Esra Bulut [1]
1965 yılında Şanlıurfa’da doğan Ömer Sabuncu; ilahiyatçı, hat ve ebru sanatçısıdır. Çeşitli alanlarda eğitim gören yazar, İmam Hatip Lisesinden mezun olduktan sonra ilk olarak Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesi İktisat Bölümü’nü, akabinde Harran Üniversitesi Meslek Yüksekokulu Piyasa Araştırmaları ve Reklamcılık Bölümü’nü bitirmiştir. 2005 yılında da Harran Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi’nden mezun olmuştur. Harran Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İslâm Tarihi ve Sanatları Ana Bilim Dalı’nda “Hz. Peygamber’in Hanımı Hz. Hatice’nin Hayatı ve Kişiliği” adlı teziyle yüksek lisansını; 2015 yılında ise “Hz. Âişe’nin Hayatı, Şahsiyeti ve İslâm Tarihindeki Yeri” başlıklı teziyle doktorasını tamamlamıştır. 2016 yılında Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ne yardımcı doçent olarak atanmıştır. Akademik kariyerinin yanında sanata da önem veren Sabuncu, hattat Mustafa Kaçar Bey’den sülüs ve nesih meşk etmiştir. Timuçin Tanarslan’la tanıştıktan sonra kendisiyle ebru sanatı çalışmalarını sürdürmüştür. Hocasından öğrendiği yöntemlerle hat sanatını, orijinalliğini bozmadan ebru sanatıyla buluşturmuştur. Yerelde yapılan geleneksel ebru yarışmalarıyla kazandığı birincilikleri bakanlık kapsamındaki dereceleri takip etmiştir. 2014 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın davetiyle Hocası Timuçin Tanarslan’la birlikte UNESCO Genel Merkezi’nde ebru sanatının Türkiye adına tescillenmesinde ülkemizi temsil etmiştir. 2018 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın daveti ile “Çin’de Türkiye Turizm Yılı” etkinlikleri kapsamında Pekin ve Shanghay’da bulunmuştur. Halen Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Tarihi ve Sanatları Bölümü öğretim üyesi olarak görevine devam etmektedir. Tahlile konu olan eseri dışında kaleme aldığı Hz. Ebu Bekir, Yahudi Asıllı Sahabiler, Hz. Hatice bint Huveylid gibi başka kitapları ve çeviri eserleri de bulunmaktadır.
Soy Bağı
Peygamber Efendimiz ile aynı soydan gelen Hazreti Aişe’nin doğum tarihiyle ilgili farklı rivayetler olmakla beraber bi’setin dördüncü yılında, miladi 614’te, Mekke’de doğduğu yönündeki rivayet en çok kabul görendir. Annesi ve babasının mensup olduğu Teym kabilesinin soyu Mürre b. Ka’b’da; Hz. Ebu Bekir tarafından nesebi yedinci, annesi Hz. Ümmü Ruman tarafından nesebi ise on bir veya on ikinci batında Hz. Peygamber’in nesebi ile birleşmektedir.
Müellif kitabında Hz. Aişe’nin kardeşlerine, anneanne, dede ve diğer aile büyüklerine de geniş yer vermiştir. Ancak tahlilde Aişe bint Ebi Bekir’in Ümmü’l-Mü’min’in olmasında en çok anne ve babasının rol oynadığı düşünülerek sadece onlara yer verilmek istenmiştir. Babası; Hz. Peygamberin yakın dostu, hicret arkadaşı, dava yoldaşı, Hulefa-i Raşidin’in ilki Hz. Ebu Bekir’dir. Fil Vakası’ndan üç yıl kadar sonra doğduğu varsayılan Hz. Ebu Bekir, kaynaklarda genellikle ‘Atik’ lakabıyla anılmasına rağmen Miraç olayı başta olmak üzere herkesin yalanladığı sırada Peygamber Efendimiz’in yanında yer alması, gaybla ilgili haberleri hiç tereddütsüz kabul etmesi ve ilk Müslümanlardan olması hasebiyle en çok ‘Sıddık’ olarak tanınmaktadır. Daha birçok güzel hasletinin yanında sadık bir dost, hayırlı evlat, iyi bir baba, hakkaniyetli bir eş, feraset sahibi-adil bir yöneticidir. Hayattaki en çok sevdiği kişi vefat edince, yaşadığı dayanılmaz acıya rağmen onlarca insanın karşısına geçerek “Ey insanlar! Muhammed’e tapan varsa bilsin ki Muhammed ölmüştür, Allah’a tapanlar ise O’nun ölümsüz olduğunu unutmasınlar. Nitekim Allah şöyle buyurmuştur: ‘Muhammed sadece bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür ya da öldürülürse, gerisin geriye (eski dininize) mi döneceksiniz? Kim böyle geri dönerse, Allah’a hiçbir şekilde zarar vermiş olmayacaktır. Allah şükredenleri mükafatlandıracaktır.” şeklindeki meşhur konuşmasını yapacak kadar da dirayetli ve hakiki bir Müslümandır.
