Nurgül Nehir Yılmaz [1]
Dr. Arthur Bank, bilim insanı, klinik hekimi ve bir profesör olarak Columbia Üniversitesi ve Presbyterian Hastanesi’nde kırk yıldan uzun bir süre görev yapmış ve Columbia-Presbyterian Tıp Fakültesinde Hematoloji Bölüm Başkanlığını üstlenmiştir. Hematoloji araştırmaları konusunda uluslararası alanda önde gelen uzmanlardan biri olarak insan globülini gen düzenlemesi ve insanlarda gen terapisi üzerinde pek çok yayını vardır.[2] Bir hekim ve bilim insanı olan Dr. Arthur Bank, son yarım yüzyılı alan hayatını anlattığı En İyi İlacı Ararken kitabında biz okurları tıbbın ve hekimliğin birçok önemli noktasına götürüyor. Hematoloji ve modern tıbbın içinde olduğu durumu akıcı bir üslupla okurlarına ilk elden ileten Dr. Bank kitabı 4 kısıma ayırmış. 1.Kısım “Doktor Hasta Olunca” başlığında kanser hastası olarak geçirdiği yılları anlatıyor. Daha sonra tarihte geriye giderek büyüme dönemindeki eğitimine ve yaşamına, olgunluk döneminde kırk yılı aşkın bir süre çalıştığı Columbia-Presbyterian Tıp Fakültesi’nde iyi bir hekim olmak ve doktorluk mesleğini gereği gibi yapabilme gayretlerine ve son olarak doktorluk mesleğinin günümüzdeki durumuna değinerek kitabını bitiriyor.
2015 yılında basıma giren kitapta olaylar, yazarın dilinden anlatılmış olup 270 sayfa, 4 kısım ve 19 bölümden oluşmaktadır.
Yazar; yatağın diğer tarafındaki ilk deneyimini, yataktan bakma deneyimi olarak hayatının en zorlayıcı zamanı olarak tarif ediyor. 1988 yılının Mart ayında kendisine kalın bağırsak kanseri teşhisi konuluyor. Ameliyat sürecinde şu ifadelere yer veriyor; “İnsan ameliyat olma noktasına geldiğinde bir cerrahtan bekleyeceği en önemli şey en becerikli ellere sahip olması! Hastayla en iyi iletişim becerisi, en iyi ekibe sahip olması değil, en becerikli ellere sahip olması önemliydi.[3] ”Ameliyattan iki hafta sonra ilk duşuna hazırlanırken meslektaşı olan Dr. Edgar Leifer ziyaretine geldi ve nasıl olduğunu sordu. Dr. Arthur’un görünüşü ve duyguları mutluluk belirtisi göstermiyordu. O sırada yıllarca beyninde yankılanacak sözler söyledi Dr.Leifer : “Bana bak. Kendine bakman lazım. Tek yapacağın şey kendine bakmak. Başka hiçbir şeyi dert etme. Anneni de düşünme işini ya da başka hiçbir şeyi düşünme. Yalnız iyileşeceğini düşün ve zamanla iyileşeceksin.”[4] Ameliyat sonucunda hastalığının tamamen tedavi edilip edilmediğini öğrendi ve hastalığının tekrarlamaması ve metastaz yapmaması için gecikmeden tedaviye başlaması gerekiyordu. %50 iyileşmesini sağlayacak olan kemoterapi ilacı 5-FU ‘ya başlayıp başlamamak konusunda kararsızdı. Meslektaşları ile bu konuda istişareler yaptı ve 4 yıl boyunca uygulanmasına karar kıldılar. Bu süreçte duyarlılık ve empati duygularını yoğun bir şekilde hissetmiştir. ”Kanser” sözcüğü, uygun yumuşatıcı açıklamalar olmadan bir hasta yakınının duyabileceği en korkutucu sözdür. Bir hasta ya da yakını “kanser” sözcüğünü duyduktan sonra genellikle başka hiçbir şey duymak istemez. Bu nedenle kendisi bu sözcüğü doğrudan ifade etmediğini belirtirken genellikle önce hastaya, “başa çıkabileceğimizi umduğum bir kitle bulduk” şeklinde bir giriş yaptığını, sonrasında hastanın hastalığıyla ilgili başka sorular sormasına izin verdiğine değinmektedir. Doğrudan ve basitçe ilettiği empatinin ne kadar güçlü bir etkisi olduğunu gördü. Bu kısımda yazar “Tanrı’nın varlığını keşfetmek ya da öyle bir şey” başlığında
“Sağlıklı olduğum sürece Tanrı’ya gereksinim duymuyordum, bu nedenle de onu çok fazla düşünmüyordum. Ancak kanser tanısı, duygu dünyamın derinliklerine işlediğinde, bana yardım etmesi için Tanrı’ya yalvardım. Dualarım kişi merkezli ve çok bencilceydi, ruhsal sonsuzluğu ve gerçeği aramakla ilgili değildi yalnızca bir yardım çağrısından ibaretti.”[5]
