Ayşegül Etyemez Cortoğlu[1]
Ahmet Vefik Paşa, 1823-1891 yılları arasında yaşamıştır. Osmanlı’nın devlet adamı, siyasetçi ve edebiyatçı ilim adamlarındandır.[2] Ahmed Vefik, büyük babası Yahyâ Nâci Efendi’nin tercümanlık ve hocalık yaptığı ve daha seçkin ailelerin çocukları adına tercih ettiği, Osmanlı ordusu için topçu ve istihkâm subayı yetiştiren askerî okul Mühendishâne-i Berrî-i Hümâyun’a tahsil görmüştür. Akabinde Paris’e tayin edilen Mustafa Reşid Paşa’nın tercümanı olan babasıyla birlikte Saint Louis Lisesi’ne devam ederek hem aile içinde hem de Mühendishâne’de gördüğü Fransızca’sına, Latince ve Grekçeyi de katmıştır. Daha sonra 1837’de İstanbul’a dönerek dedesi ve babasının kendisinden önce görev yaptığı Tercüme Odası’na memur olarak tayin edilmiştir. Buradan sonra pek çok idari makamlarda görev almış, en çok da Bursa’ya yaptığı hizmetlerle “Bursa muhafızı” olarak anılmıştır.[3]
“Ahmed Vefik Paşa’nın araştırma ve ilim sevgisini kütüphanesindeki 15.000 civarındaki seçkin kitap koleksiyonundan anlaşılabilir. Zira, ömrünün büyük bir kısmı, özellikle vazifeden uzaklaştırıldığı uzun mazuliyet yıllarında, hazine niteliğindeki kütüphanesinde geçirdiği ve kendisinin vefatından sonra da borçlarının ödenmesinde kısım kısım satıldığı bildirilmiştir.”[4]
Bu süreçte Türk tiyatrosunun kuruluşuna ve yurda yayılmasına öncülük eden Ahmet Vefik, Zoraki Tabip oyununu Moliere’den uyarlayarak yerli, canlı tiplerle ve toplumu tanıyan bir gözle Osmanlı Türkçesi’ne nakletmiştir. Eser, edebiyat türü olarak mizah tarzındadır. Zoraki Tabip kitabının esasen, Dünya edebiyatında klasisizmin öncülerinden biri olan Moliere’in Fransız toplum yapısını anlatmak için yazdığı bir tiyatro oyunudur. Ahmet Vefik Paşa ise eseri; Türk toplum yapısına ve geleneklerine uygun olarak yeniden düzenlemiştir.
Eser, uyarlanan edebi bir çalışma olması yönüyle önceden akademik olarak birçok tahlile tabi tutulmuştur.[5] Ancak Osmanlıda halkın hâzık hekimlere ulaşmasının ve bu konuda bilinçlendirilmesinin hukuki ve yargı sürecini de kapsayan tedbirlerle birlikte değerlendirilmemiştir. Bu çalışma ile Zoraki Tabip adlı eser, halk sağlığı alanında ilk kez tahlil edilmektedir. İncelemede, Osmanlı Türkçesi üzerinden bir değerlendirme yapılmıştır. Bu tercihin sebebi; kendi dönemindeki Zoraki Tabip seyircisi ve okuyucularının sahnede görülmesi, tasavvuri ve tahayyüli de olsa bir tarihi buluşma hedeflenmiştir.
Eser, kocasının dayağı sebebiyle ondan bir süreliğine kurtulmak isteyen Selime ve İvaz’ın trajikomik hikayesini ele almaktadır. Her şey Selime’nin kendisinden uzaklaştırmak istediği kocasını hekim olarak tanıtması sonucu başlar. Sonrasında, kocaman bir yalanın üzerine bina edilen bu süreç Selime ve İvaz’ın dahi hayal edemeyeceği bir noktaya evrilir. Hekim yanında çalışan ve bazı tıbbi bilgilere sahip olan İvaz, bu hikâyede ana kahramandır. İvaz kendisini hekim olarak tanıyan birbirini seven iki gencin aşkından öylesine etkilenir ki, içinde bulunduğu durumu unutur ve onların kavuşması için elinden geleni yapar.
İvaz: Oyunun ana kahramanıdır. Kurnaz, tembel ve içkiye düşkün bir oduncudur. Karısı Selime tarafından intikam almak amacıyla doktor olarak tanıtılır ve bu rolü komik bir şekilde sürdürmeye çalışır. Tıp konusunda hiçbir bilgisi olmamasına rağmen, laf cambazlığı ve şans eseri doğru tahminlerle durumu idare etmeye çalışır. Hekimlik numarası yaparak çevresindeki insanların cahilliğinden yararlanmasını bilmesine rağmen içinde iyi niyetli bir tarafta bulunmaktadır.
