Selime TATLIPINAR[1]
Byung-Chul Han, modern toplumun dijitalleşme, bireyselleşme ve neoliberal[2] düzenin dinamiklerini eleştiren bir filozof ve yazardır. Kısa ama etkili eserleri, karmaşık kavramları herkesin anlayabileceği şekilde sunar. Bu makalede, Han’ın felsefi yaklaşımı ve eserleri incelenirken, aynı zamanda onun biyografisi ve bu fikirlerin şekillendiği bağlam da keşfedilecektir.
Byung-Chul Han, 1959 yılında Güney Kore’de doğmuş, günümüzde ise Almanya vatandaşı olarak yaşamını sürdüren bir yazar, filozof ve kültür eleştirmenidir. Berlin Sanat Üniversitesinde kültür kuramı ve medya felsefesi dersleri vermekte olan Han, bireylerin şeffaflık, verimlilik ve kontrol baskısı altında nasıl yıprandığını etkileyici bir şekilde ortaya koyduğu çalışmalarıyla tanınmaktadır.
Günümüzde Han’ın eserleri yirmiden fazla dile çevrilerek, yaşayan filozoflar arasında en çok okunan yazarlardan biri olarak kabul edilmektedir. Özellikle Latin Amerika ve İspanya’da, düşünceleri geniş bir yankı uyandırmış ve bunun sonucunda 2015 ve 2016 yıllarında prestijli ödüller almıştır.
Han, uzun yıllar boyunca radyo veya televizyon röportajı vermeyi reddetmiş ve kişisel hayatına dair detayları kamuoyuyla paylaşmaktan kaçınmıştır. 2015 yılında Isabella Gresser yönetmenliğinde çekilen “Yorgunluk Topluluğu: Byung-Chul Han Seul/Berlin’de”[3] adlı belgeselde, kendi yaşamına ve düşünce dünyasına biraz da olsa yer vermiştir. Bu belgesel, yalnızca onun fikirlerini değil, aynı zamanda Seul’den Berlin’e uzanan yaşam yolculuğunu, iki kültür arasındaki felsefi bağlantıları ele alarak onun kişisel ve entelektüel evrenine ışık tutmaktadır.
Metalurji mühendisliği[4] alanında eğitim almış olmasına rağmen felsefeye olan ilgisi hayatını tamamen değiştirmiştir. Han’ın 2017 yılında kaleme almış olduğu “İyimser Yabancı: Mülteci Kimdir? (Optimismus der Fremden: Wer ist Flüchtling?)”[5] isimli makalede, sosyal çevresinin beklentilerinin ve geleneksel yapılarının, farklı bir yaşam tarzı sürdürmesine veya radikal düşünceler geliştirmesine izin vermediğinden bahsetmiştir.
Kendi ülkesinde hayalini kurduğu yaşam idealini gerçekleştirme imkânı bulamayan Han, yeni bir ülkede yeni bir başlangıç yapmaya karar verdiğini şu kelimeler ile ifade etmiştir:
“Seul’deki üniversitemin kampüsünde sık sık gökyüzüne bakar ve bu kadar güzel bir gökyüzü altında tüm hayatımı bir metalurji mühendisi olarak geçirmek istemediğimi düşünürdüm. Daha iyi, daha güzel bir hayatın hayalini kuruyordum. Hayatı felsefi bir şekilde sorgulamak istiyordum. 22 yaşında, cebimde hiç param olmadan ve neredeyse hiç Almanca bilmeden Almanya’ya kaçtım.”
Taşınmasının ardından yetersiz Almancasından dolayı sosyalleşemeyen ve büyük bir yalnızlık ile karşılaşan Han, bu deneyimin acı verici olduğundan bahsetmiştir.[6] Bu nedenle, bugünün mültecilerinin acısını derinden hissedebildiğini ve onlarla acı çektiğini de ifade eder. Deneyimlediği uyum mücadelesinde, yerleşmek için en iyi stratejinin ise aşk olduğu savunmaktadır:
“Basit bir şekilde düşünüyordum: Beni seven bir Alman kadın, beni dinler ve bana Almancayı hızla öğretirdi ki, ona ne düşündüğümü, ona karşı ne hissettiğimi anlayabilsin. Her yeni Almanca kelimeye açtım. Amacım, Almanlar gibi konuşmaktı.”
