Nebile Demirhan [1]
Melanie Klein 30 Mart 1882’de Viyana’da dünyaya gelmiştir. Freud’dan sonra psikanaliz tarihinde etkili olan kuramcılardan biridir. Kendinden önceki psikanalistler çocuk gelişimi teorileri için yetişkinlerle çalışmalar yapmıştır. 1919 yılında Berlin’de çocuklarla psikanaliz pratikleri yapmaya başlayan Klein ise bu durumu değiştirmiştir. Yürüttüğü çalışmalar sonucunda çocukların anneleri ile ilgili erken dönemde hem olumlu hem de olumsuz hisler geliştirebileceği ve bunları içselleştirebileceği fikrini ortaya çıkarmıştır. Bu durum Berlin’deki meslektaşlarından tepki almasına sebep olmuştur.
Klein, nesne ilişkileri kuramının önemli bir temsilcisidir. Kuramını çocuklar üzerinde yaptığı gözlemler üzerine kurmuştur. Frued’un yaşamın ilk 4-6 yılın önemini vurgulamasına karşın Klein ilk 4-6 ayın önemli olduğunu savunmuştur. Bu aylardaki anne-bebek ilişkisinin ilerleyen yıllardaki kişilik gelişimi için çok önemli olduğunu dile getirmiştir.
Bebek güvenilir, tanıdık, sıcak ve sakin anne karnından ayrılıp dünyaya geldiği anda bir kaosun içine düşmüş gibidir. Işık, ses ve hissettiği sıcaklık farkına tamamen yabancıdır. Annenin güvenli kolları ve besleyici memesi, bebeğin dünyaya uyum sağlamasına yardımcı olur. Bu sebeple meme, bebek için sadece doyurucu bir nesne değildir; güvende hissetmenin, sevginin ve şefkatin kaynağıdır. Bebek memeyi kendisinin bir parçası olarak görür ve onu kaybetmesi/ulaşamaması durumunda kaygı, huzursuzluk, güvensizlik gibi duygular oluşmaya başlar.[2]
Klein kitabına, haset ve şükran duygusu üzerine çalışmalarının sebebini anlatarak başlamıştır. asetin yaşamın en erken döneminde anneyle ilk ilişkisinden etkilediğini ifade etmekte ve bu ilişkinin bireyin bütün duygusal yaşamında belirleyici bir rolü olduğunu dile getirmektedir. Haset Klein’a göre haset, yıkıcı itkilerin oral-sadist ve anal-sadist bir ifadesidir. Karl Abraham’ın çalışmalarıyla bazı benzerlikler taşımakla beraber Abraham hasetin oral bir özellik olduğunu dile getirmiş ve Klein ile bu noktada ayrılmışlardır. Abraham, haset ve nefretin daha geç bir dönem olan oral-sadistik evrede harekete geçtiğini düşünmektedir.
Klein’a göre, yetişkin kişiliğini anlayabilmek için bebeğin zihnini anlamamız ve onu yaşamın daha sonraki evrelerine kadar izlememiz gerekmektedir. Analiz, yetişkinlikten bebekliğe gitmekte ve ara aşamalardan geçerek yine yetişkinliğe dönmektedir. O anda geçerli olan aktarım durumuna bağlı olarak sürekli tekrarlanan bir ileri-geri hareketidir bu.[3]
Klein, bütün çalışmalarında bebeğin ilk nesne ilişkisi olan “annenin memesi ve annesiyle ilişkisine” önem vermiştir ve buradan vardığı sonucu bizlerle paylaşmaktadır. Olumlu bir gelişimin başlayabilmesi için çocuk tarafından içe yansıtılan ilksel nesnenin ben’de yeterince güvenli bir şekilde kök salabilmesi gerekir. Bu bağın oluşumuna doğuştan gelen etkenler de katkıda bulunur. Oral itkilerin hâkim olduğu bir dönemde, meme besin kaynağı daha derin anlamıyla yaşamın kaynağı olarak algılanmaktadır. Doğum öncesinde anne ve bebeğin birlik olma hâli ve bu durumdan kaynaklanan güven duygusu doğumla birlikte değişir. Bebek, yitirmiş olduğu güven duygusunu doyurucu meme ile karşılamaya çalışır. Doğum öncesinde bebeğin anne ile kurduğu birlik ve güven duygusunun sağlamlığı annenin fiziksel ve ruhsal koşullarına da bağlıdır. Buradan yola çıkarak Klein, doğum öncesi döneme duyulan özlemin, idealleştirme ihtiyacının bir ifadesi olduğunu ve bu özlemin idealleştirme açısından incelendiğinde doğumla başlayan şiddetli zulmedilme kaygısı olduğunu dile getirmektedir. Bu kaygının ilk biçimidir.
