf Bahri Gündoğdu yönetiminde ‘Sezai Karakoç ve Medeniyet Bilinci Yazarlık Atölyesi’ kapsamında üretilmiştir.)
[3] Sezai Karakoç, Yitik Cennet, Diriliş Yayınları, İstanbul 2014, s. 23.
[4] Karakoç, a.g.e., s. 30.
[5] Karakoç, a.g.e., s. 37.
[6] Karakoç, a.g.e., s. 38.
[7] Karakoç, a.g.e., s. 118-119.
[8] Karakoç, a.g.e., s. 130.
[9] Karakoç, a.g.e., s. 131.