ifadelerine yer vermektedir. Burada insan olduğunun ve acizliğinin farkına varmaktadır. Yaratıcıya olan inancının hastalığı boyunca gereksinim duyduğu, dayandığı bir koltuk değneği olduğundan bahsetmektedir. Ölüm ile ilgili ise şu ifadelere yer vermiştir:
“Kendimi iyi hissediyorsam, yeni bir güneşli günün tadını çıkarabiliyorsam, ağrı ya da başka bir rahatsızlık hissetmiyorsam bu deneyim yaşamımdaki bütün diğer iyi deneyimlerim kadar değerlidir. Sağlığımı büyük ölçüde yalnız kendi çabamla tamamıyla kontrol edemediğime göre, bunun için şükredeceğim bir şey olmalı. İşte buna ben, Tanrı diyorum.”.[6]
Aynı zamanda bu bölümde hastalığının seyrinden, nüksetmediğinden, Paris’te izinli çalışma döneminde ilacını yakınlarda bir hastaneden aldığından, yakın arkadaşı Sally’nin kalın bağırsak kanserinden vefat ettiğini öğrendiğinden bahsetmektedir.
Yazar, 20 Nisan 1935’te Bronx’ta doğmuştur. Annesinin deyimiyle okul dönemleri çok başarılı geçmiştir. Okula gitmeden önce, hafta sonları anne ve babasının dönüşümlü olarak çalıştığı gevrek fırınında onlara yardım etmiştir. Gevrek yapımının aşamalarının tekdüzeliğini bilim insanı olarak sonraki yaşantısında faydalandığından bahsetmektedir. Bunu şu ifadelerle belirtmektedir: “Gevrek fırınında çalışmamın bana bilimsel açıdan bir katkısı olmadığı kesindir ancak bir şey öğrendim ki o da sonucunda gerçek bir değer ortaya çıkabilecekse tekdüze çalışmanın yararının olduğudur.”[7] İbranice okulunda en sıkıcı saatlerini geçirdiğini söylerken Bronx Fen Kolejinde ise heves ve coşkuyla öğrenmek, öğretmek kavramlarına vurgu yapmaktadır. Sosyal hayatında ise arkadaşlarını, hoşlandığı aktiviteleri, yaz tatillerinde gittikleri yerleri anlatmaktadır. Columbia College’de geçirdiği sürede, yaşamı daha iyiye doğru değişmişti ve mutlu anıları olmuştu. Buradaki profesörler sadece öğrettikleri konuları sevmekle kalmamış onları yaşamışlardı. Yazar bu okulu bitirdiğinde klasik müzik, büyük edebi eserler, şiir ve sanatın bütün alanlarına yaşam boyu ilgi duyacağı düzeye gelmişti. Columbia’daki en önemli deneyimlerinden biri de öğrenci gazetesi Columbia Daily Spectator’da muhabir olarak görev yapmasıydı. Columbia’daki son yılında “John Jay Burslusu” konumuna yükselmişti ve ona Columbia College binalarında ücretsiz olarak geceleri yatabileceği bir oda verildi. Bu yazarın, ailesinden uzak ilk deneyimiydi. Burada geçirdiği zaman içerisinde gözünü açtığından, kendini düşünceleri paylaşma ve başkalarına danışma konusuna yönelttiğinden bahsetmektedir. Bundan sonra ne yapması gerektiğine karar vermesi gerekmekteydi. Harvard Tıp ve Columbia Tıp Fakültesine başvurmuş, ikisine de kabul edilmiş, evden uzaklaşmak için Harvard Tıp Fakültesine gitmeye karar vermişti. Fakültede yeni dostluklar kazanmıştı. Müstakbel eşini tıp fakültesinin ikinci yılında tanımıştı ve kısa bir süre sonra onunla daimi birlikte olmak istediğini anlamıştı. Stajyer doktorluk ve temel hastane eğitimi için birçok hastaneye başvurmuş ve Boston Şehir Hastanesi’ne kabul edilmişti. Burası Harvard’ın (II ve IV) Sağlık Hizmetleri bölümleriydi. Stajyer doktorluk döneminin başında bir anısını şöyle nakleder:
“Hepimizi daha kibar bir arkadaşımızın, Carl Silverman’ın, bakmaya çalıştığı iki bacağı kesilmiş bir diyabet hastasının onun yüzüne tükürdüğünü anımsıyorum. Carl, yalnızca yüzünü silmiş, gözlüğünü temizlemiş ve işine devam etmiştir. Bu BŞH’de en kötü anımdır.”[8]
BŞH’ de dünyadaki en önemli hekim ve klinik bilim adamlarından biri olan William B.Castle’ den öğrendiği en önemli dersin, tıpta ve bilim alanında beraber çalıştığın genç insanlara saygı göstermek olduğundan bahsederdi. Güler yüzlü Rudi hocasından ise şunları öğrendi:” Meslek olarak yapmakta olduğun şeyle eğlenmeyi bilmelisin, yaptığın iş zor ve stresli dahi olsa.”[9] Yazar, BŞH’ deki iki yıllık stajyer doktorluk dönemi bittikten sonra klinik hekimliği ile ilgili her şeye hazırdı.