Memeyle kurulan ilk ilişkide dış etkenlerin rolü de oldukça büyüktür. Doğumun zor geçmesi, oksijen yetersizliği gibi sorunlar, dış dünyaya uyum sağlama sürecini olumsuz etkiler ve memeyle olan ilk ilişki de zor koşullarda başlamış olmaktadır. Klein, böyle bir durumda bebeğin yaşama yeteneğinin zedeleneceğini ve gerçekte iyi olan ilksel nesneyi içselleştiremeyeceğini söyler. Ne olursa olsun yeterince mutlu bir beslenme dahi doğum öncesi anne-çocuk ilişkisinin yerini tutamayacağı için çocuğun memeyle ilk ilişkisine hüsran ve doyumsuzluk duygularının karışması kaçınılmazdır. Meme, bebek için sadece fiziksel bir nesne değildir, içgüdüsel istekleri ve bilinç dışı fantezileriyle fiziksel beslenmenin ötesinde bir anlamı vardır.
Klein kitabın ilk bölümünün sonlarına gelirken haset, kıskançlık ve açgözlülük arasındaki farkları açıklamaktadır. Haset iki kişi arasındaki ilişkiyle ilgilidir. Kişinin sahip olmak istediği nesne onda değil bir başkasındadır. Arzu duyulan nesne başkasına haz verdiği için kişi kızgınlık duymaktadır; nesneyi, nesneye sahip olan kişiden almak istemektedir. Hasetin kökeni anneyle kurulan ve herkesi dışlayan o ilk ilişkiye dayanmaktadır. Kıskançlık ise hasetten farklıdır çünkü burada üçüncü bir kişi daha vardır. Kişi hak ettiğini düşündüğü sevginin rakibi tarafından elinden alındığına veya alınacağına inanmaktadır. Açgözlülükte ise bir doyumsuzluk vardır ve kişi devamlı uyarılmaktadır. Nesnenin verebileceğinden ve kişinin de alabileceğinden çok daha fazlasına duyulan bir istek söz konusudur. Bilinç dışı düzlemde bu duygu memeyi kurutana kadar emmeye ve tümüyle yutmaya yönelir yani yıkıcı içe yansıtmadır. Şükran ise bebeğin memeden aldığı doyumu ve hazzı koruma isteğidir.
Klein, bu bölümde anne memesine duyulan hasetten bahsetmektedir. Besleyen memede bebeğin arzuladığı sınırsız süt ve sevgi vardır fakat bunların kendi doyumu için alıkoyulduğunu düşünmektedir. Bu duygu da gücenme ve nefreti artırmaktadır. Bebek ile anne ilişkisinin çarpıklaştığını söylemek mümkündür.
Bu ilksel hasetin aktarım durumunda canlandığını sık sık gördüğünü söyleyen Klein, analistin yaptığı bir yorumla hastayı rahatlattığı ve olumsuz duygularının yerini olumlu duyguların aldığı bir durumda bazı hastaların bu yorum üzerine yıkıcı eleştiriler yaptığını dile getirmektedir. Hasetli hasta analistin başarısını kıskanmakta ve bu durumda hasetli eleştirileri analiste ve yaptığı yoruma yöneltmektedir. Artık analistin iyi nesne olarak içe yansıtılması imkansızdır; bu durumda yapılan yorumlara inanmak ve onları içselleştirmek de söz konusu olmamaktadır. Daha az hasetli hastalarda verilen hediyeye şükran duymak da vardır. Hasetli hasta yapılan yardımı değersizleştirdiği noktada suçluluk duygusu da hissedebilmekte ve bu duygu da onu, analistten yararlanmaya layık olmadığına götürmektedir.
