Fatma Çepiç [1]
Ahmed Yüksel Özemre ilk Türk atom mühendisi ve yazardır. İstanbul Üsküdar doğumlu yazar, İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Matematik-Fizik dalını lisans derecesinde bitirmiştir. Saclay, Fransa’da bulunan Fransa Nükleer Bilimler ve Teknoloji Milli Enstitüsü’nden master alan Özemre, 1973 yılında teorik fizik dalında kürsü profesörü olmuştur. Pozitif bilimler ile sosyal ve dini ilimler konularında 330 kadar makale ve raporu bulunan yazarın halen üniversitelerde okutulan ve defalarca yeniden basılan kitapları bulunmaktadır. Prof. Dr. Toshihiko Izutsu’dan [2] yaptığı çeviri de Özemre’nin kaleme aldığı dikkat çekici eserlerinden biridir.
Üsküdar’ın Üç Sırlısı, Özemre’nin yolunun kesiştiği, Üsküdar’da daha önce yaşamış olan Allah’ın sırlı veli kullarından bahsetmektedir [3]. Yazar, o yaşlarda edindiği tecrübeleri okuyucusuyla paylaşmıştır. Özemre’nin kaleme aldığı hatıralar, okuyucuda yazarın çocukluğuna dair özlem duyduğu hissini uyandırabilecek niteliktedir.
Müellifi, eseri kendisinin tanıdığı velileri ve kerametlerini geniş kitlelere tanıtma arzusu ile kaleme aldığını esere başlarken dile getirmiştir. Eserinde kendi yaşamında etkili olan üç âlime yer vermiştir. Bu üç isimden ilki Hafız Eşref Ede Efendi’dir.
Özemre, Üsküdarlı Hafız Eşref Ede ile ilk kez, babasıyla gittiği aktar dükkânında karşılaştığını ve muhabbetinin başlama anının tam o zaman olduğuna dikkat çekmiştir. Yazar, Eşref Efendi’nin insanın içine işleyen bir görünüme sahip olduğunu dile getirmekle beraber nafiz ve rahmani bakışlarının kendisi üzerinde bıraktığı etkiden bahsetmektedir. Her beyanı hikmet dolu olan son derece sırlı ve Peygamber aşığı Eşref Efendi, Üsküdar Yeni Valide Cami [4] müezzinidir. Eşref Efendi, önce Gizlice Evliya Türbesi’nin, daha sonra vefatına kadar Aziz Mahmud Hüdayi Türbesi’nin türbedarı olarak hizmet etmiştir. Yazarın kitabına konu ettiği gerek Eşref Ede Efendi ile gerek diğer kişilerle ilgili aktardığı anekdotlardan bu şahsiyetlerin çok değerli maneviyat erleri oldukları anlaşılmaktadır. Özemre, sohbetleri hakkındaki rivayetlerinden ziyade bu durumla ilgili hatırasını şöyle paylaşmaktadır:
“Eşref Efendi‘den Seyyid Abdülkadir Belhi (k.s)’u davet etmesi istenmiştir. Hazretin daveti kabul etmesi ve yaşlı haliyle Eyüp’ten Üsküdar’a kadar gelmesi hem herkesi şaşırtmış hem de memnun etmiştir. Bu davet ve icabet aynı zamanda Eşref Efendi’nin zamanın Melami kutbu nezdindeki kadrinin, kıymetinin ve itibarının büyüklüğünü kemaliyle ortaya koymuştur.” [5]
Allah, veli kullarını muhabbetiyle, Zat’ına mahsus tecellileriyle ve onlara lütfettiği hakiki teslimiyet libasıyla insanların içinden ön plana çıkarır. Aynı zamanda bu özellikleriyle onlar diğer insanlardan ayrılır ve teslimiyet yolunda veli kul, Allah’a dost kul olurlar. Özemre’nin en büyük özelliği kerametlere iştiyak göstermemesidir. Çünkü yazar, keramet olabileceği düşünülen birçok olayı anlattıktan sonra en büyük kerametin istikamet üzere olmak olduğunu ifade ederek okuyucunun bakış açısına da bu minvalde rehberlik etmektedir.
Yazarın, hayatına yön vermesi dolayısıyla eserinde zikrettiği ikinci zat Nafiz Hoca’dır. İsmi geçen muhteremin, gençliğinde İstanbul’daki tüm hafızları kıskandıracak kadar güzel bir sese ve musiki bilgisine sahip olduğu dile getirilmiştir. Kendisi Kur’an okurken insanların çok etkilendiğini fark eden Nafiz Hoca, nefsine benlik duygusunun gelmesi korkusu ile Allah’a niyazda bulunmuş; sabah kısık ve boğuk çıkmaya başlayan sesiyle duasının kabul olduğunu anlamıştır. Nafiz Hoca ruhani emanetini korumak ve kerametini gizli tutmak için çarşı pazar herkesle tanışıp latifeleşmekte ve ruhani bu emaneti gözlerden ırak bir şekilde yaşamaktadır [6].