Yazar burada klinik hekimlik zamanlarını anlatmaktadır. Tıp mesleğinin tek hedefinin en saf
şekliyle hastaya yardım etmek olduğunu vurgulamaktadır. Mesleğin; insanın bütün yeteneklerini, zekasını, becerisini, enerjisini ve duygusal kaynaklarının tümünü kullanarak bir insanı hastalığından kurtarmaya yönelik olduğundan bahsetmektedir. Eğitimin ilk yıllarında kendisine öğretilen şu ifadeleri belirtmektedir:
“Hastanın dilinin altında bir şey var mıydı? diye kendi kendine soracaksan ve önceden hastanın dilinin altına bakmamışsan orada bir şeyin olup olmadığını mucizevi bir şekilde bilemezsin. Görebilmek için bakmış olman gerekir.”[10]
Doktor-hasta ilişkisinde öncelikle karşılıklı empati ve güven sağlanmasından sonrasında hastanın öyküsüne ve muayene sonuçları ile ilgili bulgu ve göstergelere tam odaklanma gerektiğinden bahsetmektedir. Hasta öyküsünün nasıl alındığının, fiziki muayenenin, gereksiz radyolojik görüntülemelerin önüne geçmenin önemini sıkça vurgulamaktadır. Ayrıntıya girmeden bugün dahi yararlı olacak bilgileri aktarmaya çalışmaktadır. Tanı koyma aşamasında ise şu önemli bilgileri vermektedir:
“Tıpta eski bir deyim vardır, nal sesleri duyduğunda aklına hemen zebralar gelmesin. Başka bir deyişle bir tanı arıyorsan önce en olası seçeneğe bakmalısın. Ancak sık karşılaşılabilen durumlardan hiçbiri hastanızdaki belirtilere uymuyorsa, o zaman sıra dışı olanlara bakmalısınız.”[11]
Bu bölümde yazar zor vakalardan da bahsetmektedir. Hasta bakımında ana hedef, uygun bir tanıya ulaşmak ve tanı kesinleştikten veya gerekli testler yapıldıktan sonra uygun tedaviye başlamaktır. Columbia Tıp Fakültesinde iç hastalıkları uzmanı, hematolog ve eğitici olarak görev yaptığı dönemlerde kendini her zaman iyi bir doktor olarak görürdü. Hematolog olma kararını askerlik hizmetini yaptığı 1962-1964 yılları arasında araştırma asistanı olarak Amerikan Ulusal Sağlık Kurumundaki ABD Halk Sağlığı Servisi’nde yaparken verdi. Kendi de hasta olduğu zamanlardan örnek vererek beğendiği doktor davranışlarının sükunet, nezaket, açıklık ve deneyim olduğunu vurgulayarak şu ifadelere yer vermiştir:” Hastalarına, sen hasta olduğun zaman nasıl davranmasını istersen, öyle davran.”[12]
Yazar, hasta sunumunun, muayene verilerinin, laboratuvar sonuçlarının ve tıbbi değerlendirmelerin hastanın yatağının başında yapılmamasını tavsiye etmektedir. Bütün hekimlerin (eğitici, klinik ve asistan) hastanın başında toplanması hastayı utandırma ve korkutma gibi durumlardan ötürü olduğunu savunmaktadır. Bu bölümde aynı zamanda hematoloji uzmanlığı döneminden ve hematoloji uzmanlarının çok iyi bir iç hastalıkları uzmanı olması gerektiğinden bahsetmektedir. Başlıca hematolojik hastalıkları pıhtılaşma ve anemi olarak sınıflandırmaktadır. Orak Hücreli Hastalığından ve kitabında bahsettiği özel kişilerin bu hastalıkla ilgili yaşamındaki değişikliklerini, tedavilerini ve hastalığın seyrini örneklerle anlatmaktadır.