Selime: İvaz’ın karısıdır. Kocasının huysuzluğundan ve kendisini dövmesinden bıktığı için ondan intikam almak ister. Bu amaçla kocasını Hamza Ağa’nın adamlarına: “Dövüldükçe dili açılacak iyi bir doktor.” olarak tanıtır. Zeki ve kinci bir kadındır.
Hamza Ağa: Zengin ve otoriter bir babadır. Parasız saadetin olamayacağına inananlardandır. Bu yüzden kızı Nurdil’in iyiliği için zengin bir adamla evlenmesini istemektedir. Kızının iyileşmesi için her şeyi yapmaya hazırdır.
Nurdil: Hamza Ağa’nın güzeller güzeli kızıdır. Sevdiğiyle evlenmek için vakit kazanmak adına dili tutulmuş numarası yapmaktadır.
Daniş Bey: Nurdil’e aşıktır ve onun zorla evlendirilmesini engellemek için çabalamaktadır. Genç ve yakışıklı bir biridir. Zeki ve paranın gücünün farkındadır. Bu özellikleri sevdiği kıza kavuşma yolunda ona çok yardım edecektir.
Himmet ve Korkut: Hamza Ağa’nın sadık ama saf hizmetkarlarıdır. Efendilerinin emriyle doktor arayışına girerler ve Selime’nin tuzağına düşerek İvaz’ı bulup getirirler. İvaz’ın tuhaf tedavi yöntemlerine şaşkınlıkla tanık olurlar.
Halime: Sağlıklı boylu poslu göz alıcı bir kadındır. Himmet’in karısı olup birbirini sevenlerin birleşmesini istemektedir.
Müstecip Çelebi: İvaz ile Selime’nin karı-koca kavgası arasında kalıp, kazara dayak yiyen ara karakterdir.
Budak: Hasta durumdaki karısı Gülsüm için çare arayan bir ara karakter olarak bulunmaktadır.
Rıfat: Budak’ın oğludur. Rolü kısadır.
İvaz, koruda odun keserken bir taraftan da karısı Selime ile tartışır ve onu döver. Bu esnada efendileri Hamza Ağa’nın hasta kızı için hekim arayan Korkut ve Himmet’le karşılaşır. Öfkesini bastırmak yerine, Selime zekice bir plan kurar. Kocasından kurtulmak için ve onu iyi bir hekim olarak tanıtır. Ancak İvaz’ın hekim olduğunu söylemekten çekindiğini ve gerekirse döverek kabul ettirebileceklerini belirtir. Kocasının hekim olduğunu kanıtlamak için bununla da kalmaz; onun altı ay önce gömülmek üzere olan bir kadını yeniden canlandırdığını ve üç hafta önce kuleden düşerek her tarafı kırılan komşusunun oğlunu iyileştirdiği hikayesini uydurur.
Korkut ve Himmet bir taraftan içerken aynı zamanda odun kesen İvaz’a yaklaşırlar. İvaz hekim olduğunu kabul etmez, fakat Korkut ve Himmet’in dayağı sonucunda onlarla Hamza Ağa’nın konağına gitmek zorunda kalır.
Nurdil ile Daniş birbirlerini seven iki gençtir. Hamza Ağa kızı Nurdil’i Bahşayiş Ağa ile evlendirmek ister. Nurdil Daniş’ten başkası ile evlenmemek için yemeden içmeden kesilmiş ve dili tutulmuş hasta numarası yapar. Burada İvaz’ın görevi hastalanan gelin adayını iyileştirilerek düğününün bir an önce gerçekleşmesini sağlamaktır. Nurdil ile yalnız konuşmak isteyen İvaz gerçek durumu ondan öğrenir ve sevgilisi Daniş ile konuşur. İvaz tekrar konağa gelirken Daniş de eczacı olarak konağa girer. Bu sırada başka bir hasta ile karşılaşmış olan İvaz, Budak ve oğlu Rıfat’ı başından savmak için para karşılığında tavsiyelerde bulunur. Burada İvaz’ın sözü bu tiyatro oyunundaki en önemli sözdür. İvaz, gerçek hekim olmadığını itiraf eder ve halkı kandırmanın ne kadar kolay olduğunu söyler. Daniş ile konağa giren İvaz, Hamza Ağa’ya Daniş’i iyi bir eczacı olarak tanıtarak vereceği ilacı içmesini ister. Nurdil’in dili çözülerek babasına Bahsayiş Ağa ile evlenmek istemediğini söylediğinde ise Hamza Ağa ikna olmaz. Bu durum üzerine İvaz; Daniş ile Nurdil’e kaçmalarını gerektiğini söyler ve kendisinin de onlara yardımcı olacağı sözünü verir. İvaz’ın hem bu kaçırma işinde hem de uşak Himmet’in hanıma söylediği sözler sebebiyle cezalandırılması söz konusu olur. Bu esnada konağa gelen Selime, kocasının ne kadar zor durumda olduğunu görerek onu kurtarır. Nurdil ile Daniş Bey ise konağa geri dönerler. Zira Daniş Bey’in hasta olan amcası ölmüş ve ona yüklü bir miras bırakmıştır. Hamza Ağa’dan kızını tekrar istediğinde bu sefer cevap olumludur. Para bulunduğu için birbirini seven iki gencin evlenmesi uygun görülmüştür.