Yazar, velilerin gizlediklerine işaret ederek bu dostluk makamının sırlanması gerektiği üzerinde durmuştur. O veliler ki, dünyaya rağbet etmemiş, Allah’a yönelmeyi ve Allah ile aralarına masivanın girmemesini istemişlerdir. Çünkü Rahmani emanetten başka hiçbir şeye ihtiyaç duymamanın hikmetini keşfetmişlerdir.
Özemre, okuyucuyu Hakk Erenlerinin cilvelerinin manasını tefekküre davet etmiş ve konuya dair şu hatırayı paylaşmıştır: “Bir gün Sucu Ali Dede Eyüp‘den dostu Nafiz Hoca’yı ziyarete gelmiş, Nafiz Hoca ile kapıda konuşmuşlardır. Sucu Ali Dede: “Nafiz Hoca evde mi acaba Efendim?” diye sormuş, Nafiz Hoca “Yoklar Efendim” diye cevap vermiştir. Bunun üzerine Sucu Ali Dede Eyüp’e dönmüştür.” [7]
Nablus eşrafından Ahmed Hamid Efendi ile Üsküdar Sandıkçı Rufai Dergâhından Arif Dede’nin kızı Muallime Hatice hanımın oğlu olarak Üsküdar’da dünyaya gelen Şevket Turgut Çulpan maneviyatıyla insanlara dokunan ve dokunduğu yerde taht kuran biridir.
Turgut Bey’in bu âlemdeki maneviyatını olgunlaştıran muhterem zevat, Sandıkçı Dergâhı’nın [8] Postnişini [9] Şeyh Hayrullah Efendi, Haydar Dede ve dayısı Pala namıyla maruf Miralay Yusuf Efendi’dir. Turgut Çulpan tevazuun bir gereği olarak seyyid [10] olduğunu ömrü boyunca saklama gayreti taşımıştır. Dost çevresi tarafından aranan, faydalanılan ve tanınan bir zat olan Çulpan’ın manevi mertebesinin hakikatine ise bu dostlarından sadece birkaç kişi vakıf olabilmiştir. Bu konuda kendisinin esrarını hıfzedip faş etmemek hususunda haiz olduğu o müstesna edep belirleyici rol oynamıştır.
Nefeslere nefes veren Bankacı Şevket Turgut Çulpan’dan bir zarif beste:
“İçen aşkın şarabını mest olur, hakir olur.
Gönül bu hal içinde, Kesret’te Vahdet bulur.
Zat’ını idrak edenler, Fakr’ı Fahr edüp Şevket
Benliğin Derya’ya salup Can bulur, Devlet bulur.’’ (1951)
Kitapta son olarak yer verilen muhterem, Eşref Efendi’nin daveti üzerine dergâhından ilk kez ayrılan zat, Seyyid Abdülkadir Belhi Hazretleridir. Hazret, kendisinde tecelli etmekte olan Samedani [11] tavrın hikmetini fehmetmiş bir velidir. Murat Buhari Dergâhından yalnızca bir kere, o da Eşref Efendi’nin ricası üzerine Üsküdar’da Sandıkçı Dergâhı’ndaki bir zikre katılmak için çıkmıştır. Ne kimsenin peşinden koşmuş ne de kimseye gitmiştir.
Ahmed Yüksel Özemre’nin dostu Necmettin Şahinler, Üsküdar’ı anlattığı şu ifadesi ile yazarı desteklemiştir: “Evladım! Üsküdar’da yaşamak kolaydır amma Üsküdarlı olmak bugün her babayiğidin karı değildir.” [12] Yazar, Üsküdarlı olmanın sadece Üsküdar’da yaşamaktan ibaret olmadığını, Üsküdarlı olmak ile ilgili bir kimlik ifadesini kitabına taşıyarak bunun ahlaki bir olgunluk olduğuna işaret etmiştir.
Özemre’nin bir atom mühendisi olarak manevi ve metafizik olayları bir atomcu gözüyle kaleme almış olması oldukça dikkat çekicidir. Bu bağlamda yazar hem bilimle iştigal eden meslektaşlarına hem de ilgilisine yeni bir bakış açısı sunarak rehberlik etmiştir.
Allah Rızkı İsteyene İlmi de İstediğine Verir PDF