Muhlise Erva ÜNAL[1]
İlahiyat profesörü, araştırmacı yazar Tahsin Görgün 1961 yılında Sivas’ta dünyaya geldi. Sivas’ta İmam Hatip Lisesini bitirdikten sonra Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde eğitim hayatına devam etti. Daha sonra Berlin’de fıkıh usulü ve felsefe doktorasını yaptı. 1995 yılında Türkiye’ye dönerek İSAM’da araştırmacı olarak çalışmaya başladı. Halen 29 Mayıs Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nde öğretim üyesidir.
Tahsin Görgün bu kitabında medeniyet meselesini “Medeniyet ve Civilisation kavramları, medeniyetten öncesi ve sonrası, Medeniyetin halleri, dünya tarihinde İslam medeniyetinin yeri, ahlaki otonomi ve istiğna fikri, nerden geldik nereye gidiyoruz ve bizden ne bekliyorlar?” başlıkları altında ele almıştır.
Yazarın akıcı dili kitaba sohbet havası katmıştır. Değindiği konulara dair fikirlerini dile getirirken büyük şahsiyetlerin yapmış olduğu çalışmalardan, yazmış oldukları eserlerden ve fikir dünyalarından bolca örnekler vererek okuyucuyu somut örnekler ile tatmin etmiştir. Bu yazarın, yazdığı konular hakkında çok geniş bir bilgi yelpazesinin ve ciddi bir tarih ve felsefe birikiminin olduğunu göstermiştir.
Görgün’ün Medeniyet tasavvuru bilgece bir tavırdadır ve der ki: “Medeniyet bir topluma özgü değil tüm insanlığa ait bir kavramdır.” Yazar bu yaklaşımla okuyucuya İslam ve Batı kutuplaşması yaşatmadan medeniyetin insanlık için var olduğunu anlatmak istemektedir ve medeniyetin birleştirici gücünü ortaya koymaktadır.
Eseri daha iyi anlayabilmek ve yazarın fikir dünyasını daha yakından tanıyabilmek için kitabı belirlenen birkaç başlık adı altında incelemekte fayda vardır.
Medeniyet terimi 19. yy.’ın ortalarında Türkçede, civilisation kelimesine karşılık oluşturulmuş bir terimdir. Yani Civilisation kavramının kökeni daha da eskilere dayanmaktadır. Civilisation terimi ilk defa Mirabeau tarafından 1757 yılında basılan bir kitapta kullanılmaktadır.[2] İnsanlar belli bir düzen içinde yaşayamamaktadır buna binaen normal halkın yaşamlarından daha farklı bir hayat yaşayabilmek için aristokratlar, kendilerine kurdukları yaşam şekline “civilisation” demektedirler. Lakin Almanlar “kültür” kelimesini kullanmayı tercih etmektedirler. Çünkü civilisation belli bir zümreye hitap eden bir kavram iken kültür halkın sahip olduğu her şeyi ifade etmektedir. Bu nedenle Almanlar halk kültürlerini korumak ve milli kültürlerini canlı tutmak için kültür kelimesini kullanmakta halen ısrarcıdırlar. Müslüman toplumuna baktığımızda ise karşımıza medeniyet kavramını ifade edebilecek birçok terim çıkmaktadır. Bunlardan bazılarına yazar kitabında değinmektedir[3]. İbni Haldun’un “Umran” ifadesi, Orta Asya alimleri ve Osmanlı halkının kullandığı “Nizam-ı Alem”, “Darul-İslam” kavramları ve Maverdi’nin “Edeb” tabiri bunlardandır. Buradan anlamamız gereken medeniyet dediğimiz kavramın bir topluma, doğuya ve batıya veyahut bir zümreye ait olmadığıdır. Bilakis medeniyet insana has bir şeydir. İnsan varsa medeniyet vardır. Ancak medeniyetin ifade ettikleri toplumdan topluma farklılık gösterebilir. Tahsin Görgün’ün bize yönelttiği soru burada büyük bir önem kazanmaktadır: “Ne demek insanlar medeniyet kurmadan varlıklarını sürdüremezler?”[4] İşte bu sorunun cevabını Tahsin Görgün kitabında vermektedir.