Han savunmasına, Willy Brandt’in dil öğrenme stratejisinden bahsetmiş, onun yeteneklerinin yanı sıra dil, aşk ve hırsının bu süreci hızlandırdığını ifade etmektedir. Brandt’in sürgün yıllarında, Norveç’te birkaç ay içinde Norveççe makaleler yazmaya, konuşmalar yapmaya başladığını; Berlin yer altında Gunnar Gaasland takma adıyla yaşarken Norveç aksanıyla Almanca konuştuğunu vurgulamaktadır. Bu durum, Brandt’in yalnızca yeteneklerine değil, aynı zamanda yeni bir dili öğrenme konusundaki tutkusuna da işaret etmektedir.
Bu örnek, aklıma Sabahattin Ali’nin 1943 yılında kaleme almış olduğu “Kürk Mantolu Madonna” isimli romanını getirdi. Kitabın baş karakteri olan Raif Efendi, tıpkı Han gibi 20’li yaşlarında Almanya’ya gitmiş; oranın diline ve kültürüne hâkim olmakta zorlanmıştır.
Bir gün, bir sanat sergisinde hayran kaldığı oto portrenin sahibi Maria Puder ile tanışmış ve hayatında yeni bir sayfa açılmıştır. Maria, Raif Efendi’nin içsel dünyasına dokunan ve ona yeni bir bakış açısı kazandıran bir figür haline gelmiştir. Ona duyduğu sevgi, Raif Efendi’nin dil öğrenme sürecine de dolaylı olarak etki etmiştir.
Han’ın deneyimi, yeni bir ülkede hayat kurmanın zorluklarını ve bu süreçte duygusal bağların ne kadar büyük bir güç olduğunu göstermektedir. Bir dil öğrenmenin veya bir kültüre uyum sağlamanın sadece teknik bir mesele olmadığını, aynı zamanda insanın duygusal dünyasıyla da yakından ilgili olduğunu anlıyoruz. İnsan ilişkilerinin sıcaklığı ve samimiyeti, bazen en büyük engelleri aşmanın anahtarı olabiliyor. Han’ın bu içten hikâyesi, hayallerinin peşinden gitmenin, direnmenin ve sevilmenin insana neler kazandırabileceğini düşündürmektedir.
Almanya’ya gelişinden bir yıl sonra Han, Hannah Arendt’in iyimser mülteci tanımını kendi durumu ile ilişkilendirir ve artık Almancanın en iyi konuştuğu dil olduğuna inanmıştır. Bu noktada, Arendt’in vatanseverlikle ilgili kavramsallaştırmasını da hatırlatır:
“Vatanseverlik tamamen bir alışkanlık meselesidir. İdeal göçmen, yerel dağları hemen keşfeder ve sever.”
Han Almanya’yı sevdiğini, bu ülkeye derin bir bağlılık duyduğunu ve bu sevginin bir göstergesi olarak Alman vatandaşlığına geçip Kore pasaportundan vazgeçtiğini ifade etmektedir. Almanya’yı bir “vatan” olarak benimsediği için kendisini bir vatansever olarak tanımlarken; popülist politikacıların Almanya’nın değerlerini zayıflattığını düşünmektedir. Ona göre Almanya, kendisine daima misafirperver bir yaklaşım sunmuş bir ülke olduğu için savunulmayı hak etmektedir.
Han, yazılarını daha az teknik ve daha erişilebilir bir dille kaleme almıştır. Bu özelliği, onun geniş bir okur kitlesine ulaşmasını sağlamıştır. Minimalist ve özlü bir anlatım tarzı benimseyen yazarımız, düşüncelerini karmaşık teorik yapılardan çok, metaforlar ve alıntılar aracılığıyla ifade etmeyi tercih etmektedir.