Hasta, analiste yönelik yaptığı eleştirilerde zaman zaman haklı da olabilmektedir. Ancak hastanın faydasını gördüğü bir analitik çalışmayı değersizleştirme ihtiyacı bir haset belirtisidir. Klein’a göre aktarım durumunda, ilk zamanlarda karşılaştığımız duygusal durumları hastanın ilksel deneyimlerine kadar izlediğimizde hasetin kökenini de keşfedebiliriz[4].
Üçüncü bölümde Klein, erken ben ile ilgili görüşlerini paylaşmaktadır. Klein’a göre ben, doğum sonrası yaşamın en başından beri vardır. Gelişmemiş ve bütünlükten yoksun olmasına rağmen vardır ve bazı görevler üstlenmiştir. Ölüm içgüdüsü tarafından yok edilme tehdidi Klein’a göre ilksel kaygıdır ve bu tehdidi dışa yönelten de bendir. Yaşam ve ölüm içgüdüleri arasındaki karşıtlığın beni harekete geçirdiğini söylemektedir. Freud, ölüm içgüdüsüne karşı olan bu savunmayı organizmaya bağlamaktadır fakat Klein bu durumu benin asli uğraşı olarak görmektedir. Ben nesneyi -en başta da memeyi- açgözlü ve tüketici bir şekilde içselleştirirken aynı zamanda kendini ve nesnelerini de değişen ölçülerle bölmekte, parçalamakta ve böylece yıkıcı itkilerin ve içteki zulmedilme kaygısının dağılıp seyrelmesini sağlamaktadır[5].
Bebek ilk aylarda iyi nesneyi kötü nesneden ayırmaya yönelmektedir. Temel anlamda iyi nesneyi korumuş olmaktadır. Bu durum benin güvenliğinin sağlamlaştırılması demektir. Bu ilksel ayırma sevme yetisiyle birlikte güçlü bir ben varsa başarılabilir. Klein, bu durumu şu şekilde özetlemektedir: Sevme yetisi hem bütünleştirici eğilimlere hem de sevilen ve nefret edilen nesneler arasındaki başarılı ilksel bölünmeye yardım etmektedir. Bütünleşme için belli bir bölünme işlemi zorunludur çünkü iyi nesneyi koruyan ve sonradan Ben’e nesnenin iki yönü arasında sentez yapma imkânı veren şey bu ilk bölünmedir.
Yıkıcı itkilerin ifadesi olan haset, bu ilk bölünme sürecine müdahale eder ve bunun sonucunda iyi nesne ilişkisi tam olarak gerçekleşmemektedir. Böylece bütünleşmiş bir yetişkin kişiliğinin temelleri de atılamamış olmaktadır. İleride iyi kötü arasında seçim yapması gerektiğinde hep zorlanacaktır. Gelişimdeki aksamalar aşırı hasetten kaynaklandığı zaman, erken evrelerde paranoid ve şizoid mekanizmalar da işlemektedir.
Güvenli bir anne-çocuk ilişkisinde dahi iyi nesneyle ilgili şüpheler ortaya çıkabilmektedir. Çünkü çocuk kendi yıkıcı itkilerine yenik düşmekten kaygılanıyordur. Yaşamın her döneminde, kaygı altında, iyi nesneye duyulan inanç sarsılmaları olabilir; fakat benin kendini yeniden bütünleştirmeyi başarıp başaramayacağını belirleyen etken bu tür kuşku ve zulmedilme durumlarının yoğunluğu ve süresidir.