İvaz’ın: “Benim gibi on sene hekime hizmet etmiş adamı bul bakayım!”[6] gibi sözleri, onun sahte hekim olarak konağa girerek Hamza Ağa’nın kızının hastalığını tedavi etmesinin arka planında daha önceden bir doktora asistanlık yapması olarak resmedilmiştir. Bu durum; “Yarım doktor candan eder, yarım hoca dinden eder.” darbımeseli gibi işin vahametini gösterecektir. Üstelik iddiasını kuvvetlendirerek; “Bizler, büyük hekimler, hastalığı böyle fücceten tanırız. Bir cahil acemi olsa şaşırırdı, kekelerdi. Şudur budur derdi. Amma ben birinci hamlede bildim. İşte size haber verdim, kızınızın dili tutuktur.”[7] diyerek yeri geldiğinde hekimlik bilgisinin iyi olduğunu vurgular. Ancak İvaz’ın ilerleyen bölümlerdeki şu itirafı: “Hiçbiri ahiretten geri gelip de celladı tabipten diyet-ü dava etmez.”[8] hastaların yanlış tedaviden dolayı vefat etmesini ve sahtekarlığı ortaya çıkarmaktadır.
Zoraki Tabip örneği gerek Osmanlı Döneminde gerekse günümüz Halk sağlığı açısından sahtekâr ve yeterli ehliyeti bulunmayan vicdan yoksunu kimselerin halkı nasıl kolaylıkla kandırabildiğini çarpıcı bir şekilde ortaya koyan bir eserdir. Bunun yanında cahilliğin ve çaresizliğin insanoğlunun en önemli sermayesi olan sağlığını dahi nasıl hiçe saydırdığını mizahi bir dille anlatarak toplumuzda sağlık alanında yaşanan istismarları sanat yoluyla gözler önüne sermektedir. Osmanlı Döneminde, özellikle çocuğu olmayan çiftler gerçek hekimlere ulaşamadığı zamanlarda kolay kandırılabiliyorlardı. Bu yüzden Osmanlı arşiv belgelerindeki örneklerden devlet tarafından asayişi sağlayıcı ve halkı koruyucu çok yönlü tedbirler alındığı anlaşılmaktadır.[9] Bu belgeler aynı zamanda halkın pek çok açıdan bilinçlenmesi sağlamaktaydı. Konu, tıbbi bir durum ile ilgili olduğunda ise sadece hâzık hekimleri arayıp tedavi olması gerektiğini de göstermektedir. 1568 yılında Mısır Beylerbeyi’ne yazılan bir hükümde hâzık hekim istendiğini görmekteyiz: “Mısır’da tıp ilminde mahir oldukları duyulan Serirüddin ve Ahmed adlı tabiplerden daha hâzık ve Südde-i Saâdet’te hizmette bulunmaya kâdir olanının Südde-i Saâdet’e irsali”.[10] “Osmanlılar döneminde sahte hekimlerin, ehliyetsiz serbest çalışan dükkân sahibi hekimin, eczacıların ve şifacı kabul edilen herkesin, kendilerini tabip yerine koyarak hasta tedavi etmeye kalktıkları durumlarda, hekimbaşılar imtihan yaparak ehil sağlıkçıları sahte ve cahil olanlarından ayırt etme ve gerekli cezaları uygulamada tam bir otorite sahibiydi.”[11] Hekimbaşılar halkı kandırmaya yönelik yetkisiz kişileri cezalandırıyordu. 5 Ocak 1573’te Hekimbaşı Garsüddinzâde Şemseddin Mehmed Efendi, meslekten olmadığı halde dükkân açıp insanların sağlığına ciddi şekilde riske eden ve kendilerini hâzık hekim gibi tanıtan sahtekâr ve cahil kişilere karşı bir kampanya başlattı. İstanbul Kadısı marifetiyle sorgulanıp sınavı geçenlere meslek ehli anlamında icazet verdirmiş, yetersiz olanları ise meslekten menederek cezalandırmıştır. Ehl-i hiref olarak tabir edilen esnaf konumundaki hekim ve eczacıların ayrımı, yanlış tedavi uygulanmaması için kethüdalar aracılığıyla teftişi daima yapılmıştır. Bir örnekle bu uygulamayı dikkatinize sunmak isterim:
“İstanbul kadısına hüküm: Ehl-i hirefden olmadıkları halde olageleni muhalif olarak attarlık edenlerin yanlış edviye vererek fesada sebep olduklarını ve tekalif-i örfiye olunca attar değiliz diye muavenet etmediklerini İstanbul attar taifesinin hiref kethüdası ve yiğitbaşıları arzettiklerinden olagelene muhalif iş yaptırmaması.”[12]
Hekimlerin bilirkişiği de bu minvaldedir.[13] Osmanlı’da devletin resmi otoritelerinin tabipten ne beklediklerine dair, genellikle padişah hükümlerinde genel çerçeve verilmiştir. Hekimlerin hekimlik mesleğini icra edenlerin mesleğinde yeterli olmaları aranmış ve tedbirler alınmıştır.[14]
Osmanlı padişahlarının ehliyetsiz hekimlerle yaptığı mücadeleye bazen “Cahil hekimlerle mücadele.” ismi verilmiştir. Aslında bu hekimlerin ehliyetsiz-cahil olmalarının anlamı, günümüzdeki sahte hekimlerle aynı manadadır. Görüldüğü gibi, Zoraki Tabip kitabının yazıldığı 1800’lü yıllardan çok daha önce resmi kayıtlarda sahte hekimlere karşı tedbirler alınmıştır. Bu açıdan Zoraki Tabip eseriyle sosyolojik açıdan halkı uyandırmak ve hâzık/ehil hekimi arayıp bulmak salık verilmiştir.
Günümüzde sahte hekimlere örnek vermek gerekirse, vicdanı sızlamayan hekim kimliğine sahip olan her bir kimseyi bu kavrama dahil etmek gerektiği açıktır. Diplomalı olsa bile hekim kimliğinin anlamının içselleştirilmemesinin getirdiği tehlike büyüktür. Geçtiğimiz günlerdi Türkiye gündemine bomba gibi düşen “yeni doğan çetesi” [15] olayı toplumun vicdanında derin izler bırakmıştır. Medyada geniş yankı uyandıran ve kamuoyunda öfke, üzüntüye ve sağlık çalışanlarına karşı ciddi bir güven kaybı oluşturan bu akıl almaz vaka, gerçek hekim kimliğine ciddi bir şekilde zarar vermiştir. Bu ve benzeri olaylardan hareketle; hekim kimliğinin mütetabbibten farkı ve iyi insan olma kriterleriyle bütünleşmesi gerektiğini vurgulamanın faydalı olacağı kanaatindeyiz.
Kocasının bunca yaptığı şeye rağmen ailesine bağlı olan Selime olayların sorunsuz bir şekilde sonuçlanması üzerine ve herkesin gözünde hekim olarak tanınan İvazla tekrar barışır. İvaz ise “Tabip dargınlığı halkın bildiği gibi değildir. Korkacak şeydir haa.”[16] diyerek yine halk gözünde hekimin yüceliğini ifade eder. Dolambaçlı nükteli ifadelerle hekim müsevvidliğinden iyi bir eş olmaya yani beyefendiliğe yükselir. Ahmed Vefik Paşa’nın Zoraki Tabip adıyla Türk tiyatrosuna uyguladığı Le Médecin malgré Lui komedisini Molière 1666`da yazarak hem aile içindeki anlaşmazlıkların çözümünü hem de uzman bir hekime olan ihtiyacı, “bu hâzık hekim” denilerek, bir zorakilik sonucunda hekimlik sıfatını yüklenen İvaz’ın durumuyla sahte hekimlerin de hasta yakınlarının hücumuna uğratılması ile resmedilmiştir. Bu yönüyle günümüzde sıkça duyduğumuz; “Sağlıkta şiddet” haberlerinin bir bölümünün sağlık camiasındaki sahte hekimlerin varlığından kaynaklandığını yeri gelmişken vurgulamak isteriz. Konu içinde ibret alınacak alt konular tiyatro ile pratize edilerek halkın bilinçlenmesi sağlanmıştır. Eser ilk olarak; 1871, 1874 ve 1875 tarihlerinde sahnelenmiştir. 1869’da 107 sayfa ve nesir formda neşredilmiştir. Daha sonra Latin harfli olarak ilk kez 1933 yılında Kanaat Kütüphanesi tarafından yayımlanmıştır.