Yazar medeniyetlerin zamandan, mekândan ve yaşanan hadiselerden etkilendiğini dile getirmektedir. O yüzden medeniyetler bir dönem teşekkül sürecine girerken başka bir dönem yükselme sürecine girmektedir. Bir medeniyet yükselirken, ahlaki, kültürel, ekonomik ve bilimsel yönden kendini geliştirebilmektedir. Aynı zaman diliminde başka bir medeniyet ise ahlaki, ekonomik, kültürel ve bilimsel yönden çöküş sürecine girebilmektedir. Bunlar medeniyetlerin en doğal işleyiş halleridir, bunu da gözden kaçırmamamız gerekmektedir.
Bu bağlamda Tahsin Görgün’ün kitapta İslam Medeniyetinin bir örneği kabilinden 13. yy.’ın Anadolu’sundan Yunus Emre’nin yaşadığı dönemi dikkatlere sunmaktadır. Söz konusu dönemde Moğol istilası, beyliklerin dağılma sürecine girmesi, ahlaki çöküntüler gibi olaylar birçok problemi beraberinde getirmiştir. Lakin aynı medeniyet 16. yy.’a geldiğinde medeniyetlerin öncüsü konumuna gelmektedir. Ya da yazarın tabiri ile “Herkesi hayran bırakan bir medeniyet…”
Tahsin Görgün kitapta bu bölümü işlerken Yunus Emre’nin 13. yy.’ını anlattığı şiirinden bir parça eklemektedir[5]. Şiirde Yunus Emre şöyle der:
İşitin ey ulular, ahır zaman olısar,
Sağ Müslüman seyrektir, ol da güman olısar.
Danişmend okur tutmaz, derviş yolun gözetmez,
Bu halk öğüt işitmez, sağır hemen olısar.
Gitti beyler mürveti, binmişler birer atı,
Yediği yoksul eti, içtiği kan olısar.
Yazar bu bölümde okuyucuya “Avrupa’da yaşayan insanlar Dünya Tarihini nasıl yorumluyorlardı ve bu tarihin içinde Müslümanların konumu neydi ?” sorusunu yönelterek başlamaktadır. Görgün bu konuyu Goethe’den örnekler ile açıklamaktadır. Goethe’nin daha 22-23 yaşlarında iken, Türkçeye çevrilmiş ismi ile “Kaside-i Muhammediye” şiirini yazmasını örnek vermektedir[6]. Yazar, şiire ilk bakıldığında zannedilenin aksine şiirin Hz. Muhammed’i öven bir şiir olmadığını, dünya tarihini anlattığını söyler. Lakin şair şiirinde dünya tarihini anlatırken İslam medeniyetine bir yolculuk yapmaktadır ve tarihin sonuna gelineceği zaman insanoğlunun gayesine ulaşmış olacağını düşünmektedir. Tahsin Görgün’ün bu örneği hem edebiyat hem de tarih açısından oldukça önemli ve ilginçtir. Goethe ve benzeri örnekler bizlere Batı Avrupa’da Müslümanlar ile ilgili düşüncelerin günümüzde anlatılandan çok farklı olduğunu göstermektedir.
Goethe’nin bu düşünce yapısının Tahsin Görgün’ün ilgisini çekmesi sonucu yazar, okuyucuya “Bu şekilde düşünen başka tarihçiler, yazarlar var mıdır ?” sorusunu sormaktadır. Ardından da 1730 yılında İngiltere’de yazılmış 62 ciltlik bir Dünya Tarihi olan “Universal History from the Earliest Account of Time to the Present” eserinden örnek vermektedir.[7] Bu eserde Dünya Tarihi “Antient” ve “Modern” diye iki kısma ayrılmaktadır. İlk kısım, ilk insandan başlayarak İslam’ın tebliğine kadar sürmektedir. İkinci kısım ise İslamiyet’in tebliği ile başlayarak günümüze kadar devam etmektedir. Buradan anlamamız gereken husus şudur ki Batı Avrupa’nın modern dönem diye adlandırdığı dönem İslam Medeniyetinin doğuşu ve yayılışıdır. Bu örnekle de Tahsin Görgün, Goethe’nin şiirinin arka planını anlamamızı istemektedir. Son olarak eğer bir kişi dünya tarihi yazmak isterse bu kişinin mutlaka İslâm devletlerini de yazması gerekmektedir. Dolayısıyla dünya tarihini İslâm tarihi olarak yazmak ve anlatmak kadar doğal bir şey yoktur. Ancak bugün bunun böyle olduğunu unuttuğumuz için bize çok garip gelmektedir.