Kadın sahabilerden olan annesi ise ‘Ümmü Ruman’ künyesiyle tanındığı için asıl adı olan Zeynep unutulmuştur. İlk evliliğinden Tufeyl adında bir oğlu bulunan Ümmü Ruman eşi öldükten sonra Mekke’ye gelmiştir. Burada Hz. Ebu Bekir ile evlenmiş böylece ilk Müslümanlar arasında yer almıştır. İslamiyet’in yayılması ve yaşanması için ömrünün sonuna kadar mücadele vermiş nitekim de peygamber duasına nail olmuştur. Cenaze namazını bizzat Efendimiz kıldırmıştır. Orada bulunan cemaate; “Kim cennet hurilerinden bir kadın görmek isterse Ümmü Ruman’a baksın.” şeklinde övgüye layık görülen nadide annelerden biri olarak tarihe geçmiştir.
Teselli Olacak Evlilik
Hz. Aişe’nin, Hz. Peygamber ile evleneceğine dair ilk işaret Allah’ın elçisi Hz. Cebrail tarafından Hz. Hatice’nin vefatından sonra gelmiştir. Çok sevdiği eşini kaybetmenin derin üzüntüsünü yaşayan Efendimizin yanına bir gün Hz. Cebrail bir beşikle gelip “Ya Resulallah! bu senin üzüntünü giderecektir ve Hz. Hatice’ye halef olacaktır.” dediği ve kastettiği bebeğin Hz. Aişe olduğu edinilen rivayetler arasındadır. Bunun dışında asıl evlilik tarihleri hicretten üç yıl öncesine dayanmaktadır. Hz. Aişe’ye evlilik yaşı sorulduğunda; “Resulullah beni altı yaşında nikahladı. Dokuz yaşında zifafa girdi, benimle beraber oyun oynadı ve ben on sekiz yaşında iken vefat etti.” şeklinde yanıtlamıştır.
Aişe annemizin bu sözü günümüz şartlarından bakıldığında anlaşılması güç gibi görünmektedir. Yazar da bu durumu hissetmiş olacağından ayrıca başlık açıp bu duruma açıklık getirmiştir. Evlilik yaşı yaşanılan döneme, yüzyıla, coğrafik şartlara, dinlere, topluma ve kültüre göre değişiklik arz etmektedir. Cahiliye dönemi ve Peygamber Efendimiz döneminde yaşayan insanların, hayata daha erken yaşlarda hazır olmaları gerektiği düşünüldüğünden hem fiziksel hem ruhsal olarak daha küçük yaşlarda olgunluğa erişmişlerdir. Dolayısıyla evlilik yaşı aşağıya çekilmiştir. Bu durum genel bir kabul hali olduğu için de o dönemde Hz. Aişe’nin evlendiği yaş, toplum tarafından sorun olarak görülmemişken günümüzde yeni yeni tartışma masalarında yer almaya başlamıştır.
“En Çok O’nu”
Evliliklerinin erken olması Hz. Aişe’nin her alanda nebevi ahlakla yetişmesinin temelini oluşturur. Zekâsı, anlayışı, kuvvetli hafızası, güzel konuşması, Kur’an-ı Kerim’i ve Hz. Peygamberi en iyi şekilde anlamaya çalışması gibi vasıfları sayesinde Hz. Peygamber’in yanında müstesna bir mevki kazanmıştır. Meraklı tabiatı ve araştırma arzusu; bilemediklerini, anlayamadığı yerleri, eksik ve yanlışlarını, hatta Kur’an ile Hz. Peygamberin hadisleri arasındaki kendi anlayışına göre farklılık gösteren hususları kıymetli eşine sormak ve müzakere etmek gibi güzel bir alışkanlığı beraberinde getirmiştir. Hz. Peygambere dünyada en çok kimi sevdiği sorulduğunda en çok O’nu sevdiğini söylemiştir. Yalnızca Aişe annemizin yanındayken vahyin geldiğini açıklaması da onun diğer hanımlarından daha faziletli olduğunu ve sevgilerinin ilahi kaynağa dayandığını göstermektedir. Birçok güzel hasletinin yanında bir miktar kıskanç olduğu bilinen Hz. Aişe, sürekli olarak sevildiğini duymak ve hissetmek istemiştir. Günlerden bir gün sevgi derecesinde azalma olup olmadığını test eden Hz. Aişe’ye gelen yanıt ‘ilk günkü gibi kuvvetli bir düğüm’ benzetmesi olmuştur. Kıskançlık halleri zaman zaman azarlama zaman zaman şakayla karışık uyarılarla Hz. Peygamber’in vefatına kadar devam etmiştir.