Edebiyatın birçok disiplinde olduğu gibi, halk sağlığına alanında da ne denli etkili olduğu “Zoraki Tabip” eseriyle görülebilmektedir. Bu eseri, Osmanlı dönemine dair tıp, sağlık, evlilik gibi konulara ilgi duyan herkesin okuması tavsiye edilmektedir. Günümüzde eserin Latince yazılı hali bulunsa da bu çalışmayı gerçekleştirirken esas alınan Osmanlıca aslı ile okunmasını özellikle tavsiye ederiz. Önerdiğimiz bu metodu uygulayan okuyucunun ilgili dönemi anlamada daha az zorlanacağı kanaatindeyiz.
[1] Emekli Din Hizmetleri Uzmanı ve SDÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Temel İslam Bilimleri İslam Hukuku Doktora Öğrencisi, aysegulcortoglu@gmail.com
[2] https://islamansiklopedisi.org.tr/ahmed-vefik-pasa (20.03.2025).
[3] https://islamansiklopedisi.org.tr/ahmed-vefik-pasa (20.03.2025).
[4] Ömer Faruk Akün, “Ahmet Vefik Paşa”, TDV İslâm Ansiklopedisi, İstanbul 1989, C. 2, s. 143-157.
[5] Bayram Yıldız, “Adaptasyon Meselesi Ahmet Vefik Paşa ve Zoraki Tabib Örneği”, Turkish Studies / Türkoloji Araştırmaları Volume 2/3, 2007, s. 638-659.
[6] Ahmed Vefik Paşa, Zoraki Tabip, Molier, (çev. Ahmet Vefik Paşa), Meşâhir-i âsar Külliyatı, Cihan Kütüphanesi, İstanbul 1927), 17.
[7] Ahmet Vefik Paşa, Zoraki Tabip, Molier, (çev. Ahmet Vefik Paşa), 37.
[8] Ahmet Vefik Paşa, Zoraki Tabip, Molier, (çev. Ahmet Vefik Paşa), 47.
[9] Osmanlı Arşivi (BOA), Mühimme-i Asâkir Defterleri A. {DVNSMHM.d…) No. 5, Gömlek No. 205.
Belge Özeti: Şah İsmail’e ait olduğunu iddia ettiği bir Sığrı paşmakla doğurmayan kadınlara şîfa dağıttığı bildirildiğinden…buna bir delil olmak üzere söz konusu paşmağın da ele geçirilmesi ve durumun arzedilmesi.
[10] Osmanlı Arşivi (BOA), Mühimme-i Asâkir Defterleri A. {DVNSMHM.d…) No. 7, Gömlek No. 1969.
[11] Nil Sarı, “Osmanlı Darüşşifalarına Tayin Edilecek Görevlilerde Aranan Nitelikler”, Yeni Tıp Tarihi Araştırmaları, İstanbul 1995, s. 11-54.
[12] Osmanlı Arşivi (BOA), Mühimme-i Asâkir Defterleri A. {DVNSMHM.d…) No. 46, Gömlek No. 249.
[13] Ahmet Kılınç “Klasik Dönem Osmanlı Yargılama Hukukunda Bilirkişi Sıfatlarıyla Hekimler”, Erciyes Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 19/1, 2024, s. 287-333.
[14] Tuncay Zorlu, “XVI. Yüzyıl, Tıp Bilgisinin Dolaşımı Açısından Süleymaniye Tıp Medresesi ve Dâruşşifası”, Zeytinburnu Belediyesi Kültür Yayınları, Kitap No: 40, İstanbul 2017, 1. Baskı., s. 57; Tuncay Zorlu, “Süleymaniye Tıp Medresesi II”, Osmanlı Bilimi Araştırmaları IV, nr.1, (ed.) Feza Günergun, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayını, İstanbul 2002, s. 68-67.
[15] https://www.bbc.com/turkce/articles/cly2zl5w9eeo (20.03.2025)
[16] Ahmet Vefik Paşa, Zoraki Tabip, Molier, (çev. Ahmet Vefik Paşa), 64