Sümeyye Doğan[1]
Lübnan iç savaşı patlak verdiğinde Amin Maalouf, eşi ve üç çocuğuyla birlikte 1976’da Paris’e göç eder ve yaşamını orada sürdürür. Beyrut Üniversitesinden ekonomi ve sosyoloji diploması alır, ana dili Arapça olmasına rağmen Fransızca yazar. 1993 yılında Tanios Kayası[2] adlı romanıyla bir Fransız edebiyat ödülü olan Goncourt Ödülü’nü ve 2010 yılında tüm eserleri için Asturias Prensi Edebiyat Ödülü’nü almıştır. Fransız Akademisi[3] üyesi olan Maalouf hakkında Fransız gazetesi Le Figaro Littraire Mayıs 2002’de şunu yazmıştır: “Doğu kökenleri ve Batı gelenekleriyle mükemmel bir şekilde bütünleşmiş kültür, Maalouf’u benzersiz bir Fransız yazar yapar.” [4]
Maalouf kitaplarında sık sık Doğu-Batı çatışmalarını ele alır. Ortadoğu, Afrika ve Akdeniz dünyasındaki temel kimlik sorunlarını, din ve milliyet baskılarını ve farklı kültürlerin kaygılarını ve değerlerini araştırır. İlk Fransızca kitabı olan Arapların Gözünden Haçlı Seferleri eserlerinin içinde en bilinenleri arasındadır. Kitap ilk Haçlı seferlerinin işgali ve istilasıyla başlıyor, sonunda Frenkleri devirecek olan Müslümanların güçlenmesini anlatıyor.
Kitapta iç anlaşmazlıklar ve çatışmalarla gölgelenen Müslümanlar, daha organize bir yabancı güce yenildiler. Suriye, Küçük Asya (bugünkü Türkiye) ve Kudüs gibi önemli şehirleri kaybeden Müslümanlar, yaygın bir kargaşa ve yönelim-yönetim bozukluğu içindeydiler. Kaderin beklenmedik değişimleri, beklenmedik ittifaklar, casusluklar, ihanetler, suikastlar, savaş alanındaki ustalıklar… Maalouf bir yanda tarihi anlatırken, diğer yanda roman yazarlığı yeteneğiyle çoğu Ortaçağ tarihi eserlerinin kuru anlatım tarzını ortadan kaldırıyor.
Maalouf, Batı temelli “Kutsal Haçlı Seferleri” hikâyesinin örtüsünü kaldırıyor ve her zaman hikâyenin arka planı olarak ele alınan Müslüman ve İslam perspektifini öne çıkarıyor. Çünkü Amerikan eğitim sisteminde bu kısım büyük ölçüde eksiktir ve Maalouf tarihin bu popüler dönemine tam bir dönüşümle Müslümanlar lehine denge sağlıyor.
Kitap tamamen dönemin birincil Arapça kaynaklarına dayanarak ilerliyor. O dönemin görgü tanığı ve katılımcısı olan İbnü’l-Esir, İbnü’l-Kalanisi gibi Arap vakanüvislerin[5] materyallerini tarıyor. Onları nerdeyse kitabın bir karakteri haline getiriyor ve satır içi alıntılarını yaparken okuyucuyu uygun yerlerde tutarak araya giriyor. Haçlı Seferleri’nin karmaşıklığına rağmen yazarın bunu ne kadar kolay okunabilir hale getirdiğini görebiliyorsunuz.
Kitap, Müslüman dünyasının ilk Haçlı Seferi öncesindeki durumuyla başlıyor. Yıkanmamayı ıkanmamayı kutsayan bir Hristiyan sürüsü birdenbire beliriyor ve onlara göre kutsal bir amaç uğruna Müslümanların atalarının yüzyıllardır geliştirdiği medeniyeti yok ede ede ilerliyor. Haçlılar, kutsal bir savaşın askerleri gibi değil, körü körüne amaçlarına ulaşmak ve hayatta kalmak için vahşet saçarak yürüyor.
Kitapta Haçlı yamyamlığına dair nakillere de yer verilmiş. İlk savaşlardan birinde, yetersiz gıda tedariğinden dolayı açlıkla savaşan Hıristiyan ordusunun Müslümanları kaynatarak veya kızartarak açlıklarını giderdiklerini belirtiliyor. Sonunda 15 Temmuz 1099’da Kudüs’ü ele geçirdiklerinde ise Müslüman kıyımı artıyor. Sözde kutsal amaçla gelmelerine rağmen kutsal yerler yağmalanıyor ve hatta kadim yerleşik Hristiyanları bile öldürmekte tereddüt etmiyorlar.