Karalama Kampanyası
İfk hadisesi, Hz. Aişe’ye zina iftirası atılması olayıdır. ‘İftira, en kötü ve en çirkin yalan’ anlamına gelen ifk kelimesi Kur’an’da aynı surede iki kere geçmektedir. Olay el-Müreysi Gazvesi dönüşünde Aişe annemizin değerli gerdanlığını düşürmesi ve aramaya koyulması ile başlamıştır. Bu esnada yokluğunu fark etmeden yol alan topluluktan geri kalmıştır. Kendisini bulmak için geri gelmelerini beklerken sahabeden Safvan b. Muattal es-Sülemi ile rast gelmiş ve diğerlerine gecikmeli olarak yetişmiştir. Bu durum ilk başlarda dikkat çekmemiş olsa da orada bulunan bazı kötü niyetli kişilerce iftira atmak için ganimet bilinmiştir. Başta Peygamber Efendimize olmak üzere, eşine, ailesine ve onların genelinde tüm Müslümanlara leke sürerek itibarlarını sarsmayı amaçlamışlardır.
İlahi Beyanla Tescillenen Saflık
Hz. Aişe el-Müreysi seferi dönüşü hastalandığı için olan bitenden habersizken; şehrin geneline yayılan olaya son derece üzülen ve nasıl davranacağı hususunda tereddütte kalan Efendimiz, bu konuyu bazı sahabilere danışmıştır. En nihayetinde yine kıymetli eşinin yanına gelmiştir ve ona masum olduğu takdirde Allah’ın bunu haber vereceğini aksi durumdaysa tövbe etmesi gerektiğini telkin etmiştir. Bu söz karşısında çok kırılan ve üzülen Hz. Aişe yanlarında bulunan anne ve babasından masumiyetini ikrar etmelerini istemiş ama dilediği cevabı onlardan da alamamıştır. Hz. Peygamber’in dedikodulara inandığını düşünen annemiz kendisine Hz. Yakup’un sabrını ve teslimiyetini örnek almıştır. Ve Rabbinden gelecek müjdeyi beklemiştir. Beklenen ilahi beyan Hz. Aişe’nin beraatini açıklamak için Nur suresinin on bir ayetiyle birden semadan gelmiştir. İnen ayetleri duyduğu zaman verdiği ilk tepki Yaradana hamd etmek olmuştur. Kendisini fazlasıyla üzüp zor duruma düşüren iftira hadisesinin sonuçları itibariyle hayırlı olduğunu anlamıştır. Ömrünün sonuna kadar şahsı vesilesiyle inen ayetlerden övünç duymuştur. Hz. Aişe’nin bu olay karşısında takındığı tavır ve tepkileri onun ne denli Allah’a güvenen, sabırlı, tahammül sahibi, kendinden emin, gururlu, vakarlı ve izzet-i nefis sahibi olduğunu bizlere göstermektedir.
Bu olay Hz. Aişe’ye övünç kaynağı olurken aslında birçok kişinin de sınıfta kaldığı bir ahlak sınavı olmuştur. Alemlerin Rabbi öğreten sıfatıyla kullarına bu olay üzerinden dersler vermiştir. İnen ayetlerde iftira atanların büyük azapla karşılaşacağı belirtilirken söylentileri duyan kadın erkek bütün Müslümanların duyarsız kalması kınanmıştır. Toplumsal hayatın mayasının ahlak ve fazilet olması bağlamında Kur’an-ı Kerim’in konuyu büyük bir ciddiyetle ve uzunca bir metinle ele aldığını; mezkûr ayetlerin Hz. Aişe’yi övmenin iman, kötülemenin ise küfür sayılacak bir hale getirdiği ifade edilmektedir.