2013 yılında Korea JoongAng Daily[7]‘e verdiği bir röportajda, felsefenin dünyayı daha iyi anlamak için bir araç olduğunu ifade etmiş, ancak filozofların okuması zor metinler yayınladıkları için bu disiplinin etkisini kaybettiğini vurgulamıştır. Felsefenin yalnızca filozofların alanı olmadığını, herkes için daha iyi bir dünya algısına ulaşmanın bir aracı olması gerektiğini savunmaktadır. Ona “Sanat, sanat için midir yoksa toplum için mi?” diye sorsak, vereceği cevabı az çok tahmin edebiliriz.
Han, eserlerini genellikle monografik[8] bir yaklaşımla yazmıştır. Her kitapta belirli bir temayı derinlemesine ele alan yazar, bu yöntemle okuyucularına odaklı ve kapsamlı bir içerik sunar. Eğer hangi kitabını okuyacağınıza karar veremiyorsanız, ilginizi çeken bir temaya odaklanan kitabını seçerek, Han’ın düşünce dünyasına adım atabilirsiniz.
Han’ın çeşitli yönlerini tek bir eserde keşfetmek isteyenler ise, Robert Wyllie ve Steven Knepper’ın Kasım ayında yayınladığı “Byung-Chul Han’ı Okumanın 5 Yolu”[9] isimli makalesini okumayı düşünebilirler. Yazarlar Han’ın, pandemiden ruh sağlığı krizine kadar birçok çağdaş konuyu aydınlatan bu yaklaşımlarını değerlendirmektedirler.
2010 yılında yayımlanan, “Yorgunluk Toplumu[10]”, görece küçük bir yayınevinden çıkmış olmasına rağmen Almanya’da büyük bir ilgiyle karşılaşmış ve çok satanlar listesine girmeyi başarmıştır.
2021 yılında ArtReview’da yayınlanan bir röportajda[11] Han, “Yorgunluk Toplumu” isimli kitabından bahsederken; günümüz toplumunda bireylerin, kendilerini özgür zannetseler de aslında kendi kendilerini sömürmekte olan mutlak bir hizmetkâr rolünde olduklarını ve bu durumun da özgürlük hissiyle örtüşerek daha etkili hâle geldiğini belirtmiştir. Han bu paradoksal durumu açıklamak için Kafka’nın sözlerini bir metafor olarak kullanmıştır:
“Hayvan, sahibinin elinden kırbacı alır ve efendi olmak için kendini kırbaçlar.”[12]
Han’ın analizinde, bireyin kendine uyguladığı performans baskısının, işin fiziksel yorgunluğundan daha yıkıcı olduğunu vurgulamaktadır. İşin sonunda toparlanmak mümkünken performans baskısı bireyi sürekli takip edip uykularını böler ve derin bir tükenmişlik yaratır.
2012 yılında yayımlanan “Şeffaflık Toplumu”[13] adlı eserinde, sosyal medya ve dijital platformların bireyleri nasıl şeffaf ve denetlenebilir varlıklar hâline getirdiğini ortaya koymaktadır. Bu şeffaflık ideali, Han’a göre, bireylerin iç dünyalarını görünür kılmaya zorladığı için insan doğasına aykırıdır ve bu süreç, gerçek özgürlüğü ortadan kaldırmaktadır.
Ona göre, günümüzde insanlar kendilerini sürekli göz önünde, denetlenebilir ve verimli olmak zorunda hissetmekte; bu da bireyleri özgürleştirmek yerine, onları daha derin bir psikolojik esarete sürüklemektedir.
2013 yılında yayımlanan, “Sürünün İçinde: Dijital Dünyaya Bakışlar”[14] isimli kitabında; dijital sürü ve kolektif siyasi eylemin kaybı kavramları aracılığıyla dijital aktivizmi eleştirmektedir. Yazar, dijital çağın getirdiği bireysel ve toplumsal dönüşümleri eleştirirken, özellikle dijital aktivizm kavramına dair oldukça karamsar bir bakış açısı sunmaktadır.
Han, sosyal medya aktivizminin yüzeysel etkilerini eleştirerek Twitter devrimleri ve Facebook aktivizminin gerçek anlamda politik bir değişim yaratmaktan ziyade, bireylerin kendilerini “sahte bir kamusal alan” içinde tatmin etmelerine yol açtığını belirtmektedir.