Tahsin Görgün bu bölümde Batı Medeniyeti ile İslam Medeniyetini arasındaki farklılıklardan bahsetmektedir. Modern diye adlandırdığımız bu dünyada yaşarken niçin modern olamadığımızı, Batı Medeniyetini de bu denli benimsemeye çalışırken niçin Batılı olamadığımızı açığa kavuşturmaktadır.
Görgün, insanın nereden gelip nereye gideceği sorusunu cevaplarken Kant’tan örnek vererek onun modern medeniyetinin içinde “belirli bir belirsizlik” taşıdığını ifade etmektedir. Yazara göre modern dünyanın nereden geldik sorusuna “evrim teorisi” ile cevap vermesi de doğru cevabın üstünü örtmektir. Görgün bu teorinin ırkçılık fikrinin zeminini oluşturduğunu dile getirmektedir.
Görgün eserinde insanın nereye gideceğiz sorusuna cevap vermeye çalışan modern medeniyetin, ahiret inancını merkeze almayan aksine insanı bu inançtan uzaklaştıran bir tutuma sahip olduğunu aktarmaktadır. Yazar, modern insanın hayatın sadece dünya da belli bir süre yaşam sürmekten ibaret olduğunu düşündüğünü söylemektedir. Dolayısıyla da modern medeniyet anlayışı, insan gayesinin bu dünyadan ibaret olduğunu ifade etmektedir.
İslam Medeniyetini temsil edenler ise dünyevi işleri önemsemişler, çalışıp çabalamışlar ve belli konumlara gelmişlerdir ancak bunları hayatın yegâne amacı olarak görmeyip, insanların yaşarken uğrayacakları duraklar olarak kabul etmişlerdir. Yazar bu noktada İslam Medeniyetinin asıl gayesinin cennet olduğunu dile getirmektedir.
Kitaptaki düşünceleri genel hatları ile toparlayacak olursak, yazar, medeniyet dediğimiz kavramın hayatın kendisi olduğunu, insanların varlığı ile tam mana kazanacağını anlatmaktadır. Kitap, bir medeniyetin veya bir bölgenin tarihi yazılırken bütün insanlık tarihini dikkate almamanın ne denli büyük bir kusur olacağını somut örneklerle açıklamaktadır. Ayrıca yazar bizi, bizlere dayatılanları benimsemek istemiyorsak çalışıp çabalayarak kendi medeniyetimizi tam anlamı ile yaşayabilme gücüne sahip olduğumuza inandırmaktadır. Ama bunun için önce bu meseleleri dert etmemiz gerektiğini ve canı gönülden istemek lüzumunu bilmemizin çok mühim olduğunu vurgulamaktadır. Son olarak Tahsin Görgün’ün Türkiye tanımı bize son noktayı koyduracaktır.
“Türkiye: Batı’nın sahip olduğu bütün imkanları içinde taşıyan ama Batı’da yok olmamış bir varlığı temsil ediyor. Bu çok esaslı bir şeydir.”
Medeniyet ’in İslam ve Batıdaki Tezahürü PDF
[1] Marmara Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, İlahiyat Bölümü Öğrencisi, muhliseervaunal0@gmail.com
(Bu yazı Young Academia tarafından yürütülen Arş. Gör. Elif Haksever yönetiminde “Modernitenin İzdüşümleri Yazarlık Atölyesi” kapsamında üretilmiştir.)
[2] Tahsin Görgün, İslam-Batı İlişkileri Çerçevesinde Medeniyet Meselesi, Endülüs Yayınları, İstanbul 2022, s. 12.
[3] Görgün, a.g.e., s. 30., 31.
[4] Görgün, a.g.e., s. 32.
[5] Görgün, a.g.e., s. 34.
[6] Görgün, a.g.e., s. 37.
[7] Görgün, a.g.e., s. 42.