Suna Albayrak[1]
1961 yılında Sivas’ta doğan Tahsin Görgün, Sivas İmam-Hatip Lisesinden mezun oldu. 1984 yılında ise Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden mezun oldu. 1985’te Türkiye Diyanet Vakfı’nın burslu öğrencisi olarak Almanya’ya gitti. Berlin Freie Universitat De Sprache, Handlung und Norm (Dil, Davranış ve Hüküm) başlıklı Fıkıh Usulü ve Felsefe doktorasını yaptı. 1995’te Türkiye’ye dönerek İslam Araştırmaları Merkezi’nde (İSAM) araştırmacı olarak çalışmaya başladı. Almanya’da iken Türklerin dini, pedagojik ve toplumsal meseleleri ile ilmî yönden ilgilendi. Müslümanlar ile Hristiyanlar arasında yapılan birçok diyalog toplantısına iştirak etti. Görgün, 2004 yılında Doçent unvanını aldı. Temel ilgi alanları arasında fıkıh usulü, Osmanlı dönemi ve Maverâünnehir ağırlıklı olmak üzere İslam düşüncesi tarihi; felsefenin dil, bilgi, ahlak, tarih, siyaset, bilim, toplum gibi muhtelif konuları; Kur’an araştırmaları; Osmanlı-Batı ilişkileri ve Osmanlı’nın Batı’ya tesiri; Alman idealist felsefesi gibi konular yer almaktadır. Tahsin Görgün hâlen İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölüm Başkanı olarak görev yapmaktadır.
İş bu kitap, Tahsin Görgün’ ün 19 Şubat 2016 tarihinde Çorum Belediyesi’nin daveti üzerine vermiş olduğu bir konferansın çözümlenip yazıya dökülmüş halidir. Konferansta ele alınan konular çoğunlukla Batı Avrupalı düşünürleri ve tarihçileri içerse de, bahsi geçen konular tüm dünya tarihini ilgilendirmektedir. Eser öncelikle, İslam ve Batı ilişkileri çerçevesinde ele alınacak olan “medeniyet” kavramını irdelemektedir. Yazara göre kavramların hakikî manalarını bulmak için çeşitli yöntemler mevcuttur. Medeniyet kelimesi kullanıldığında neyin kastedildiğini anlamak için söz konusu farklı yöntemlerden yararlanmıştır. Birincisi; kelimenin tahlilini yaparak anlamını belirlemek, ikincisi; ismin kendisini değil, medeniyet olarak bilinen ne varsa onu tanımlayan özellikleri alıp diğerlerinden ayıran özellikleri de ortaya koyarak medeniyetin anlamını bulmaktır. Üçüncü yolu ise söz konusu kelimeye sorular sormaktan geçmektedir. Yazara göre, eserin ana konusu olan “medeniyet” kavramının anlaşılması için sorulması gerekenler; “İslam Medeniyetinin dünya tarihindeki yeri nedir?” ve “Batı Medeniyetinin dünya tarihindeki yeri nedir? “ soruları olacaktır. Bu sorular çerçevesinde konferans ve eser şekillenmiştir.
“Dil öncesi varlığın kendisine “kavram”, o varlığın ismine, yani o varlığa verilen ada ise “terim” diyoruz.”[3] Medeniyet terimi bu haliyle 19. yüzyılın ortalarında batı dilinde yer alan “civilisation” kelimesinin karşılığı olarak kullanmak için uydurulmuş, belki de dilimize uyarlanmış bir terimdir. Yani medeniyet kelimesi, dilimizde ilk kullanıldığında Batı Avrupa’da yaşayan bir topluluğun yaşam tarzını ifade etmekte idi.
Batı dillerinde “civilisation” kelimesi ilk defa Mirebeau (ö. 1971) tarafından yazılan “L’Ami des Hommes ou Traite de la Population” isimli eserde kullanılmıştır. Yazar eserde, düzenli bir toplumda üç önemli topluluğun bulunması gerektiğini belirtmiştir. Bu toplulukların; din görevlileri, askerler ve yöneticiler olduğunu söylerken, dinin ve din görevlilerinin bu düzende önemli payı olduğuna dikkat çekmiştir. Dinin aşırılıklardan koruduğunu, kardeşliği arttırdığını ve bunu din görevlileri aracılığıyla yaptığını, bu nedenle din görevlilerinin toplum düzeni içinde etkin olmalarının önemini vurgulamıştır. Böylece insanların belli bir düzen içinde yaşaması ile civilisation yani medeniyet ortaya çıkmaktadır.