Maalouf, hanedanlık tarihine ilişkin ayrıntılı açıklamalar verirken onların politik motivasyonlarını da gösteriyor. İlk Haçlı seferlerini durduran Selçukluların, başkent İznik’in düşmesine sebep olan ve Haçlıların ilerlemesini sağlayan ikinci istilâyı durduramamalarının nedeni zayıflıkları değildir. Kılıçarslan’ın, Malatya’da bağımsızlığını ilan eden Danişmend ile uğraşmak zorunda kalmasıdır. İslam coğrafyası tamamen tek başına ve kendi çıkarları için hareket eden, çatışan sayısız şehir devletiyle dolmuştur. Abbasi devleti, Selçuklu devleti ve Fatımi devleti gibi farklı İslam devletleri aynı anda mevcuttur. Açıkça görülen durum, Haçlılar ortak bir amaç doğrultusunda birleşmişken Müslümanlarda birlik olma dürtüsünün olmayışıdır. Bu durum Haçlı Seferleri’nin başarı elde etmesini kolaylaştırmıştır. Bazı Müslüman yöneticiler rakiplerini ortadan kaldırmak için Frenklerden yardım isteme noktasına kadar ulaşmıştır. İlerleyen yıllarda Frenklerin ve Müslümanların, diğer Frenkler ve Müslümanlarla savaşmak için birbirleriyle ittifak kurmaları, mücadelelerin her zaman dini çizgide yapılmadığını göstermektedir.
Kitabı okuması kolaydır ama yaşananları sindirmek herkes için kolay olmayacaktır. Haçlıların canavarlığını bir süre sonra kabullenebiliyorsunuz. Avrupa’daki kiliseler tarafından çok güçlü bir Tanrı adına hareket ettiklerine inanan şiddet yanlısı, eğitimsiz, zalim adamlar ordusundan başka bir şey beklemiyorsunuz. Ama Müslümanların gafleti bazen çok ağır gelebilir ve olan biteni sindirmek için mola vermek zorunda kalabilirsiniz. Kudüs’ün düşüşünün atfedildiği Selahaddin Eyyubi artık ortaya çıksın istiyorsunuz ama Kudüs’ün ele geçirildiği Hittin Muharebesi zaferine giden bu süreci okurken bir Eyyubi’nin öyle düğmeye basarak gelmediğini de görmüş oluyorsunuz. Müslümanların yeniden birleşmesinin ilk tohumlarının Eyyubi’den önceki Türk generaller Zengi ve oğlu Nureddin Mahmut tarafından atıldığını bilmek gerekir. İlk cesaret kıvılcımlarının ise Türk komutan Belek ile çıktığını söyleyebiliriz.
Mevcut siyasî ihtiyaçlarına göre öldürme ve yağmalama konusunda ilâhi olarak haklı olduklarına inanan liderlerden sonra Selahaddin Eyyubi ortalığa serin su serpiyor. Nihayet bu stratejist ve prestijli generalin yönetimi altında Müslümanlar birleşiyor ve yabancı güçlere karşı direniş gösteriyorlar. Halep, Şam ve Musul başta olmak üzere en son Mısır’ın birleştirilmesi ile Frenkler 20 Eylül 1187’de her taraftan kuşatılıyor. Kutsal topraklarda kan dökülmesini istemeyen Selahaddin Eyyubi, yapılan anlaşma sonucu Frenklerin fidye karşılığı şehri terk etmelerine izin veriyor. Kudüs 29 Eylül 1187’de kan dökülmeden ele geçiriliyor, Frenklerin şehri boşaltmalarından sonra Müslümanlar 2 Ekim 1187 Cuma günü Kudüs’e giriyorlar.
Artık Frenkler 100 yıllık sömürgeleştirmenin ardından yerlerinden sökülmüştür ancak Hittin Muharebesi henüz Haçlıların sonu değildir. Eyyûbi’nin ölümünden sonra Frenk gücü kısa süreli tekrar canlanır, Eyyûbi devletinde bölünmeler başlar ve Kudüs yeniden düşer. Bu sırada yeni bir tehlike ortaya çıkar: Tüm dünyayı korkutan, Ortadoğu’yu harap eden ve Bağdat’ı yok eden Moğollar. Hittin muharebesinden sonra tarihin en belirleyici noktasından biri olan Ayn Câlût savaşıyla Moğolların gücünü kıran ve yok eden Memluk devleti olur. Batıda Frenklerden, Doğuda Moğollardan kurtulan Müslümanların ilerleyişi 1453’te Konstantinopolis’ten, 1529’da Viyana surlarına kadar ilerler.