Bu eleştiriler, medya teorisyeni Marshall McLuhan’ın 1964’te ileri sürdüğü düşüncelerle paralellik taşımaktadır. McLuhan, elektronik teknolojinin insan algısını ve toplumsal yapıyı dönüştürme gücüne vurgu yaparken, Han da dijital devrimin benzer bir şekilde bireyleri ele geçirdiğini ve onları farkında olmadan yeniden programladığını iddia etmektedir.
Yazarın bu eleştirileri, dijitalleşmenin yalnızca teknolojik bir yenilik değil, aynı zamanda toplumsal ve politik bir kriz yarattığını düşündürmektedir. Bu kriz, bireylerin bilinçli karar alma kapasitelerinin zayıflaması ve daha geniş bir topluluk bilincinin yıkıma uğraması ile sonuçlanmaktadır. Han’ın eseri, dijital devrimin karmaşık etkilerini anlamak için önemli bir teorik zemin sunmaktadır.
Han’ın eleştirmenleri, onun bakış açısının aşırı genelleme içerdiğini ve dijital öncesi aktivizm biçimlerini romantikleştirme riski taşıyabileceğini, dijital araçların marjinal grupların harekete geçmesini ve küresel kitlelere etkili bir şekilde ulaşmasını sağlama yollarını göz ardı edebileceğini belirtmektedirler.
Hong Kong Review of Books dergisi Byung-Chul Han’ın üslubunu özlü, fikirlerini derin, anlatımını oldukça okunabilir ve ikna edici bulmuştur. Öte yandan, Han’ın ifadelerinin zaman zaman reklam panosu sloganları kadar basitleştiğini ve bu durumun eseri yer yer sıradan veya yüzeysel gösterdiğini eleştirmiştir. [15]
Şubat 2024’de The Guardin’de yayınlanan “The Crisis of Narration by Byung-Chul Han Review” isimli makalede Stuart Jeffries, Han’ın iyi bir hikâye anlatma yeteneğine sahip olmadığını belirtmektedir:
“Ne kadar ironik ki Han, hayatını kurtaracak olsa bile iyi bir hikâye anlatamaz gibi görünüyor. Pek çok erkek yazar gibi (ki bu her zaman erkektir), Han da sanki hiç kimse ona itiraz etmemiş gibi yazıyor. Söylediklerinin kesin ve tartışılmaz olduğunu ima eden ifadeler kullanması, metinlerin kenarına sürekli “Hayır!” yazmama neden oluyor.”
Han’ın, Goethe’den bu yana pek çok Alman entelektüeli gibi, buyurgan vecizelerle kendini ifade etme bağımlılığı olduğu öne süren Jeffries, yazı tarzının karşıt fikirlere yer bırakmayan bir üslup olarak nitelendirilmektedir:
“Sonuçta en iyi hikayeler karmaşıklık, açıklık, öz şüphe, çelişkili argümanlar, umut ve insan sıcaklığı bakımından zengindir. Ne yazık ki, bunların hepsi bu kitapta, Han’ın tüm parlak zekasına rağmen, eksik olan niteliklerdir.”
Slavoj Zizek ise Byung-Chul Han’ın analizlerini derin ve doğru bulmakla birlikte, bu tespitlerin daha çok orta-üst sınıf, beyaz yakalı bireyler için geçerli olduğunu ve onlar için bile her zaman uygun olmadığını savunmaktadır. Ayrıca Han’ın, artık var olmadığını öne sürdüğü koşullarda hâlâ yaşamaya devam eden milyonlarca insan olduğunu da vurgulamaktadır.
Zizek, Han’ın analizlerini belirli bir ekonomik sınıfın deneyimi olarak ele almanın daha yerinde olacağını ve farklı sınıfların farklı iktidar mekanizmalarına maruz kalmasını incelemenin gerekliliğini öne sürmektedir. Ona göre, günümüzde herkes yorgunluk hissi yaşasa da bu yorgunluğun şekli sınıfsal konuma göre değişmektedir.