Fakat Batı’da kullanılan medeniyet kavramının arka planına bakıldığında belirli bir kesim insanın yaşam tarzından bahsettikleri görülmektedir. Söz konusu hayat tarzı diğerleri tarafından benimsendiği oranda, “diğerleri” medenîleşmiş olmaktadır. Ya da öyle oldukları yanılgısına kapılmışlardır. Bu durumu Görgün şu şekilde ifade eder: “Demek oluyor ki Civilisation’un hem kaynağı hem de mekânı Batı Avrupa’dır ve burada bulunanların sadece bir kısmının hayat tarzı böyle bir isimlendirmeyi hak etmektedir…”[4] Batı Avrupalılar 19. yüzyılın başında önemli derecede siyasî ve iktisadî güç elde etmişlerdir. Devamında buna bağlı olarak işgal ve sömürgeleştirme hareketlerinde artışlar yaşanmıştır. Etnik temizlik yaparak insanların dinini ve kültürlerini değiştirmişlerdir. Batı aydınlarının kendilerine biçtikleri görev, diğer toplumların, medeniyet nimetinden istifade etmelerini sağlamak yani gittikleri yerleri “medenîleştirmek” idi. Kendi hayat tarzlarının en yeni ve en doğru olduğuna inanan Batı toplumu, sömürgeleştirme hareketlerini kendi içlerinde meşrulaştırmaya çalışmışlardır.
Peki, biz medeniyetten ne anlamaktayız? Bir kesim Avrupalı yüksek zümrenin, yaşam tarzı oluşmadan önce medeniyet kavramının dil öncesi varlığı ne idi? Kendilerine belirli bir ad vermedikleri halde yeryüzünde farklı bir düzen ve yaşam tarzı yok muydu? Onlara medeniyet denebilir mi? Yazara göre bu soruyu bütün toplumlara sormadan önce kendimize sormamız gerekmektedir. Medeniyet kelimesini ötekini, yani bizlerden daha modern olduğunu düşündüğümüz Batı toplumunun, hayat düzenini ifade etmek için kullanmaya başlamadan önce, kendi hayat tarzımız için hangi ifadeleri kullanıyorduk? Özellikle Müslümanlar başından beri İslam dininin kuralları ile çerçevelenen bir yaşayış tarzına sahip olmuşlardır. Bu yaşam tarzlarına ve ifade edilişlerine bakmak gerekir; örneğin İbn Haldun’un (ö. 1406) kullandığı “umran” kelimesi, ömür kelimesi ile aynı kökten gelmektedir. İbn Haldun “insanın nefeslerini alıp verirken ortaya koyduğu her şeye umran diyor.”[5]Yazarın da üzerinde durduğu gibi, Umran, yalnızca toplumun diğer üyeleri olan insanlarla beraber ortaya çıkmaktadır. Bunun yanında “Nizam-ı âlem” ve “ Darü’l İslam” tabirleri de bizlerin medeniyet anlayışını ifade etmek için kullanılan terimlerdir.
Farklı kıtalara ve farklı tarihi dönemlere bakıldığı zaman medeniyetin mutlak bir anlamı olduğunu söylemek doğru olmayacaktır. Zira yazar, kültür ve medeniyet ilişkisini ele alarak medeniyet kavramının tek anlamı olmadığını vurgulamaktadır. İnsanlar çoğalarak toplumu, toplumlar da ihtiyaçlara binaen devleti, kurumları, mahkemeleri vs. oluşturmaktadır. Yazara göre bunların hepsine medeniyet denebilir. Batılıların kendi medeniyet algılarını tek ve doğru kabul ederek dünyayı medenîleştirme adı altında yapmış oldukları işgallere birden fazla ülkedeki sömürgeleşme tarihlerini örnek verebilmekteyiz. Öyle ki medeniyet tek tip ve Batı’ya özgü fonksiyona sahip olmayıp farklılık gösterebilmektedir. Batılıların yanlış inançları haksızlıklara neden olmuştur, dünya sömürge tarihi bunun bariz göstergesi olarak karşımıza çıkmaktadır.
Eser batı dünyasının, yeryüzüne baskın olduğu hâle baktıktan sonra, Müslümanların yerküreye hâkim oldukları dönemin sonlarına, yani 18. yüzyıla değinmektedir. Bu dönemde yaşayan Batı Avrupa insanlarının dünya tarihini nasıl gördüklerini anlamaya çalışmaktadır. Ayrıca dünya tarihi içinde Müslümanların konumunun nerede olduğunu araştırmaktadır. Yazar, bu hususların üzerinde durarak İslam’ın yeryüzüne hâkim olduğu dönemdeki, İslam Medeniyeti algısını anlatmaya çalışmaktadır. Bu algıyı anlatmaya çalışırken dönemin Batılı isimlerinden ve onların eserlerinden örnekler sunarak eseri zenginleştirmiştir.