Tıp dünyasında hekimlik yapmanın koşulları zaman içinde önemli ölçüde değişmiştir. Fakat neredeyse tüm doktorlar hala hastalarının çıkarlarını en üst düzeyde korumayı ve onlara en iyi bakımı sağlamayı amaçlar. Hekim olmaya giden uzun yol, üstündeki birtakım engellerle birlikte, çok para kazanmak için katlanmaya değmeyecek kadar zorlu bir geçittir. Amerika’da sağlık sigortası olarak iki kurum olan Medicaid ve Medicare’in avantajları ve dezavantajlarına değinilmiştir. Halk için statü gözetmeden eşit miktarda sağlık hizmetinden faydalanılmadığından da sık sık bahsedilmektedir. Birçok hekim, değişen koşulların hastaları için en iyisini yapmaya yeterli süre bırakmadığını düşünmektedir.[13] Etik olmayan şüpheli etkinliklere katılan hekimlerin varlığına da değinmiştir. Kötü doktorları ise şu şekilde tanımlar: “Bana göre bunların en kötüsü, hastalarına ve onlara nasıl baktığına aldırmayan, onları para getiren birer müşteri gibi görenlerdir.”[14] Binlerce Amerikalının o zamanlarda yeterli sağlık hizmeti göremedikleri için gereksiz yere öldüğünün bilgisini vermiştir. Sonrasında sağlık politikası olarak Bedeli Karşılanabilir Sağlık Hizmeti Yasası çıkmıştır. Bunun iki ana hedefi vardır: Birincisi, kırk milyonun üstündeki sigortasız vatandaşın sağlık hizmetine ulaşması, ikincisi de bu hizmeti ödenebilir bedellerle sağlamak ve böylece devletin sağlık harcamalarını uzun vadede belirli bir ölçüde dizginleyebilmektir.[15]
Yazar, son yarım yüzyılı kapsayan yaşantısını anlattığı En İyi İlacı Ararken kitabında hematoloji ve modern tıbbın içinde bulunduğu durumu akıcı bir üslupla okuyucularına iletmektedir. Hasta ve doktor gözüyle tıp mesleğini ele almış her iki taraftan da duygularına yer vermiştir. Bu demek oluyor ki kitap, sadece tıp alanında çalışan kişiler için yazılmamıştır. Fakat hematolojik, onkolojik vakalarda ve genel tıp alanında anlattığı konuların tam olarak anlaşılabilmesi için bu alanda derin bilgi birikimine ihtiyaç vardır. Sağlık alanında eğitim almamış kişiler için kitapta yer alan bazı bölümlerin anlaşılması zordur. İnsanlarla açık iletişim kurmayı gerektiren tıp mesleğinde merhamet, empati, özveri ve gayret olmazsa olmazdır.
[1] nyilmaz1435@gmail.com Marmara Üniversitesi Ebelik Bölümü, Yozgat Bozok Üniversitesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı , Ebe (Bu yazı Young Academia tarafından yürütülen Prof. Dr. Hasan Hüseyin EKER yönetiminde “Halk Sağlığı Yazarlık Atölyesi” kapsamında üretilmiştir.)
[2] Arthur Bank a.g.e., s. 271.
[3] Bank a.g.e., s. 5.
[4] Bank a.g.e., s. 10.
[5] Bank a.g.e., s. 27.
[6] Bank a.g.e., s. 29.
[7] Bank a.g.e., s. 44.
[8] Bank a.g.e., s. 86.
[9] Bank a.g.e., s .90.
[10] Bank a.g.e., s. 97.
[11] Bank a.g.e., s. 119.
[12] Bank a.g.e., s.129.
[13] Bank a.g.e., s. 212.
[14] Bank a.g.e., s. 221.
[15] Bank a.g.e., s. 241.