Aşırı hasetin sonuçlarından biri de erken dönemde başlayan suçluluk duygusudur. Eğer ben henüz kaldıracak gücü yokken bir suçluluk duyarsa bu zulmedilme deneyimi olarak yaşanmakta ve suçluluk uyandıran nesne de zulmedici nesne olmaktadır. Klein’a göre her zaman besleyen doyurucu memeye duyulan haset suçluluğun en derin kaynaklarından biridir. Eğer ilksel nesne bebeklik döneminde dengeli bir şekilde yerleşmişse bu tür duyguların getirisi olan suçlulukla baş edebilmek daha kolaydır.
Kıskançlık ve memeye duyulan haset arasında dolaysız bir bağlantı vardır. Kıskançlık, baba ile rekabet duygusuna dayalıdır. Baba anneyi ve memeyi alıp kaçırdığı için suçlanmaktadır. Bu rekabet oidipus kompleksinin düz ve ters biçimlerinin ilk evrelerini belirlemektedir. Oidipus kompleksinin gelişimi anneyle kurulan ilk ilişkinin geçirdiği dönüşümler tarafından belirlenmektedir. Bu ilişkide çok erken bir aksama olursa babayla rekabet de zamanından önce başlamaktadır. Eğer bu ilişki sağlam olursa bebeğin anneyi yitirme korkusu da çok büyük olmaz ve anneyi paylaşma yetisi de gelişmiş olmaktadır. O zaman rakiplerine karşı daha büyük bir sevgi duyabilecektir. Bu da ilksel nesneye duyulan hasetin aşırı olmamasıyla ilgilidir.[6]
Kitabın beşinci bölümünde Klein örnek klinik gözlemlerini aktarmaktadır. Hastaların düşlerinden yola çıkarak yaptığı yorumları ve bu yorumların hastalarda nasıl farklı şekillerde karşılandığını paylaşmaktadır.
Klein, kitabın altıncı bölümünde hasete karşı duyulan kaygı ile baş etme yöntemi olarak savunma mekanizmalarından bahsetmektedir. İdealleştirilme sadece zulmedilme kaygısına değil, hasete karşı bir savunma olarak kullanılabilir. Bebeklerde iyi ve kötü nesne arasındaki bölünme başarılı olmazsa hasete bağlı olarak bu başarısızlık genellikle idealleştirilmiş bir ilksel nesne ve çok kötü bir ilksel nesne biçiminde bir bölünmeye sebep olmaktadır. Nesne göğe çıkarılarak haset azaltılmaya çalışılmıştır. Eğer haset çok güçlüyse zamanla ilksel nesneye ya da onun yerini alan başka insanlara yönelebilir. Klein’a göre iyi-kötü ve nesne arasındaki bölünme başarılı olmazsa bu konuda bir kafa karışıklığı doğabilmektedir.
Anne dışında başka insanlara kaçış, haset için en önemli olan nesneye -anne memesine- düşmanlık duygusundan kaçınmak için idealleştirilen başka insanlara yönelme, memeyi korumanın bir yolu demektir. Savunma mekanizmalarından biri de nesnenin değersizleştirilmesidir. Nesne değersizleştirildiğinde, haset duyulacak bir nesne olmaktan çıkmaktadır. Bu tutum idealleştirilmiş nesneye de uygulanır. Değersizleştirilince artık idealleştirilmesi de imkânsız olmaktadır.
Benliğin değersizleştirilmesi ise daha depresif kişilere özgü bir savunma biçimidir. Bu savunmanın asıl sebebi iyi nesneyi hasetten koruyamamış olmanın verdiği suçluluktur. İyi nesneyi zorla kurabilmiş kişiler, bunun rekabetçi duygular tarafından bozulacağı kaygısını taşımaktadırlar ve bu yüzden kendilerini rekabetten kaçmak zorunda hissederler.