Dönemin önde gelen isimlerinden Şair Goethe’nin (ö. 1832) Doğu-Batı Divanı isimli eserinde bulunan “Kaside-i Muhammediye” şiiri dikkat çekmektedir. Şiire dikkatlice baktığımızda eserde geçtiği gibi, şunu anlamaktayız; “Tarihin sonu gelmiş, tarih amacına ulaşmış; Müslümanlık gelmiş, bütün insanlığa önündeki engelleri aşma hususunda yol ve imkân açmış… Dünya tarihinin mana ve muhtevası bundan ibaret…”[6] O dönemde Batı Avrupalılar Hz. Peygamber’e (s.a.v.) düşmanca duygular beslemektedir.[7] O halde Hz. Peygamber’den (s.a.v.) övgü ile bahseden bu şiir, o zaman 23-24 yaşlarında olan Goethe tarafından hangi duygu ve amaç ile yazılmıştır? Görgün’e göre bu soruya cevap olabilecek iki ihtimal bulunmaktadır. Birinci ihtimal; Goethe rüyasında Hz. Peygamber’i (s.a.v.) görerek İslam’ı kabul etmiş ve derin araştırmalar yaparak bu şiiri kaleme almış olduğudur. İkinci ihtimal ise; günümüzde yaygın olan görüşün aksine Batı’nın İslam Medeniyetine ilişkin tek tip bir görüşe sahip olmadığıdır. Bu ikinci ihtimali irdelemek için o dönemde yazılan eserleri araştırmak eserde de olduğu gibi bizi kaynağı belli sonuçlara ulaştıracaktır. İş bu şiirin ana fikrini oluşturan fikirler yalnızca Goethe’ye mi mahsus? Yazar bu soruya cevap bulmak için o dönemde yazılan dünya tarihi kitaplarını eserde irdelemiştir.
1730’larda İngiltere’de hazırlanmaya başlamış olan 62 ciltlik “An Universal History from the Earliest Account of The Time to the Present” adlı dünya tarihi kitabı; dünya tarihini Antik ve Modern olmak üzere ikiye ayırmıştır. Söz konusu tarih kitabında ilk insanın yeryüzüne gelmesi ile başlayan antik dönem İslamiyet’in tebliği ile sona ermektedir. Yani İslam, “modern” dönemi başlatan etken olarak karşımıza çıkmaktadır. Eserde bu durumun gerekçesi araştırılmıştır. “Dünya tarihini niçin iki döneme ayırdıklarını anlatırken de müellifler, İslamiyet’in tebliği ile birlikte yepyeni bir dönemin başladığını ve bu dönemin hala devam ettiğini; şu anda dünyada etkin olan büyük devletlerin Müslümanlardan kurulmuş devlet olduklarını; bunların bulunduğu bölgelerin yerkürenin en verimli ve müreffeh bölgeleri olduğunu açıkça ifade ediyorlar.”[8] Başka bir dünya tarihi kitabı ise; 1802 yılında ilk cildi basılmış olan toplamda 25 ciltten oluşmaktadır. “Universal History, Ancient and Modern” adlı bu eser William Mavor (ö.1837) isimli yazar tarafından kaleme alınmıştır. Modern başlıklı kısmı onuncu ciltte başlamakta olup yine Hz. Peygamber’in tebliğini esas almaktadır. Bu bakış açısıyla yazılan eserlerin sayısı azımsanmayacak derecede fazla olduğu görülmektedir. Yazara göre Goethe’nin şiirinin arka planı da açıkça anlaşılabilecektir. Yani Goethe’nin şiiri tek örnek değildir, Batı’nın düşüncelerinin tümünü olmasa da kayda değer bir bölümünü temsil etmektedir.
Tahsin Görgün’ ün vermiş olduğu konferansın metinleştirilmesi ile hazırlanmış olan bu eser; en başta bir konuşma olarak vuku bulduğundan olsa gerek, metnin tekrar düzenlenmeye muhtaç olduğu okuyanlar tarafından fark edilecektir. Kitap, devrik cümlelerin ve sıralamalarda olan kopukluğa rağmen okuma zevki ve merakı uyandırmaktadır. Medeniyet kelimesini, medeniyet anlayışlarını geniş çerçevede yorum katarak anlatan yazar, dünya tarihi kitaplarından verdiği örneklerle metni zenginleştirmiştir. Özellikle eserin sonlarına doğru yer alan, “Temel Sorular: Nereden Geldik? Nereye Gidiyoruz? Bizden ne bekleniyor?” başlıklı bölümünün modern dünya konusunda soruları olanlar tarafından özenle okunması kendileri için faydalı olacaktır.
[1] Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mezunu, Avukat avsunaalbayrak@gmail.com
(Bu yazı Young Academia tarafından yürütülen Ar. Gör. Elif Haksever yönetiminde “Modernitenin İzdüşümleri Yazarlık Atölyesi” kapsamında üretilmiştir.)
[2] İngilizcede medeniyet, uygarlık anlamına gelir.
[3] Tahsin Görgün, İslam ve Batı İlişkileri Çerçevesinde Medeniyet Meselesi, Endülüs Yayınları, İstanbul 2022, s. 11.
[4] Tahsin Görgün, a.g.e., s. 18.
[5] Görgün, a.g.e., s. 30.
[6] Tahsin Görgün, a.g.e., s. 42.
[7] İbrahim Kalın’ın İslam ve Batı adlı eserinde, bu hususa ilişkin örnekler verilmiştir. Bu açıdan bakan eserleri ve vakıaları öğrenmek isteyenlerin ilgili eseri okumaları tavsiye edilir.
[8] Tahsin Görgün, a.g.e., s. 43.