Maalouf, kullandığı kaynakların niteliği sebebiyle hem bir tarihçi güvenilirliği ortaya koyuyor hem de bir hikâye yazarı olarak şaşırtıcı bir yetenek sergiliyor. Kitap, Haçlı Seferleri’nin gerçekliğine dair incelikli bir görüş elde etmek için gerekli bir belge gibidir. Kitabı bu kadar bilindik ve değerli yapan yanlarından biri de her dinden insanın okuyabilecek nitelikte olmasıdır. Eser ne İslami savunuşun ne de bir İslami propagandanın parçasıdır. Aynı zamanda bizi dönemin Avrupa’sı hakkında bilgilendirmeye çalışıyor ama Avrupa merkezlilik hiçbir zaman ortaya çıkmıyor. Dönemin aksiyon, dram ve siyasi manevraları o günlerde Arapların oturduğu yerden anlatıldığı için kitap Arapların gözüyle anlatılıyor ancak Arapları ideal insanlar veya fanatik Müslümanlar olarak sunmuyor, onlar lehine ırkçı davranmıyor. Avrupalı işgalcilerin ne kadar açgözlü ve acımasız oluşunu görüyorsak, Arapların da pek çok kusurunu, özellikle de siyasi entrika ve ayrılıklarını gözlemliyoruz. Ama bazen Arap ve Müslüman tabirleri karışıyor. Araplar bir ırk ve milliyet karışımıdır ama Sünnilerdense (Türkler) Frenkleri görmek isteyen Arap Şii liderler bulunduğu için bazen bu ayrımı doğru anlamak önemli.
Ortaçağ ve Ortadoğu tarihi; Kudüs tarihi ile ilgilenen herkesin okuması gereken bir kitap. Bu alanda bir başka kitap olan Thomas Asbridge’ın Haçlı Seferleri kitabı da okunabilir.
Kitapla ilgili bir eleştiri ve bir olumsuzluktan bahsedecek olursam; harita eksikliği ve isimler. Haçlı Seferleri devletlerden ziyade şehirler ve ittifaklar arası mücadelelerden, savaşlardan oluşuyor ve iç darbelerin bol olması nedeniyle bir olay kapanmadan yenisi başlıyor. Birbirine benzeyen sayısız kuşatmaları okurken zaman zaman orduların ilerleyişinin veya şehirlerin konumunun izini sürmekte zorlandım. Bu yüzden kitabın başında yer alan küçük ve detaysız harita tatmin edici değil. Bir diğer nokta, sürekli yeni bölgeler ve isimlerle tanıştığınız için “Bu kimdi?” diye geri dönmeyi göze almanızdır. Sayısız isimler bir yana, mesela bir liderden bahsederken daha sonra onun unvanı olan Atabey veya Emîrü’l-mü’minîn diyerek devam edebiliyor. En azından Selahaddin Eyyubi’nin asıl isminin Selahaddin Yusuf bin Eyyub olduğunu bilmelisiniz. Yoksa Maalouf aniden Selahaddin yerine Yusuf demeye başladığı için arada bir Selahaddin’e dönünce sayfalarca geriye dönüp Yusuf denilen kişinin neden, nerden olaya dahil olduğunu anlamakla uğraşabilirsiniz.
Doğu’nun Birlik Eksikliği > Batı’nın Dinsel Cesareti PDF
[1] smueyye@gmail.com (Bu yazı Young Academia tarafından yürütülen Prof. Dr. Hür Mahmut Yücer yönetiminde “Filistin Çalışmaları Tahlil Atölyesi” kapsamında üretilmiştir.)
[2] The Rock of Tanios
[3] Académie Française
[4] “Les Origines et laculture orientales parfaitement intgres aux gelenekler occidentales font de Maalouf un crivan francais singulier” https://www.aub.edu.lb/doctorates/recipients/Pages/amin-profile.aspx
[5] Osmanlı Devleti’nde resmî tarihçiler için kullanılan unvan. https://islamansiklopedisi.org.tr/vakanuvis