Modern çağın dijitalleşme, bireysellik, performans kültürü ve tükenmişlik gibi konularında okumalar yapmak isteyenler için, Han’ın yazıları etkili bir rehberdir. Kapsamlı bir felsefi sistem inşa etmek yerine, genellikle tek bir kavram ya da fikre odaklanmaktadır. Bu yaklaşım, dijital çağın karmaşıklıklarını anlaşılır bir şekilde ele alarak, yalnızca akademisyenler için değil, ilgisi olan tüm bireyler için de ulaşılabilir bir içerik sağlamaktadır.
Metinlerinin genellikle 100 sayfayı aşmaması, okuyucunun Han’ın eleştirel bakış açısını hızlı ve etkili bir şekilde kavramasını kolaylaştırır. Bu nedenle, dijital çağın toplumsal etkilerini sorgulamak, bireyselliği yeniden tanımlamak veya neoliberal sistemin bireyler üzerindeki etkisini anlamak isteyen herkes, Han’ın eserlerinden faydalı çıkarımlar yapabilir.
Gizemli Bir Filozofun Portresi PDF
[1] Üsküdar Üniversitesi, İletişim Fakültesi, Yeni Medya ve Gazetecilik Lisans Mezunu, Web Analisti & Dönüşüm Optimizasyon Danışmanı, selimetatlipinarxx@gmail.com (Bu yazı Young Academia tarafından yürütülen, Prof. Dr. Hür Mahmut Yücer yönetiminde; “Başarı Hikayeleri Tahlil Atölyesi” kapsamında üretilmiştir.)
[2] Bir yandan devletin piyasaya olan müdahalesini en az düzeye indirirken diğer yandan kuralsızlık teorisi ile özel sermayeye her türlü imkânın sağlanmasını hedefleyen sistem. (TDK)
[3] Gresser, Isabella. Müdigkeitsgesellschaft: Byung-Chul Han in Seoul/Berlin [Yorgunluk Topluluğu: Byung-Chul Han, Seul/Berlin], (Belgesel, 2015) IMDB: https://www.imdb.com/title/tt4449288/
[4] Metalurji Mühendisliği: Metallerin sırrını çözmek, onu daha güçlü ve daha dayanıklı hale getirmek için bilim ve teknolojiyi kullanmak.
[5] Byung-Chul Han, “Optimismus der Fremden: Wer ist Flüchtling?”, www.faz.net, (Erişim: 13 Kasım 2024).
[6] Byung-Chul Han, “Optimismus der Fremden: Wer ist Flüchtling?”, www.faz.net, (Erişim: 13 Kasım 2024).
[7] Bae Young-Dae, “Restoring the fragrance to our fast-paced lives”, Korea JoongAng Daily (Erişim 10 Aralık 2024)
[8] Monografik yaklaşım; belirli bir konu, kavram veya problem üzerine odaklanarak yapılan derinlemesine incelemeleri ifade eder. (TDK)
[9] Robert Wyllie – Steven Knepper, “Five Ways to Read Byung-Chul Han”, ResearchGate, (Erişim 1 Aralık 2024)
[10] Yorgunluk Toplumu (Müdigkeitsgesellschaft), Byung-Chul Han, (Çeviren: Gülşah Savaş), Metis Yayınları, İstanbul 2015, ISBN 9789753426067
[11] Gesine Borcherdt, “Byung-Chul Han: ‘I Practise Philosophy as Art’, ArtReview (Erişim 1 Kasım 2024)
[12] Franz Kafka, Aforizmalar (İstanbul: Altıkırkbeş Yayınları, 2003), s. 24
[13] Şeffaflık Toplumu (Die Transparenzgesellschaft), Byung-Chul Han, (Çeviren: Gülşah Savaş), Metis Yayınları, İstanbul 2020, ISBN 9789753429020
[14] Sürünün İçinde: Dijital Dünyaya Bakışlar (Im Kollektiv), Byung-Chul Han, (Çeviren: Gülşah Savaş), İNKA Yayınları, İstanbul 2020, 9786057066497
[15] Brian Haman, “Psychopolitics”, Hong Kong Review Of Books, (Erişim 1 Aralık 2024)