Bir diğer savunma biçimi de çok açgözlü bir biçimde içselleştirmektir. Bebek memeye bütünüyle sahip olup denetimini ele geçireceğini, memede bulunan iyiliğin kendisine geçeceğini hissetmektedir. Ama içselleştirmenin bu açgözlü niteliği de kendi yenilgisinin tohumunu içinde taşımaktadır. Öznenin nesneyi aşırı sahiplenişi, onu içeride tahrip edilmiş bir zulmediciye dönüştürmektedir ve böylece hasetten ortaya çıkan sonuçlar da tam anlamıyla giderilmemiş olmaktadır.[7]
Son savunma biçimi ise haseti başkalarında kışkırtmadır. Sevilen insanlarda haset uyandırma ve onlara karşı zafer kazanma isteği vardır. Bu istek suçluluğa ve onlara zarar verme korkusuna sebep olmaktadır. Bu durumdan meydana gelen kaygı da kişinin sahip olduklarından zevk almasını güçleştirmekte ve haset artmaktadır.
Klein, bu bölümde analiz sırasında karşılaşılan ilerleme güçlüklerinden bahsetmektedir. Hastanın ilksel haset ve nefretle yüzleştirilmeye çalıştırılması uzun ve zahmetli bir süreçten sonra mümkün olabilmektedir. Haset ve rekabet herkes tarafından günlük hayatta zaman zaman hissedilen duygulardır ancak bunların en erken, en derin kökenlerinin aktarımı hasta için çok acılı ve zor bir deneyimdir. Terapist bu derin çatışmaların içinden derinlemesine bir çalışmayla geçmesine yardım ederek hastanın denge ve bütünlüğünün gelişmesine önemli bir katkıda bulunmuş olunur. En erken ilişkinin analizinin daha sonrakilerin analizini de içerdiğini ifade eden Klein, bu analizin hastanın yetişkin kişiliğini daha iyi anlamamıza imkân vereceğini söylemektedir.
Klein kendi gözlemlerine dayanarak yaşamın herhangi bir evresinde bireyin iyi nesneyle olan ilişkisinde bir sarsıntı meydana geldiğinde kişinin iç huzurunun ve güven duygusunun hem zedelendiğini hem de karakterinde bozulmalar belirdiğini dile getirmektedir. Zulmedici içsel nesnelerin ağır basması, yıkıcı itkilerin şiddetlenmesine yol açmaktadır. İyi nesneyle ilişki sağlam temeller üzerindeyse onunla kurulan sevgi yetisi, özdeşlik, şükran gibi duygular güçlenmektedir. Eğer iyi nesne derine kök salmışsa sarsıntılara dayanmak mümkün olmakta ve ruh sağlığının, kişilik oluşumunun ve başarılı ben gelişiminin temelleri atılmaktadır.[8]
Psikanalizin temel amacı kişiliğin bütünleşmesidir. Klein kitabı şu sözlerle bitirir: “Hastalarımıza yardım etmek için uğraşırken bize en çok umut vaat eden yol, erken dönemin sarsıntılarının tüm gelişimi üzerindeki etkisinin analizidir.”[9]
[1] Marmara Üniversitesi, İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi, Psikoloji, demirhanebile@gmail.com (Bu yazı Young Academia tarafından yürütülen Arş. Gör. Seyyide Şifa Göktaş yönetiminde “Kulüp Psikoloji Yazarlık Atölyesi” kapsamında üretilmiştir.)
2] Gozde Erdogan, Bebeğin Memeye Duyduğu Aşk, Erişim Tarihi: 15.02.2024, https://www.gozdeerdogan.com.tr/post/bebeği-n-memeye-duyduğu-aşk
[3] Melanie Klein, Haset ve Şükran, Metis Yayınları, İstanbul 1999, s.20
[4] Melanie Klein, a.g.e., s.29
[5] Melanie Klein, a.g.e., s.37
[6] Melanie Klein, a.g.e., s.46
[7] Melanie Klein, a.g.e., s.75
[8] Melanie Klein, a.g.e., s.93
[9] Ne Okuyorum, “Haset, Kıskançlık ve Şükran”, Erişim Tarihi: 08.12.2023, https://www.neokuyorum.org/haset-kiskanclik-ve-sukran/