Babasının Kızı
Hz. Aişe ilminin büyük kısmını babasından almıştır. Babası Hz. Ebu Bekir, Kureyş içinde şiiri ve onların nesep ilmini en iyi bilen kişi olarak nam salmıştır. Kureyş şairlerinden gelen saldırgan şiirlere karşı dinlerini ve peygamberini savunmak için en doğru sözleri kullanarak karşı koyan İslam şairlerinin nesepler hakkında kendisiyle istişare ettiği bir babanın kızıdır. Hz. Aişe evlilik öncesi babasının yanında evlilikten sonra Efendimizin yanında zekâsı, anlayış kabiliyeti, öğrenme arzusu, kuvvetli hafızası, aşk ve imanı sayesinde ilim haznesini genişletmiştir. İlmi belli bir alanla sınırlı kalmamış tarih, tıp, edebiyat, hitabet, Arabistan tarihi, Arap kabilelerinin soy ağacı olan ensab ilminin yanında hadis, fıkıh, kıraat alanlarında da en ileri seviyeye ulaşmıştır. Var olan ilimleri bilmekle kalmayıp onları bir adım ileri taşımıştır. Sünnet-i nebeviyyeyi nakil ve şerh etmeye ilave olarak onun doğru anlaşılması noktasında ilmi tenkit zihniyetinin penceresini de açmıştır. Ayetlerin nüzul sebeplerini, delaletlerini, tahlil/ değerlendirmelerini ve her ayetten nasıl ahkam çıkarılacağını çok iyi tespit etmiştir. Kur’an-ı Kerim’i tefsir etmiş; Sünneti de çok iyi anlamış, hadislerden kıyas yoluyla yeni hükümler çıkarmıştır. İçtihat ve fetvaları kendisinin bir fakih ve müçtehit olarak kabul edilmesini sağlamıştır. Hz. Aişe’nin elde ettiği bilgiler bunlarla sınırlı kalmamış astronomiyi de içine alacak şekilde sınırlarını genişletmiştir. Yaşının gençliğine rağmen kabiliyetlerini etkin bir şekilde kullanması onu İslam toplumunda eşsiz bir konuma yükseltmiştir.
Hz. Aişe; Rabbinin katında tayyibe, sevgili eşinin Hümeyra’sı ve bütün müminler için Ümmü’l- Mü’mininidir. Peygamberimizin vefatından sonra, on sekiz yaşında dul kalan Hz. Âişe, Peygamber hanımlarının başkalarıyla evlenmelerini yasaklayan Kur’an hükmüne uyarak bir daha evlenmemiştir ve çocuğu da yoktur. Hz. Peygamber’den sonra kırk yedi yıl daha yaşamış ve altmış beş (veya atmış altı) yaşında iken 14 Temmuz 678 Çarşamba gecesi, vitir namazını kıldıktan sonra Medine’de vefat etmiştir. Rabbim onlardan ebeden razı olsun.
Nihayetinde
Ele alınan eser akıcı üslubu, benzetmeleri ve yer yer yapılan açıklamaları göz önüne alındığında açık, anlaşılır ve her yaş grubuna hitap eden bir yapıya sahiptir. Hz. Aişe’nin hayatını layık olduğu şekilde araştırıp okuyucuya aktarmak için çok çaba sarf ettiği kaynakça bölümünün zenginliğinden anlaşılmaktadır. Hz. Aişe’nin hayatını anlatmaya çocukluk döneminden başlaması dikkate alınacak olursa çocukluktan yetişme dönemine geçen tüm genç kızlar için ayrıca rehber niteliği taşımaktadır. Hz. Aişe’yi rehber edinebilmek için de önce hayatını iyi tahlil etmek gerekmektedir. İfk hadisesinden ve yaşadığı diğer olaylardan yola çıkarak hayatının merkezine Allah’a iman etmeyi ve tam teslimiyeti koyduğu görülmektedir. Ve bir pergel misali, aldığı bütün eğitimlerin merkezinde Kur’an-ı Kerim hükümleri ve hadisler varken etrafını diğer ilimlerle donatmıştır. Küçük yaşlardan itibaren ibadetlerine sıkı sıkıya bağlanmış, bir görev gibi addetmemiş bilakis kulluğun idrakine ibadetlerini artırdıkça varmıştır. Merak etmekten korkmamış, soru sormaktan çekinmemiş, aklını kurcalayan düşünceleri paylaşmaktan gocunmamış, farklı fikirlerle karşılaştığında tartışmaktan geri kalmamıştır. Öğrenmekten araştırmaktan yorulmamış, aldığı ilmin her zaman daha fazlasının olduğunu düşünerek hep ileriye doğru hareket etmiştir. Yalnız kendisi öğrenmekle kalmamış, ilmini de kendine saklamamıştır. Yanan bir kandil gibi etrafındakilerle sürekli etkileşim halinde olmuş, bilgi alış-veriş akışını hep sürdürmüştür. Cahiliye dönemi kadınlarıyla taban tabana zıt bir hayat yaşamıştır. Çünkü Hz. Aişe hem İslamiyet’e doğmuştur hem de peygamber eşidir. Her hareketini bu bilincin gölgesinde gerçekleştirmiştir. Kısaca eser; Hz. Aişe’nin azmine, imanına, ferasetine, cesaretine, aklına, ahlakına ve belki en çok da ilmine bakarak ‘Mü’min kadın nasıl olur/ olmalıdır?’ sorusunun cevabını okuyucuya göstermektedir.